Noel deyince aklıma Joanne gelir. Nedense.
Bu anlamsız işaretbilimciler yüzünden postu kaybetmeyelim diye ortadan kayboluyorum. İK'dan izin formu doldurmaksızın kaç.
Baş harflerinden dolayı sana tapan da olabilir, seni öldürmeye kalkacak olan da çıkabilir. Ne de olsa adım JC. Ciiizıss!
Yeni yıla gittim. Geleceğim.
23 Aralık 2009 Çarşamba
21 Aralık 2009 Pazartesi
JC'den gençlere öneriler
İnsanlar her gün işe gelip gidiyor. Dünya bir milim bile ilerlemiyor. Peki nasıl bu günlere gelebildik?
Dünya ilerlemesini çoktan durdurdu gençler. Kendinize güzel bir eğlence bulun. Ona sıkı sıkı sarılın.
Her gün işe gidip gelme devri çoktan kapandı.
Arada bir çalışın ama düzgün çalışın.
JC'den gençlere öneriler seansımız bitmiştir. Haydi dağılın.
Dünya ilerlemesini çoktan durdurdu gençler. Kendinize güzel bir eğlence bulun. Ona sıkı sıkı sarılın.
Her gün işe gidip gelme devri çoktan kapandı.
Arada bir çalışın ama düzgün çalışın.
JC'den gençlere öneriler seansımız bitmiştir. Haydi dağılın.
18 Aralık 2009 Cuma
pipiem
AJ ile PPM yaparmış gibi diziden bahsediyoruz. Sanki tüm ekip biz olacakmışız gibi. Sanırım tüm ekip sadece bizden oluşacak.
- Youtube dizisi mi yapsak yoksa AJ? Diye soruyorum.
Cevap bile vermiyor. Ya Youtube'u küçümsüyor ya da bir başka şey hakkında ona fikir verdim. Çözemedim.
- Youtube dizisi mi yapsak yoksa AJ? Diye soruyorum.
Cevap bile vermiyor. Ya Youtube'u küçümsüyor ya da bir başka şey hakkında ona fikir verdim. Çözemedim.
16 Aralık 2009 Çarşamba
büyük patronlar ihmale gelmezler
Büyük Patron'u son zamanlarda çok ihmal ettiğimi düşünerek odasına dalıyorum.
Elbette terzisi yine orada.
- Patron, diyorum. Ahoy!
- JC gel oğlum. Ben de tam…
- Ölçü aldırıyordun. Diye cümlesini tamamlıyorum.
Bu terzi kesinlikle bana gıcık! Bakışını görebilseydiniz keşke.
- Son zamanlarda dizi ile uğraşıyormuşsun diyorlar. Diyor.
- Doğrudur patron. Diyorum.
- Halbuki senin işin bu evlat. Sensiz bir reklam sektörü düşünemiyorum. Diyor.
- Porno yıldızı sendromuna tutuldum patron. Diyorum. Artık zevk vermiyor bana bu. İş olarak görüyorum.
- O halde seni biraz dinlendirelim ha? Ne dersin?
Bunları duyduğuma inanamıyorum. Meslek hayatının başında dinlendirme diye bir şey yoktur asla. Bu ne saçmalık? Halbuki şu anda neredeyse hiç yorulmuyorum. Porno yıldızı sendromu bu mu acaba?
Ben cevap vermeyince o konuşuyor:
- Ne sendromu demiştin evlat?
- Yok bir şey patron, ben gittim. Diyorum.
Kapıda Boyalı BB'ye rastlıyorum.
Bu bir işaret olsa gerek.
AJ'nin odasına gideyim de, bari dizi işini sağlama alalım. Reklamın tek iş olması bünyeye iyi gelmiyor.
Elbette terzisi yine orada.
- Patron, diyorum. Ahoy!
- JC gel oğlum. Ben de tam…
- Ölçü aldırıyordun. Diye cümlesini tamamlıyorum.
Bu terzi kesinlikle bana gıcık! Bakışını görebilseydiniz keşke.
- Son zamanlarda dizi ile uğraşıyormuşsun diyorlar. Diyor.
- Doğrudur patron. Diyorum.
- Halbuki senin işin bu evlat. Sensiz bir reklam sektörü düşünemiyorum. Diyor.
- Porno yıldızı sendromuna tutuldum patron. Diyorum. Artık zevk vermiyor bana bu. İş olarak görüyorum.
- O halde seni biraz dinlendirelim ha? Ne dersin?
Bunları duyduğuma inanamıyorum. Meslek hayatının başında dinlendirme diye bir şey yoktur asla. Bu ne saçmalık? Halbuki şu anda neredeyse hiç yorulmuyorum. Porno yıldızı sendromu bu mu acaba?
Ben cevap vermeyince o konuşuyor:
- Ne sendromu demiştin evlat?
- Yok bir şey patron, ben gittim. Diyorum.
Kapıda Boyalı BB'ye rastlıyorum.
Bu bir işaret olsa gerek.
AJ'nin odasına gideyim de, bari dizi işini sağlama alalım. Reklamın tek iş olması bünyeye iyi gelmiyor.
14 Aralık 2009 Pazartesi
gayet ciddiyim
AG'nin olduğu toplantıya dalıyorum. Yanlışlıkla elbette.
- JC'ciğim çıktıktan sonra sevişeceğim seninle. Diyor müşterilerin yanında.
Bu kadına baktığın zaman muhteşem bir reklam pazarının olması gerekir, öyle değil mi? Hayır.
Bazen en büyük mimarların olduğu yerde, en boktan yapılarla karşılaşabilirsin. Bu da onun gibi bir şey.
En büyük porno yıldızlarının olduğu yerde de en rezil reklam sektörü ile karşılaşabilirsin. Bakınız Yunanistan, bakınız Bulgaristan, bakınız Türkiye. Bazen bunların en büyük porno yıldızları olduğundan da emin olamıyorum.
- Lebziyen olduğunu sanıyordum halbuki. Diyerek odadan ayrılıyorum.
Sonra tekrar odaya dalarak odadaki erkeklerden birine dönüp:
- Lütfen dünyaya bir iyilik yapın ve bu kadını alıp götürün buradan. Maaşını ben vereğim. Lütfen. Sizin yanınızda çalışsın. Diyorum.
Gülüyorlar. Dalga geçtiğimi sanıyorlar. Halbuki ne kadar da ciddiydim.
- JC'ciğim çıktıktan sonra sevişeceğim seninle. Diyor müşterilerin yanında.
Bu kadına baktığın zaman muhteşem bir reklam pazarının olması gerekir, öyle değil mi? Hayır.
Bazen en büyük mimarların olduğu yerde, en boktan yapılarla karşılaşabilirsin. Bu da onun gibi bir şey.
En büyük porno yıldızlarının olduğu yerde de en rezil reklam sektörü ile karşılaşabilirsin. Bakınız Yunanistan, bakınız Bulgaristan, bakınız Türkiye. Bazen bunların en büyük porno yıldızları olduğundan da emin olamıyorum.
- Lebziyen olduğunu sanıyordum halbuki. Diyerek odadan ayrılıyorum.
Sonra tekrar odaya dalarak odadaki erkeklerden birine dönüp:
- Lütfen dünyaya bir iyilik yapın ve bu kadını alıp götürün buradan. Maaşını ben vereğim. Lütfen. Sizin yanınızda çalışsın. Diyorum.
Gülüyorlar. Dalga geçtiğimi sanıyorlar. Halbuki ne kadar da ciddiydim.
11 Aralık 2009 Cuma
ben yazdım
Yazı yazmak, ağır işçiliktir. Eğer benim gibi rahat yazıyorsanız veya en büyük derdiniz yazmak değilse zaten önemli değil. Gidin başka işler yapın. Yazdıklarınızın karşılığında da para beklemeyin çünkü o sizin birincil derdiniz değil.
9 Aralık 2009 Çarşamba
sakinlik avında karşına çıkan sinek
- Cat size. Diyorum barmene.
Elbette ki mekanımdayım. Huzur aramaya geldim. Aslında huzur kelimesi biraz ağır kaçtı. Sakinlik arıyorum.
Karşı masada iki tane reklamcı görünce, eyvah diyorum. Mekanı keşfetmeye başladı bu hergeleler.
Kendime yeni bir mekan arama zamanı geldi herhalde. Veya onlardan kurtulmanın bir yolunu bulmalı.
Barmene birkaç yüzlük banknot veriyorum:
- Şuradaki arkadaşların içkilerinin parasının iki katını vereceğim. Yeter ki onlara boktan içkiler ver. Burada bir daha görmek istemem onları. Diyorum.
Kötü deneyim siparişi veriyorum yani. Elbette en güzelini yaptım. Bu yaştan sonra kendime yeni mekan aramak demek, 60'ından sonra kendine evlenecek kadın bulmak gibi bir şey olacak. Yoksa çok kolay bir şey mi? Bilmiyorum ki. 60 yaşını bilmem. Belki de daha kolay kadın bulunuyordur. Belki de her şey sadece paradır gerçekten.
Aaah. Neler düşünüyorum ki ben böyle: Sakinlik aramaya gelmiştim. Aha işte müziğin içine saklanmış.
Elbette ki mekanımdayım. Huzur aramaya geldim. Aslında huzur kelimesi biraz ağır kaçtı. Sakinlik arıyorum.
Karşı masada iki tane reklamcı görünce, eyvah diyorum. Mekanı keşfetmeye başladı bu hergeleler.
Kendime yeni bir mekan arama zamanı geldi herhalde. Veya onlardan kurtulmanın bir yolunu bulmalı.
Barmene birkaç yüzlük banknot veriyorum:
- Şuradaki arkadaşların içkilerinin parasının iki katını vereceğim. Yeter ki onlara boktan içkiler ver. Burada bir daha görmek istemem onları. Diyorum.
Kötü deneyim siparişi veriyorum yani. Elbette en güzelini yaptım. Bu yaştan sonra kendime yeni mekan aramak demek, 60'ından sonra kendine evlenecek kadın bulmak gibi bir şey olacak. Yoksa çok kolay bir şey mi? Bilmiyorum ki. 60 yaşını bilmem. Belki de daha kolay kadın bulunuyordur. Belki de her şey sadece paradır gerçekten.
Aaah. Neler düşünüyorum ki ben böyle: Sakinlik aramaya gelmiştim. Aha işte müziğin içine saklanmış.
8 Aralık 2009 Salı
Kimin? Kimin?
Mük'le öğle yemeği yiyoruz. O kadın dergilerine bakıyor, ben de etraftaki kadınlara bakıyorum. Alışverişe çıkmış kadınları gözlemliyorum.
- Tek başına mı alışveriş yapmayı tercih edersin yoksa yanında bir kız arkadaşınla mı? Diye soruyorum Mük'e.
- Alışverişe göre değişir. Diyor kafasını dergiden kaldırmadan.
- Spesifikleştirirsek? Diyerek ona odaklanıyorum.
- Hmm, diyip kalıyor. Nasıl anlatsam bilemiyorum. İçgüdü. Diyor. Bazen yanında bir arkadaşını istersin, bazen de yalnız başına gezmek istersin. Diyor.
- Tamam, diyorum. Salatanı yemeğe devam et.
Neden kadınların duygularını sadece bir erkeğe ifade edebildiklerinin güzel bir açıklamasını yapıyorum kafamda, kendimce.
Peki o zaman kadın yöneticiler neden başarısız oluyor genelde?
Belki de erkekler başarılarını abarttığı için kadınlar başarısız görünüyordur.
Ne diyorum ki ben. Yöneticilerin hangisi başarılı ki?
Kimin yöneticiye ihtiyacı var!
- Tek başına mı alışveriş yapmayı tercih edersin yoksa yanında bir kız arkadaşınla mı? Diye soruyorum Mük'e.
- Alışverişe göre değişir. Diyor kafasını dergiden kaldırmadan.
- Spesifikleştirirsek? Diyerek ona odaklanıyorum.
- Hmm, diyip kalıyor. Nasıl anlatsam bilemiyorum. İçgüdü. Diyor. Bazen yanında bir arkadaşını istersin, bazen de yalnız başına gezmek istersin. Diyor.
- Tamam, diyorum. Salatanı yemeğe devam et.
Neden kadınların duygularını sadece bir erkeğe ifade edebildiklerinin güzel bir açıklamasını yapıyorum kafamda, kendimce.
Peki o zaman kadın yöneticiler neden başarısız oluyor genelde?
Belki de erkekler başarılarını abarttığı için kadınlar başarısız görünüyordur.
Ne diyorum ki ben. Yöneticilerin hangisi başarılı ki?
Kimin yöneticiye ihtiyacı var!
7 Aralık 2009 Pazartesi
dokuzuncu katta mutluluk
Dokuzuncu kattaki kız beni kahve içmeye çağırdı. Ofislerine. Gittiğimde kapıdaki sekreterden başlayarak, kızın yanına ulaşana kadar karşılaştığım her kadın tarafından süzüldüm. Fiskosları duydum. Dokuzuncu kattaki kızın yanına ulaştığımda ona ilk olarak 'bir daha burada buluşmayalım' dedim. Neden bunu söylediğimi anlamıştır herhalde. Belki de yanlış anlamıştır. Ne fark eder. Ben bir daha bu kata çıkmayacağımı söyledim bir kere.
Asansöre binerken etrafımdaki kızlara bakıp 'sizin kattaki kızlar daha güzelmiş' dedim.
- Öyledirler. Dedi.
Asansörle aşağı inerken geçirdiğimiz 52 saniye boyunca da, insanların hep diğer ofisteki kadınları daha çekici bulduğunu ama sonra o ofiste çalışmaya başladığında yine diğer ofisteki kadınları daha çekici bulduğunu hatırlattım kendime. Hayat da böyle bir şey. Başkalarının yaşadığı hayatlar daha lezzetli geliyor nedense fakat onun içine girdiğimizde.
En iyisi kendine hep dışarıdan bakmak.
Siz de deneyin.
Mutlu olacaksınız.
Asansöre binerken etrafımdaki kızlara bakıp 'sizin kattaki kızlar daha güzelmiş' dedim.
- Öyledirler. Dedi.
Asansörle aşağı inerken geçirdiğimiz 52 saniye boyunca da, insanların hep diğer ofisteki kadınları daha çekici bulduğunu ama sonra o ofiste çalışmaya başladığında yine diğer ofisteki kadınları daha çekici bulduğunu hatırlattım kendime. Hayat da böyle bir şey. Başkalarının yaşadığı hayatlar daha lezzetli geliyor nedense fakat onun içine girdiğimizde.
En iyisi kendine hep dışarıdan bakmak.
Siz de deneyin.
Mutlu olacaksınız.
5 Aralık 2009 Cumartesi
başka bahar
Zırt ve Gırt'ın nikahına gittik. Bekledik bekledik ama sahneye kimse çıkmadı. Sonra gelinin babası çıkıp 'düğünün başka bahara kaldığını' açıkladı. Biz de eve döndük. Üçüncü davetiyeyi bekliyoruz şimdi.
4 Aralık 2009 Cuma
had
2000'lerin başında, çılgın birkaç yazılımcı-reklamcı karışımı tip, oturup reklamları formülize etme çalışmalarına başladılar. Dertleri, şimdiye kadar başarıya ulaşmış reklamların kodunu çizerek bir formül çıkartmak ve bundan sonra gelecek brief'lerin hepsini bu denkleme yerleştirip ona göre yeni bir kod çıkartmaktı. Başarıya ulaştılar. Artık her kampanyayı bu formüle göre tasarlıyorlar. Şey, yani, o kodları anlayıp bunların gerçek hayattaki karşılığını bulabilecek kreatif ekibi bulurlarsa tasarlattıracaklar fakat böyle bir kreatif ekip yok. O yüzden şimdi de kreatif ekipleri robotlaştırmaya çalışıyorlar. Ona briefi vereceksin, o sana çıktıları verecek!
Onlara bakınca robotlarla uğraşan insanları görüyorum. İnsana benzer bir robot yapıyorlar fakat alet sıçmadığı için, asla insan psikolojisine bürünemiyor. Buradan da anlıyoruz ki, eğer sıçamıyor olsaydık, dünyada hiçbir şey gerçekleşmezdi.
Bazen insanlık gerçekten de haddini aşıyor.
Onlara bakınca robotlarla uğraşan insanları görüyorum. İnsana benzer bir robot yapıyorlar fakat alet sıçmadığı için, asla insan psikolojisine bürünemiyor. Buradan da anlıyoruz ki, eğer sıçamıyor olsaydık, dünyada hiçbir şey gerçekleşmezdi.
Bazen insanlık gerçekten de haddini aşıyor.
3 Aralık 2009 Perşembe
rezervuar köpekleri
Ses ile sos kelimesi arasında sadece bir ses farkı var. Dedim. Sifonu çekerken.
Yan taraftaki bölmeden ise AG sürtüğünün sesi geliyordu o sırada: 'Şu anda sevişiyorum, sizi sonra arasam olur mu?' diyerek telefonu kapattı. Bazı insanlar, diğer insanları sevişmekten soğutuyorlar. Dedim sonra. Lavabonun kapısını kapatırken.
Yan taraftaki bölmeden ise AG sürtüğünün sesi geliyordu o sırada: 'Şu anda sevişiyorum, sizi sonra arasam olur mu?' diyerek telefonu kapattı. Bazı insanlar, diğer insanları sevişmekten soğutuyorlar. Dedim sonra. Lavabonun kapısını kapatırken.
2 Aralık 2009 Çarşamba
3
Deniz Kızı Kerastes bana mail atıyor: 'Çoktandır görüşemedik JC'.
Ah elbette çoktandır görüşemedik. Bu cümleyi söyleyen o kadar çok insan var ve ben de bu cümleyi binlerce insana söylemek istiyorum.
Çoktandır görüşemedik.
Evet. O kadar meşguluz, o kadar az sayıda insanla haşır ve neşiriz ki, diğerlerine zaman ayırmak mümkün olmuyor. İşte bu durumlarda keşke moron bir art direktör olsaydım da, etrafımda görüştüğüm sadece üç insan olsaydı ve hiçkimseye böyle bir cümle kurmak zorunda kalmasaydım diyorum, lanet olsun ama mümkün değil. Bu üç insan: Anne, kardeş ve tek öküz arkadaş (muhtemelen hemcins). 'Bir art direktörün hayatı bundan ibaret değil' Dediğinizi duyar gibiyim. Ah, eminim siz bu cümlede geçen 'öküz arkadaş' veya art direktörün ta kendisi olmalısınız! Sizi buradan alalım.
Ah elbette çoktandır görüşemedik. Bu cümleyi söyleyen o kadar çok insan var ve ben de bu cümleyi binlerce insana söylemek istiyorum.
Çoktandır görüşemedik.
Evet. O kadar meşguluz, o kadar az sayıda insanla haşır ve neşiriz ki, diğerlerine zaman ayırmak mümkün olmuyor. İşte bu durumlarda keşke moron bir art direktör olsaydım da, etrafımda görüştüğüm sadece üç insan olsaydı ve hiçkimseye böyle bir cümle kurmak zorunda kalmasaydım diyorum, lanet olsun ama mümkün değil. Bu üç insan: Anne, kardeş ve tek öküz arkadaş (muhtemelen hemcins). 'Bir art direktörün hayatı bundan ibaret değil' Dediğinizi duyar gibiyim. Ah, eminim siz bu cümlede geçen 'öküz arkadaş' veya art direktörün ta kendisi olmalısınız! Sizi buradan alalım.
1 Aralık 2009 Salı
kaygan zemin
Ertesi gün bir nikah davetiyesi daha geliyor. Bu sefer ajans içi. Kaçış her zaman vardır. Mesela düğünde rezalet çıkartmak gibi. Gelinin kız kardeşine direkt olarak sarkıntılık edebilir ve güzel bir olay çıkartarak oradan kovulabilirsiniz. Ya da daha kolayı önünüze gelen her içkiyi devirdikten ve hiçbir şey yememeye özen gösterdikten sonra masaya kusarak geceye son verebilirsiniz. Elbette bunlar da kendi iç huzurunuz için. Hani kimse sizi akşamın geç saatlerine kadar orada kalmaya zorlamaz. Yalnız dikkat etmeniz gereken bir nokta daha var: Bunca iğrençliğinize rağmen yine de sizin sarhoş halinizden faydalanabilecek kadın ve erkekler olabilir ortalıkta. Daha önce demiştik: Düğün yerleri hiçbir zaman güvenli yerler değildir.
30 Kasım 2009 Pazartesi
Zırt ve Gırt'ın nikah meseleleri
Sabahki sıkıcı toplantıdan döner dönmez Mük elime bir davetiye uzatıyor: 'Zırt ve Gırt evleniyorlar. Aramızda sizide görmek isteriz' yazıyor. Zırt ve Gırt isimleri lafın gelişi. Bu ikinci evlilik denemeleri. Uzun süredir birlikte olan iki arkadaşımız bunlar fakat ilk evlilik denemeleri enteresan bir şekilde nikah masasında başarısızlıkla sonuçlandı. İnat ettiler ve ikincisi için yeniden bir araya geldiler.
Davetiye üzerinde takıldığım nokta şu: Neden 'sizide' yazarken -de'yi ayırmamışlar? Bundan rahatsızlıklık duyacağını bildiğim için AJ'e davetiyeyi göstermeden düğünde yanımda olmasını istiyorum. Düğünler o kadar sıkıcı ve tehlikeli şeyler ki: Hiçbir şekilde birbirinden hoşlanmayan insanlar, sadece evlenmek adı altında bir araya gelmeyi deneyebilir. Evliliğe niyeti olmayan bir kız, beş dakika hoşlandığı için hayatı boyunca nefret edeceği bir adamla tanışıp bir sonraki nikah programını yapabilir. Ayrıca bir tehlikesi daha vardır, burada akşam mutlaka kendisini ispat etmek için kendisine ilgi duyan ilk kişinin hayatını bir geceliğine bile olsa zindan edecek kadın/erkek grupları bir araya gelebilir.
En çirkin kıyafetimi ve beyaz çoraplarımı giyerek düğüne katılacağım. Deodorant sürmediğimi ve düğünden iki gün önce de son duşumu aldığımı vurgulayayım. Bunları tamamen kendi mutluluğum için yapıyorum. Her seferinde. İnanın.
Davetiye üzerinde takıldığım nokta şu: Neden 'sizide' yazarken -de'yi ayırmamışlar? Bundan rahatsızlıklık duyacağını bildiğim için AJ'e davetiyeyi göstermeden düğünde yanımda olmasını istiyorum. Düğünler o kadar sıkıcı ve tehlikeli şeyler ki: Hiçbir şekilde birbirinden hoşlanmayan insanlar, sadece evlenmek adı altında bir araya gelmeyi deneyebilir. Evliliğe niyeti olmayan bir kız, beş dakika hoşlandığı için hayatı boyunca nefret edeceği bir adamla tanışıp bir sonraki nikah programını yapabilir. Ayrıca bir tehlikesi daha vardır, burada akşam mutlaka kendisini ispat etmek için kendisine ilgi duyan ilk kişinin hayatını bir geceliğine bile olsa zindan edecek kadın/erkek grupları bir araya gelebilir.
En çirkin kıyafetimi ve beyaz çoraplarımı giyerek düğüne katılacağım. Deodorant sürmediğimi ve düğünden iki gün önce de son duşumu aldığımı vurgulayayım. Bunları tamamen kendi mutluluğum için yapıyorum. Her seferinde. İnanın.
27 Kasım 2009 Cuma
şükür
Bazı günler oturup da ciddi bir şekilde reklamın kreatif tarafında çalışmadığım için şükretme seansları düzenliyorum. Ajanstaki kreatiflerin halini gördükçe onlara bağış yapasım falan geliyor ama onlar kendilerini bu kreativite olayına o kadar vermiş durumdalar ki, aslında çok da paraya ihtiyaçları yok. Kendilerini öyle kandırıyorlar. Hani ben hiçbir zaman görmedim ki, maaşı arttıkça, satın alabildiği şeyler de çoğaldığı için kreativitesi artan bir kreatif eleman olsun. Dünyanın hiçbir yerinde yok!
26 Kasım 2009 Perşembe
japon bahçesi bitkileri ve ketfayt
Evdeki herkesi postaladıktan sonra minik Japon bahçeme geçerek bir sigara yakıyorum. Yazabilmek için öncelikle şiddetli bir gürültüye ve ardından gelen aşırı sessizliğe ihtiyacım var. AJ bunun arkasında şizofren kaynaklar arıyor ama hangimizde bir miligram bile olsa şizofreni yok ki? Hadi ama!
Bazı geceler o kadar sessiz oluyor ki -mesela bu gece- minik Japon bahçemdeki bitkilerin aralarında Japonca konuştuğunu duyar gibi oluyorum. Belki de onların konuşmasını istediğim için böyle algılıyor da olabilirim. Hani kadın kavgaları gibi. Ne alakası var demeyin, siz onların kavga ederken birbirlerini sevme ihtimali olduğu için öyle algılıyorsunuz. Yoksa ciddi ciddi kavga ediyorlar. Öldüresiye! Ben şimdiye kadar hiçbir kadına rastlamadım ki, 'biz aslında görsel malzeme olsun diye birbirimizle kavga ediyoruz' cümlesinin altına imza atsın. Mümkün değil. Açıkçası kadınların da umrunda değil bu görüntüler.
Konuyu çok fazla dağıtmadan yazdıklarıma getirmeyi isterdim fakat siz bunları dizi olarak izleyeceksiniz. Günü gelecek, o sahneleri benim yazdığımı bile fark etmeyeceksiniz, gün gelecek eski tv dizileri gibi bunu da unutacaksınız. İtiraf edin ki, en kıyak dizinizi unutmak için bile sadece bir seneye ihtiyacınız var ve bu da o kadar kısa bir zaman ki.
Bazı geceler o kadar sessiz oluyor ki -mesela bu gece- minik Japon bahçemdeki bitkilerin aralarında Japonca konuştuğunu duyar gibi oluyorum. Belki de onların konuşmasını istediğim için böyle algılıyor da olabilirim. Hani kadın kavgaları gibi. Ne alakası var demeyin, siz onların kavga ederken birbirlerini sevme ihtimali olduğu için öyle algılıyorsunuz. Yoksa ciddi ciddi kavga ediyorlar. Öldüresiye! Ben şimdiye kadar hiçbir kadına rastlamadım ki, 'biz aslında görsel malzeme olsun diye birbirimizle kavga ediyoruz' cümlesinin altına imza atsın. Mümkün değil. Açıkçası kadınların da umrunda değil bu görüntüler.
Konuyu çok fazla dağıtmadan yazdıklarıma getirmeyi isterdim fakat siz bunları dizi olarak izleyeceksiniz. Günü gelecek, o sahneleri benim yazdığımı bile fark etmeyeceksiniz, gün gelecek eski tv dizileri gibi bunu da unutacaksınız. İtiraf edin ki, en kıyak dizinizi unutmak için bile sadece bir seneye ihtiyacınız var ve bu da o kadar kısa bir zaman ki.
25 Kasım 2009 Çarşamba
teknoloji ve reklam (bu konuya da sık sık döneceğiz)
Hani şu teknolojiden medet umanlar var ya: Bitiyorum bu insanlara. Bunları dinlediğinizde fonda çalan müziğin aslında 'bir hit olmak üzere tasarlanmadığını' anlatırlar size: Yemek müziği. Ardından dünya çapında hit şarkı üretmek için formüller olduğuna ve hatta notaların öncelikle 'hit maker' adlı bilgisayar programına bir kere dinletilmesi gerektiğini düşünürsünüz.
Bu insanlar bir gün gerçekten 220 yıl yaşayacaklarını falan düşünürler ve nedense bu 220 yıllık buluşun kendileri ölmeden önce bulunup, paketlenip marketlerde satışa sunulacağını veya bir USB girişinden vücutlarına aktarılacağını düşünürler.
Küresel ısınma üzerine de garip bilgileri vardır ve hepsi 'bilimseldir'. Sakın yanlış anlamayın. Reklamcılar da en çok okunan, en çok izlenen reklam formülleri üretirler ve fakat bu formüller aynı zaman diliminde bir yerlerde varken, koskoca ajansların koskoca sıçışlardan kendilerini kurtaramadığı gerçeğini göz ardı ederler.
Son zamanlarda bu tipleri 'live' yakalayamıyorum. Genelde televizyonda banttan yayında falan yakalıyorum. Karşılarına geçip çok soru sorasım var. Bunlardan birkaç tanesi bizim ajansta çalışıyor ama nedense ben yanlarına geldiğimde susuyorlar. Ben de dedikodu sütunlarında 'geri kafalı' olarak bahsediliyorum.
Be adam! Madem bunun kuralları belli, o zaman neden 'strateji geliştireceğim' diye kıçını yırtıyorsun?
Haa, eğer 'bu bilgiler dünyada var fakat belirli bir zümrenin kullanımına açık bilgiler olarak İsviçre'de güvenli bir kasada saklanıyor' demeye devam ediyorsan, ben seni hiç kesmeyeyim, direkt olarak canlı yayına bağlayayım da, şu 220 yıllık ömrün boyunca izleyip eğlenecek kendine ait bir görüntün olsun bu dünyada. Hani yaşlanınca insanın stres sahibi olmaması gerekiyor ya... Ondan yani. Başka bir şeyden değil.
Bu insanlar bir gün gerçekten 220 yıl yaşayacaklarını falan düşünürler ve nedense bu 220 yıllık buluşun kendileri ölmeden önce bulunup, paketlenip marketlerde satışa sunulacağını veya bir USB girişinden vücutlarına aktarılacağını düşünürler.
Küresel ısınma üzerine de garip bilgileri vardır ve hepsi 'bilimseldir'. Sakın yanlış anlamayın. Reklamcılar da en çok okunan, en çok izlenen reklam formülleri üretirler ve fakat bu formüller aynı zaman diliminde bir yerlerde varken, koskoca ajansların koskoca sıçışlardan kendilerini kurtaramadığı gerçeğini göz ardı ederler.
Son zamanlarda bu tipleri 'live' yakalayamıyorum. Genelde televizyonda banttan yayında falan yakalıyorum. Karşılarına geçip çok soru sorasım var. Bunlardan birkaç tanesi bizim ajansta çalışıyor ama nedense ben yanlarına geldiğimde susuyorlar. Ben de dedikodu sütunlarında 'geri kafalı' olarak bahsediliyorum.
Be adam! Madem bunun kuralları belli, o zaman neden 'strateji geliştireceğim' diye kıçını yırtıyorsun?
Haa, eğer 'bu bilgiler dünyada var fakat belirli bir zümrenin kullanımına açık bilgiler olarak İsviçre'de güvenli bir kasada saklanıyor' demeye devam ediyorsan, ben seni hiç kesmeyeyim, direkt olarak canlı yayına bağlayayım da, şu 220 yıllık ömrün boyunca izleyip eğlenecek kendine ait bir görüntün olsun bu dünyada. Hani yaşlanınca insanın stres sahibi olmaması gerekiyor ya... Ondan yani. Başka bir şeyden değil.
24 Kasım 2009 Salı
google'a reklam veriyorlar. hadi bakalım. öyle böyle değil (!)
'Google'a reklam verelim' cümlesini duyduğumda kaşlarım çatılmıştı zaten. 'Neden ki?' diye düşündüm. 'Haydi belki destekleyici olabilir ama…' diye adamın beyninin içine girmiş oralarda 'nasıl manzaralar var acaba' diye gezinirken adam konuşmaya devam ediyordu:
- Şu anda dünyada milyarlarca insan her gün nereye bakıyor? Diye sorup kendi kendine cevabı vereceğini de belli ediyor: 'Google hepimizin baktığı yer olarak orada duruyor işte. Neden buraya ilan vermeyelim?'
Kaşlarım çatık duruyorum. Dönüp Mük'e 'bu ne toplantısıydı?' diye soruyorum. O benim yaşlandığımı düşünüyor olabilir fakat ben gerçekten bu cümleleri duymaktan bıktım. Birisi de 'tüm internet sitelerinde reklam çıkartmak istiyorsak bunu nasıl yapabiliriz?' diye sormuştu yıllar önce. Hadi o yıllar önce idi - cehalet mazur görülebilirdi - fakat şu anda masa takvimine bakıyorum ve 2009'u gösteriyor o kağıt parçası bana.
- Şimdiye kadar kimse bunu denemedi. Diyerek argümanlarına devam ediyor.
Koskoca adamsın. Diyorum içimden.
Bas emekliliğini, çek git. Diyorum.
Olmayan ilgimi de kaybettim artık. Düşünün ki sizin de ulaşmaya çalıştığınız kitle kafa olarak benimle aynı halde.
- Daha güzel bir öneride bulunayım mı? Diyorum dışımdan.
- (Heyecanlı bakışları ile bana dönüyor) Söyleyin JC Bey, diyor.
- Youtube'daki tüm videoları bir daha çekip, sizin logoyu da içine bir yerlere monte edelim ve tekrar Youtube'a yükleyelim mi? Ne dersiniz? Bunu da kimse denemedi. Gerçi biraz pahalı olur ama… Olsun.
Odadaki herkesi şaşkın bakışlar içerisinde bırakıp odadan çıkıyorum. Mük'ün kulağına 'lütfen bu toplantının devamında edilecek komik cümleleri de not edip twitter'dan basar mısın hepimizin mutluluğu için?' diye de ekliyorum.
Umarım müşteri tarafındaki kendini akıllı zannedenlerden biri kendi patronunun salak önerisini görmezden gelip benimle ilgili 'çok salak önerilerde bulunuyor' diyecek kadar işini ciddiye almıyordur.
Geçenlerde birisi de, yine bu kodamanlardan birinin 'internet ucuz olduğu için oraya da para harcıyoruz' dediğini söylemişti.
Hepsinin ortak yönleri şu idi: Saçları bembeyazdı ve kafaları kel falan değildi.
Sanırım gerçekten de akıllı başta saç durmuyor. Aynaya bakmak üzere ajansın lavabosuna giriyorum. Saçlarımı kontrol etmek üzereyken unisex lavaboda AG sürtüğünün eteğini yukarı çekmiş halde klozette otururken kapıyı kapatmamayı tercih ettiğini hatırlamak için geç kaldığımı fark ediyorum.
- Şu anda dünyada milyarlarca insan her gün nereye bakıyor? Diye sorup kendi kendine cevabı vereceğini de belli ediyor: 'Google hepimizin baktığı yer olarak orada duruyor işte. Neden buraya ilan vermeyelim?'
Kaşlarım çatık duruyorum. Dönüp Mük'e 'bu ne toplantısıydı?' diye soruyorum. O benim yaşlandığımı düşünüyor olabilir fakat ben gerçekten bu cümleleri duymaktan bıktım. Birisi de 'tüm internet sitelerinde reklam çıkartmak istiyorsak bunu nasıl yapabiliriz?' diye sormuştu yıllar önce. Hadi o yıllar önce idi - cehalet mazur görülebilirdi - fakat şu anda masa takvimine bakıyorum ve 2009'u gösteriyor o kağıt parçası bana.
- Şimdiye kadar kimse bunu denemedi. Diyerek argümanlarına devam ediyor.
Koskoca adamsın. Diyorum içimden.
Bas emekliliğini, çek git. Diyorum.
Olmayan ilgimi de kaybettim artık. Düşünün ki sizin de ulaşmaya çalıştığınız kitle kafa olarak benimle aynı halde.
- Daha güzel bir öneride bulunayım mı? Diyorum dışımdan.
- (Heyecanlı bakışları ile bana dönüyor) Söyleyin JC Bey, diyor.
- Youtube'daki tüm videoları bir daha çekip, sizin logoyu da içine bir yerlere monte edelim ve tekrar Youtube'a yükleyelim mi? Ne dersiniz? Bunu da kimse denemedi. Gerçi biraz pahalı olur ama… Olsun.
Odadaki herkesi şaşkın bakışlar içerisinde bırakıp odadan çıkıyorum. Mük'ün kulağına 'lütfen bu toplantının devamında edilecek komik cümleleri de not edip twitter'dan basar mısın hepimizin mutluluğu için?' diye de ekliyorum.
Umarım müşteri tarafındaki kendini akıllı zannedenlerden biri kendi patronunun salak önerisini görmezden gelip benimle ilgili 'çok salak önerilerde bulunuyor' diyecek kadar işini ciddiye almıyordur.
Geçenlerde birisi de, yine bu kodamanlardan birinin 'internet ucuz olduğu için oraya da para harcıyoruz' dediğini söylemişti.
Hepsinin ortak yönleri şu idi: Saçları bembeyazdı ve kafaları kel falan değildi.
Sanırım gerçekten de akıllı başta saç durmuyor. Aynaya bakmak üzere ajansın lavabosuna giriyorum. Saçlarımı kontrol etmek üzereyken unisex lavaboda AG sürtüğünün eteğini yukarı çekmiş halde klozette otururken kapıyı kapatmamayı tercih ettiğini hatırlamak için geç kaldığımı fark ediyorum.
23 Kasım 2009 Pazartesi
sıradan pazartesi
- …. You got, homeless people, with no food to eat….
JC FM'in sabah seansında bu şarkıyı açan kişi kimdir diye merak ederek güne başlıyorum. Salonda bangır bangır çalan radyoyu kapatmam uzun bir zaman alıyor.
Mutfak masasında bir adet Lucky Strike buluyorum. Kahveyi beklerken yakıyorum. İlk yudumu aldıktan sonra evin içine bakınıyorum. O sırada aklıma nedense şu yıllar önce gece ajanstan çıkıp eve dönerken 'ıssız adam' pozları ile yoldan hiç tanımadığı bir hatun kaldırdıktan sonra soyulan herifi hatırlıyorum. Ah bu reklamcılar. Ertesi gün gazeteye çıkarttığı ilanla birlikte kendi haberini de çıkartmayı hayalinde kuruyor muydu acaba? Eminim bu şekilde değildir.
Bu duygularla arabaya atlayıp ajansa gidiyorum. Asansöre binerken dokuzuncu kattaki kıza rastlıyorum. İçim rahatlıyor.
İnsanın kendisine böyle çok fazla samimiyeti olmamasına rağmen gördüğü zaman mutluluk duyduğu insanlar seçmesi güzel bir davranış. Emeklilikte yazmak üzere bir kişisel gelişim kitabı yazmayı da o sırada kafama not ediyorum ve bunu da bir madde olarak eklemeyi yanına yazıyorum.
Sırf bu büyünün kalkacağını düşündüğüm için yaklaşmıyorum bu kıza daha fazla. Aslında sadece bu kıza değil, daha birçok kıza. Onlar uzakta ve tek başlarına olmalılar sanki. Hani uzun zamandır bayılıp kafanda bir şekillere soktuğun insanla tanıştıktan üç dakika sonra hayallerinin gerçekten hayal olduğunu görüp yıkılmak gibi.
Biliyor musunuz? Bu teori yüzünden insanlar sadece ilk tanıştıkları sırada aşık olduğu insanlarla evlenmeyi tercih ediyorlar.
Tabi bu öyle bir zar ki… Ya altılı atıyorsun ya birli. Ha bir de öteki anlamı ile kullanırsak zarı: Ya hapşurunca patlar ya da bıçak batırsan bile delinmez. Öyle bir meret bu.
JC FM'in sabah seansında bu şarkıyı açan kişi kimdir diye merak ederek güne başlıyorum. Salonda bangır bangır çalan radyoyu kapatmam uzun bir zaman alıyor.
Mutfak masasında bir adet Lucky Strike buluyorum. Kahveyi beklerken yakıyorum. İlk yudumu aldıktan sonra evin içine bakınıyorum. O sırada aklıma nedense şu yıllar önce gece ajanstan çıkıp eve dönerken 'ıssız adam' pozları ile yoldan hiç tanımadığı bir hatun kaldırdıktan sonra soyulan herifi hatırlıyorum. Ah bu reklamcılar. Ertesi gün gazeteye çıkarttığı ilanla birlikte kendi haberini de çıkartmayı hayalinde kuruyor muydu acaba? Eminim bu şekilde değildir.
Bu duygularla arabaya atlayıp ajansa gidiyorum. Asansöre binerken dokuzuncu kattaki kıza rastlıyorum. İçim rahatlıyor.
İnsanın kendisine böyle çok fazla samimiyeti olmamasına rağmen gördüğü zaman mutluluk duyduğu insanlar seçmesi güzel bir davranış. Emeklilikte yazmak üzere bir kişisel gelişim kitabı yazmayı da o sırada kafama not ediyorum ve bunu da bir madde olarak eklemeyi yanına yazıyorum.
Sırf bu büyünün kalkacağını düşündüğüm için yaklaşmıyorum bu kıza daha fazla. Aslında sadece bu kıza değil, daha birçok kıza. Onlar uzakta ve tek başlarına olmalılar sanki. Hani uzun zamandır bayılıp kafanda bir şekillere soktuğun insanla tanıştıktan üç dakika sonra hayallerinin gerçekten hayal olduğunu görüp yıkılmak gibi.
Biliyor musunuz? Bu teori yüzünden insanlar sadece ilk tanıştıkları sırada aşık olduğu insanlarla evlenmeyi tercih ediyorlar.
Tabi bu öyle bir zar ki… Ya altılı atıyorsun ya birli. Ha bir de öteki anlamı ile kullanırsak zarı: Ya hapşurunca patlar ya da bıçak batırsan bile delinmez. Öyle bir meret bu.
22 Kasım 2009 Pazar
gizli
Pazar günümü blog yazmak için ayırdığıma bakarak hakkımda yargılara kapılmayın.
Aman, ne diyorum ben. Hayat yargılara kapılıp gitmekten başka bir şey değil zaten. Ne kadar aksini iddia eden insan olsa da böyle olacak herhalde.
Sitenin kafesindeki bayıldığım garson kız olmadığı için çoktandır uğramıyordum. O arada yeni bir kız başlamış işe. Servisi çok iyi. Muhabbet dersen tıkırında. Fakat o garson kıza karşı duyduğum ilgiyi kendimde göremiyorum.
Aloe Vera çıkıp geliyor.
- Yine markette hiç gazete kalmamış, diyor.
- (kıs kıs gülüyorum içimden) Gazeteler kadar gereksiz bir şey yoktur. Orman düşmanı. Diyorum dışımdan.
Sabah erken kalkıp marketteki tüm gazeteleri satın alıp geri dönüşüme gönderdiğimi Aloe Vera'nın nasıl hiç duymadığına şaşırıyorum. Sanırım insanların hakkımda bilmediği çok şey var ve bunu pekiştirmek için daha fazla blog yazmam ve onu gizlemem gerekiyor.
Ne demişler? İnsanların bir şeyi bulamamasını istiyorsanız onu gözlerinin önüne koyun. Aha işte o mantık.
Aman, ne diyorum ben. Hayat yargılara kapılıp gitmekten başka bir şey değil zaten. Ne kadar aksini iddia eden insan olsa da böyle olacak herhalde.
Sitenin kafesindeki bayıldığım garson kız olmadığı için çoktandır uğramıyordum. O arada yeni bir kız başlamış işe. Servisi çok iyi. Muhabbet dersen tıkırında. Fakat o garson kıza karşı duyduğum ilgiyi kendimde göremiyorum.
Aloe Vera çıkıp geliyor.
- Yine markette hiç gazete kalmamış, diyor.
- (kıs kıs gülüyorum içimden) Gazeteler kadar gereksiz bir şey yoktur. Orman düşmanı. Diyorum dışımdan.
Sabah erken kalkıp marketteki tüm gazeteleri satın alıp geri dönüşüme gönderdiğimi Aloe Vera'nın nasıl hiç duymadığına şaşırıyorum. Sanırım insanların hakkımda bilmediği çok şey var ve bunu pekiştirmek için daha fazla blog yazmam ve onu gizlemem gerekiyor.
Ne demişler? İnsanların bir şeyi bulamamasını istiyorsanız onu gözlerinin önüne koyun. Aha işte o mantık.
20 Kasım 2009 Cuma
müziksel sı.ış
AJ ile çoktandır müzik yapmadığımızı fark ediyorum. Atlayıp prova salonuna gidiyoruz. AJ facebook'tan duyurusunu öğlen saatlerinden itibaren yapmış olduğu için akşamki kalabalık fena değil. Yeni bir gitarist bulmuşlar. Onu da test etmiş oluruz.
İçki servisi başlıyor. Kafalar biraz daha toplanmaya başlıyor.
Bateristleri de fena değil. Biraz da gitar mı denesem acaba diyorum. Yeni çocuk beni hafiften gaza getiriyor. Anladığımız kadarıyla Van Halen'ımızın bir rakibe ihtiyacı var bu gece:
- Satriani değilim ama deneriz bir şeyler, diyorum.
Hung in a Bad Place'i deniyoruz. Bir iki deneme sonrası herkes rolünü benimsiyor ve mikrofondan duyurumuzu yapıp başlıyoruz. Ritim gitarda fena değilim bugün. Yeni çocuk baya iyi ama. Bilhassa soloyu duyduktan sonra bu hisse daha fazla kapıldım. Vokaldeki çocuk da iyiydi baya. Mikrofonu Liam gibi yüksekte tutup altına eğilerek söylemesi pek özgün bir adam hissi vermedi ama iyi bir imitasyondu.
- Nerede çalışıyosun? Diye soruyorum gitarist çocuğa ve cevap olarak hiç tahmin etmediğim bir yer söylüyor: Müşteri tarafında, üstelik marketing bile değil. Production adamı. Kesin mühendis!
O gece kendimi bateride de o kadar iyi hissetiyorum. Bir gün öncesindeki istatistik başarısızlığımı da hatırlayınca Cuma gecesi çekilmez bir hal alıyor.
Dikkatimi dağıtıp kendimi iyi hissetmek için Madam De Le Patronaj'ı da yanımıza alarak Mük'le birlikte takılmaya çıkıyoruz. Rock'tan çıkıp Eurodance'e atıyorum kendimi. Biliyorum. Tuhaf bir adamım ama hayatın zevklerinin çoğunun farkındayım.
İçki servisi başlıyor. Kafalar biraz daha toplanmaya başlıyor.
Bateristleri de fena değil. Biraz da gitar mı denesem acaba diyorum. Yeni çocuk beni hafiften gaza getiriyor. Anladığımız kadarıyla Van Halen'ımızın bir rakibe ihtiyacı var bu gece:
- Satriani değilim ama deneriz bir şeyler, diyorum.
Hung in a Bad Place'i deniyoruz. Bir iki deneme sonrası herkes rolünü benimsiyor ve mikrofondan duyurumuzu yapıp başlıyoruz. Ritim gitarda fena değilim bugün. Yeni çocuk baya iyi ama. Bilhassa soloyu duyduktan sonra bu hisse daha fazla kapıldım. Vokaldeki çocuk da iyiydi baya. Mikrofonu Liam gibi yüksekte tutup altına eğilerek söylemesi pek özgün bir adam hissi vermedi ama iyi bir imitasyondu.
- Nerede çalışıyosun? Diye soruyorum gitarist çocuğa ve cevap olarak hiç tahmin etmediğim bir yer söylüyor: Müşteri tarafında, üstelik marketing bile değil. Production adamı. Kesin mühendis!
O gece kendimi bateride de o kadar iyi hissetiyorum. Bir gün öncesindeki istatistik başarısızlığımı da hatırlayınca Cuma gecesi çekilmez bir hal alıyor.
Dikkatimi dağıtıp kendimi iyi hissetmek için Madam De Le Patronaj'ı da yanımıza alarak Mük'le birlikte takılmaya çıkıyoruz. Rock'tan çıkıp Eurodance'e atıyorum kendimi. Biliyorum. Tuhaf bir adamım ama hayatın zevklerinin çoğunun farkındayım.
19 Kasım 2009 Perşembe
istatistiksel sı.ış
Dün akşam beni zorla bir toplantıya soktular. Toplantıyı duyurmak için Estel'i göndermiş olması, AG'nin sürtüklükte ne kadar zirve yaptığını gösterdiği gibi aynı zamanda beğendiğim şeyleri nasıl da çabuk kaptığını gösteriyor. Neyse.
Toplantıda yanıma Estel'in düşmüş olması ise tamamen bir tesadüf.
Fısıltıyla konuşmak gerektiği zamanları nedense çok seviyorum. Estel'in mis gibi parfüm kokusunu içime çekerek ve yanağına dokunma ihtimaline heyecanlanarak zırt pırt bir şeyler söylüyorum.
Bu tip durumlarda karşı taraf ile aynı anda bir şey söylemek için birbirinize döndüğünüzde öpüşme ihtimali de vardır. Sanırım Estel de bunun farkında zira zırt pırt birbirimizin kulağına bir şeyler fısıldamaktan ötürü toplantının hangi konuda olduğundan bile haberdar değilim.
Toplantının sonunda ise artık fısıldaşmaya gerek kalmayan bir bölüm geliyor. AG Sürtüğü yerinden kalkıyor ve diyor ki:
- Sevgili Miranda'mız bu ay sonunda evleniyor. Diye açıklama yapıyor.
Kameram, Miranda'nın üzerine kayıyor:
- Kimle? Diye bağırıyorum.
Sesimin yüksek perdeden çıkmış olması 'benden başka kimseyle evlenemez' perdesi olarak algılanıyor ama sadık okurlarımın da bildiği gibi olay bu yüzden değil. O kızın kalbi bir başkasına ait ve o adamla evleniyor olma şansı, benim istatistiklerimle bakıldığında % 0 (yazıyla yüzde sıfır).
Bana ismi söylüyorlar.
- Bir dakika, diyerek odadan çıkıyorum.
Kreatif grubun odasına girerek, o çocuğa bakınıyorum. Görüyorum. Yanına gidip 'senin ismin ne?' diye soruyorum.
Çocuğun bana söylediği isim, toplantı odasında söylenen ismin aynısı.
- Holly Shit! Diyorum ve toplantı odasına dönmek yerine eve dönmeyi tercih ediyorum.
Evlilik konusu üzerine güzel bir chapter daha yazacağımı iliklerime kadar hissediyorum. Merakla bekleyiniz. Elbette bazı gözlemlerim doğru çıkmayabilir ama o maçtaki yenilgimi telafi edecek bir rövanş maçım her zaman olacaktır. Üstelik buradaki yenilgiden sadece sizin haberiniz var. Çaktırsanız da olur. Rövanş maçındaki oyunumu görünce hastır diyeceksiniz!
Toplantıda yanıma Estel'in düşmüş olması ise tamamen bir tesadüf.
Fısıltıyla konuşmak gerektiği zamanları nedense çok seviyorum. Estel'in mis gibi parfüm kokusunu içime çekerek ve yanağına dokunma ihtimaline heyecanlanarak zırt pırt bir şeyler söylüyorum.
Bu tip durumlarda karşı taraf ile aynı anda bir şey söylemek için birbirinize döndüğünüzde öpüşme ihtimali de vardır. Sanırım Estel de bunun farkında zira zırt pırt birbirimizin kulağına bir şeyler fısıldamaktan ötürü toplantının hangi konuda olduğundan bile haberdar değilim.
Toplantının sonunda ise artık fısıldaşmaya gerek kalmayan bir bölüm geliyor. AG Sürtüğü yerinden kalkıyor ve diyor ki:
- Sevgili Miranda'mız bu ay sonunda evleniyor. Diye açıklama yapıyor.
Kameram, Miranda'nın üzerine kayıyor:
- Kimle? Diye bağırıyorum.
Sesimin yüksek perdeden çıkmış olması 'benden başka kimseyle evlenemez' perdesi olarak algılanıyor ama sadık okurlarımın da bildiği gibi olay bu yüzden değil. O kızın kalbi bir başkasına ait ve o adamla evleniyor olma şansı, benim istatistiklerimle bakıldığında % 0 (yazıyla yüzde sıfır).
Bana ismi söylüyorlar.
- Bir dakika, diyerek odadan çıkıyorum.
Kreatif grubun odasına girerek, o çocuğa bakınıyorum. Görüyorum. Yanına gidip 'senin ismin ne?' diye soruyorum.
Çocuğun bana söylediği isim, toplantı odasında söylenen ismin aynısı.
- Holly Shit! Diyorum ve toplantı odasına dönmek yerine eve dönmeyi tercih ediyorum.
Evlilik konusu üzerine güzel bir chapter daha yazacağımı iliklerime kadar hissediyorum. Merakla bekleyiniz. Elbette bazı gözlemlerim doğru çıkmayabilir ama o maçtaki yenilgimi telafi edecek bir rövanş maçım her zaman olacaktır. Üstelik buradaki yenilgiden sadece sizin haberiniz var. Çaktırsanız da olur. Rövanş maçındaki oyunumu görünce hastır diyeceksiniz!
18 Kasım 2009 Çarşamba
dış ses ve iç ses
Acı verici bir deneyim kapıdan içeri giriyor. CJ kılıklısı.
- JC, diyor. Bana yardım etmen lazım.
- Gebermeden önce syktyr CJ, diyorum.
- Vı- dediği sırada susturuyorum tekrar ve:
- Benle yazılı iletişim kuracağına dair bir memo göndermiş olmam gerekiyor sana Mükemmel Asistanımla. Diyorum. Mümkün olduğu kadar snobiş hareketler ve ses tonu ile yapıyorum bunu.
Hani insanın kendi kafa sesi farklıdır ya. 'Acaba seslendirme yapmaya mı başlasam bu ses tonumla?' diye düşünüyorum bir an. Neyse ki bizim dizide oldukça fazla dış ses kullanımı yapacağız.
Evet! N'olmuş? 70'lerin 80'lerin ve 90'ların ürünleriyiz biz! Dış-ses bizim için harika bir enstrümandı. Ve bir gün herkes bizim bu on yıllarda yaptığımız ürünlerimizi beğenecek.
Ben bunları düşünürken CJ kılıklısı odamdan def olup gitmiş.
JC FM* çalmaya başlıyor alttan. Hangi DJ bu şarkı için play'e bastıysa artık: After Dark (Tito & Tarantula) Bu sahne için daha iyi bir müzik olamazdı herhalde. Kıçını dönüp giden bir CJ kılıklısı ve After Dark.
Bir gun zevk için film çekmeye başladığım zamanlar bu CJ kılıklısına 'it herif' rolü oynatacağım. Ve izlerken ne kadar iyi bir casting'ci olduğumu kendime mırıldanıp duracağım.
* 'JC FM de ne ola?' diye soran alıklar için de link burada.
- JC, diyor. Bana yardım etmen lazım.
- Gebermeden önce syktyr CJ, diyorum.
- Vı- dediği sırada susturuyorum tekrar ve:
- Benle yazılı iletişim kuracağına dair bir memo göndermiş olmam gerekiyor sana Mükemmel Asistanımla. Diyorum. Mümkün olduğu kadar snobiş hareketler ve ses tonu ile yapıyorum bunu.
Hani insanın kendi kafa sesi farklıdır ya. 'Acaba seslendirme yapmaya mı başlasam bu ses tonumla?' diye düşünüyorum bir an. Neyse ki bizim dizide oldukça fazla dış ses kullanımı yapacağız.
Evet! N'olmuş? 70'lerin 80'lerin ve 90'ların ürünleriyiz biz! Dış-ses bizim için harika bir enstrümandı. Ve bir gün herkes bizim bu on yıllarda yaptığımız ürünlerimizi beğenecek.
Ben bunları düşünürken CJ kılıklısı odamdan def olup gitmiş.
JC FM* çalmaya başlıyor alttan. Hangi DJ bu şarkı için play'e bastıysa artık: After Dark (Tito & Tarantula) Bu sahne için daha iyi bir müzik olamazdı herhalde. Kıçını dönüp giden bir CJ kılıklısı ve After Dark.
Bir gun zevk için film çekmeye başladığım zamanlar bu CJ kılıklısına 'it herif' rolü oynatacağım. Ve izlerken ne kadar iyi bir casting'ci olduğumu kendime mırıldanıp duracağım.
* 'JC FM de ne ola?' diye soran alıklar için de link burada.
17 Kasım 2009 Salı
ertelenmişler klasörü
- Bu ajansın kreatif direktörü kim? Diye soruyorum yoldan geçen bir kreatif elemana.
- AJ Bey, diye cevap verince
- Afferim, diyorum. Yeraltı hareketi engellenemez!
Koridorda karşılaştığım insanları bir daha görme olasılığım gün geçtikçe azalıyor. Bunu 2000'lerin başından iyice hissetmeye başlamıştım. Artık her geçen gün bu hislerimin doğruluğunu anlayıp 'yaşlandın JC' diyorum kendi kendime. Özel ilgi alanlarıma yönelmeliyim artık. Yerime yeni bir işbitirici bulmam da gerekiyor fakat bunu devamlı erteliyorum. Bunun da farkına ne zaman vardım biliyor musunuz? Şimdi, size bu satırları yazarken.
Evet. Erteliyorum.
- AJ Bey, diye cevap verince
- Afferim, diyorum. Yeraltı hareketi engellenemez!
Koridorda karşılaştığım insanları bir daha görme olasılığım gün geçtikçe azalıyor. Bunu 2000'lerin başından iyice hissetmeye başlamıştım. Artık her geçen gün bu hislerimin doğruluğunu anlayıp 'yaşlandın JC' diyorum kendi kendime. Özel ilgi alanlarıma yönelmeliyim artık. Yerime yeni bir işbitirici bulmam da gerekiyor fakat bunu devamlı erteliyorum. Bunun da farkına ne zaman vardım biliyor musunuz? Şimdi, size bu satırları yazarken.
Evet. Erteliyorum.
16 Kasım 2009 Pazartesi
pazartesi teorisi
Haftasonunu mutlu geçiren bir birey için Pazartesi ne kadar ölü bir gün. Düşünsenize daha bir onbeş-yirmi saat önce neler yapıyordunuz ve şimdi neler düşünüyorsunuz?
Koridorda ilerlerken Estel'e rastlıyorum.
- Good morning sunshine, diyor bana! Bana!
Nutkum tutulduğu için gülümseyip geçmekle yetiniyorum. Nutkum neden tutuluyor? Hayır, kızın güzelliğinden değil. Beklemediğim anda beklemediğim bir tepkiyle karşılaştığımdan. İşe yeni başladığını çok fazla belli ediyor. Galiba şöyle diyebiliriz: Eğer bir Pazartesi günü, işyerinizde mutlu sözler eden bir tip görüyorsanız ya işe yeni başlamıştır ya da yeni bir iş teklifi almıştır.
Koridorda ilerlerken Estel'e rastlıyorum.
- Good morning sunshine, diyor bana! Bana!
Nutkum tutulduğu için gülümseyip geçmekle yetiniyorum. Nutkum neden tutuluyor? Hayır, kızın güzelliğinden değil. Beklemediğim anda beklemediğim bir tepkiyle karşılaştığımdan. İşe yeni başladığını çok fazla belli ediyor. Galiba şöyle diyebiliriz: Eğer bir Pazartesi günü, işyerinizde mutlu sözler eden bir tip görüyorsanız ya işe yeni başlamıştır ya da yeni bir iş teklifi almıştır.
13 Kasım 2009 Cuma
cuma günlerine özen gösterin: o sizin sevgilinizdir
Cuma günlerine karşı nasıl bir davranış sergilediğimizi düşünüyorum. İnsanlar Cuma günlerine gereken önemi gerçekten veriyor mu? İş olarak demiyorum, davul olasıcalar. İş kimin umrunda? Patronun mu? Valla size şöyle diyeyim: Şimdiye kadar işi hayatının önüne geçiren patron görmedim. Hayatı derken karısı-çoluğu-çocuğundan bahsetmiyorum: Kendisinden. Yani onlar da aslında işi kullanıyorlar.
Hepimiz bir şeyleri kullanıyoruz.
Ben de blogu kullanıyorum.
Hepimiz bir şeyleri kullanıyoruz.
Ben de blogu kullanıyorum.
12 Kasım 2009 Perşembe
AJ'de değişiklikler
AJ'in odasına gidiyorum.
Girer girmez köpürüyor:
- Starbucks'ta değildin geçen gün. Diyor.
- Starbucks'taydım ama başka bir şubede. Diyorum.
- Heyecanını kaçırdın tüm olayın. Diyor.
- Ne oldu? Diyorum.
- Haberin yok mu? Diye soruyor.
- Haberim varmış gibi mi duruyorum? Diye soruyorum.
- O halde benden öğrenemeyeceksin. Diyor.
İnatçılık ne zaman bu çocuğun huyları arasına girdi acaba?
Girer girmez köpürüyor:
- Starbucks'ta değildin geçen gün. Diyor.
- Starbucks'taydım ama başka bir şubede. Diyorum.
- Heyecanını kaçırdın tüm olayın. Diyor.
- Ne oldu? Diyorum.
- Haberin yok mu? Diye soruyor.
- Haberim varmış gibi mi duruyorum? Diye soruyorum.
- O halde benden öğrenemeyeceksin. Diyor.
İnatçılık ne zaman bu çocuğun huyları arasına girdi acaba?
11 Kasım 2009 Çarşamba
aloe vera ltd
Aloe Vera şirketi kurmuş. İlk bana haber veriyormuş. Tebrik ediyorum.
- Prodüksiyon işlerinde de birlikte çalışacağız, sonradan bozuk atmak yok. Diyorum.
- JC senle çalışmak büyük bir zevktir. Diyor.
Bakın, ben demiyorum, Aloe Vera diyor. Sonra kendi reklamımı yaptığımı düşünüp oturduğunuz yerde bıkbık etmeyin.
- Prodüksiyon işlerinde de birlikte çalışacağız, sonradan bozuk atmak yok. Diyorum.
- JC senle çalışmak büyük bir zevktir. Diyor.
Bakın, ben demiyorum, Aloe Vera diyor. Sonra kendi reklamımı yaptığımı düşünüp oturduğunuz yerde bıkbık etmeyin.
10 Kasım 2009 Salı
eleştiri postası
Kadın düşmanı olduğumu düşünmeyin. Kadın düşmanı olsaydım, erkeklerle takılıyor veya en azından götümü onlara dayayıp düşmanlık yapıyor olurdum.
Halbuki, ne düşmanlık yapıyorum, ne götümü erkeklere dayıyorum, ne de erkeklerle takılıyorum. Dikkatinizi çeker, arz ederim.
İlla ıssız adam tartışması yapmak istiyorsanız, sokak ıssız adam rolü oynayan gizli geylerle dolu. Gidin, onlarla sabaha kadar konuşun: Zaten adamcıkların ne konuşacak konuları var, ne de konuşacak arkadaşları. Vah vah.
Halbuki, ne düşmanlık yapıyorum, ne götümü erkeklere dayıyorum, ne de erkeklerle takılıyorum. Dikkatinizi çeker, arz ederim.
İlla ıssız adam tartışması yapmak istiyorsanız, sokak ıssız adam rolü oynayan gizli geylerle dolu. Gidin, onlarla sabaha kadar konuşun: Zaten adamcıkların ne konuşacak konuları var, ne de konuşacak arkadaşları. Vah vah.
9 Kasım 2009 Pazartesi
düşük bel
Düşük bel pantolon giymiş ve fakat zırt pırt o pantolonu yukarı çekip duruyor.
- Sen müştem grubundandın değil mi? Diye soruyorum kıza.
Ters bakışlarla: Evet. Diyor.
- Ama gözlüğünü sevdim, diyorum.
Güneş gözlüğünü yüzüne taktığı zaman güzelleşen kızlar var. Bu da onlardan biri. Pantolonunu çekip durmasa, akşam yemeği ısmarlayabilirdim ona. A bir de şu surattaki ters bakışlar olmasa idi.
Her daim savunma halinde olan kadınlar. Ürkütüyorlar beni. Zira yüzlerini güldürmeyi becerebiliyorum ama artık onca zahmete girmektense, ne olursa olsun yüzü gülen kadınlar var, onlardan alıyorum. Amerikayı bir daha keşfetmeye gerek yok. (Bu da nasıl bir cümledir: Amerikayı tekrar keşfetmeye gerek yok. Otomatikleşmenin anayasasındaki ilk cümle. Kesin bir kadının eseridir.)
- Sen müştem grubundandın değil mi? Diye soruyorum kıza.
Ters bakışlarla: Evet. Diyor.
- Ama gözlüğünü sevdim, diyorum.
Güneş gözlüğünü yüzüne taktığı zaman güzelleşen kızlar var. Bu da onlardan biri. Pantolonunu çekip durmasa, akşam yemeği ısmarlayabilirdim ona. A bir de şu surattaki ters bakışlar olmasa idi.
Her daim savunma halinde olan kadınlar. Ürkütüyorlar beni. Zira yüzlerini güldürmeyi becerebiliyorum ama artık onca zahmete girmektense, ne olursa olsun yüzü gülen kadınlar var, onlardan alıyorum. Amerikayı bir daha keşfetmeye gerek yok. (Bu da nasıl bir cümledir: Amerikayı tekrar keşfetmeye gerek yok. Otomatikleşmenin anayasasındaki ilk cümle. Kesin bir kadının eseridir.)
7 Kasım 2009 Cumartesi
notlar
Dün starbucks'ta otururken fark etmiştim. Not aldım:
- Bizde kadınlar, bir başka kadına anlatmak isteyecekleri şeyleri yaşamayı tercih ediyor. Mesela evlilik bunlardan bir tanesi; bir kadın, diğerine evlilik ile ilgili binbir türlü şey anlatabilir. Ama hiçbiri kocasının kendisini aldattığı kızı gösterip 'işte bak, kocam beni bununla aldattı' diye bir cümle kurmayacağı için, bu bilgiyi es geçer. Bu yüzden kadınlar, alışveriş, evlilik, kendi ofis başarıları, diğer kadınların sürtüklükleri ve faturalardan başka bir şeyden bahsetmezler. Eğer elinizde bunlarla ilgili bir malzeme varsa, hepsini onlara satabilirsiniz. Dildo mu? I-ıhh. Arkadaşlarına anlatamayacakları bir şeyi satın almak istemezler. Genel olarak bahsediyorum tabii. Yoksa elbette istisnalar kaideyi bozmaz. (Bu da nasıl bir cümledir: İstisnalar kaideyi bozmaz. Eminim, bu cümle bir kadının eseridir.)
- Bizde kadınlar, bir başka kadına anlatmak isteyecekleri şeyleri yaşamayı tercih ediyor. Mesela evlilik bunlardan bir tanesi; bir kadın, diğerine evlilik ile ilgili binbir türlü şey anlatabilir. Ama hiçbiri kocasının kendisini aldattığı kızı gösterip 'işte bak, kocam beni bununla aldattı' diye bir cümle kurmayacağı için, bu bilgiyi es geçer. Bu yüzden kadınlar, alışveriş, evlilik, kendi ofis başarıları, diğer kadınların sürtüklükleri ve faturalardan başka bir şeyden bahsetmezler. Eğer elinizde bunlarla ilgili bir malzeme varsa, hepsini onlara satabilirsiniz. Dildo mu? I-ıhh. Arkadaşlarına anlatamayacakları bir şeyi satın almak istemezler. Genel olarak bahsediyorum tabii. Yoksa elbette istisnalar kaideyi bozmaz. (Bu da nasıl bir cümledir: İstisnalar kaideyi bozmaz. Eminim, bu cümle bir kadının eseridir.)
6 Kasım 2009 Cuma
saçmalık yarışı
Bir önceki postta bahsettiğim şey, Mük ile geliştirdiğimiz 'Saçmalık yarışı' idi.
Bu seferkini de ben kazandım. Durum 6-3 oldu.
Bu seferkini de ben kazandım. Durum 6-3 oldu.
5 Kasım 2009 Perşembe
starbucks
Mük'le kahvelerimizi yudumlayıp çevre masalarda oturanları keserken telefon da bizim sohbetimizi kesiyor.
- Ne var?
Telefondaki AJ.
- JC, oğlum, neredesin?
- Starbucks'tayız.
- Sakın kaybolmayın geliyorum. Diyor ve kapatıyor.
Ama hangi starbucks'ta olduğumuzu sormayı unuttuğu için, sanırım önümüzdeki birkaç saat içerisinde görüşmemiz olası değil.
- Ben kazandım. Diyorum Mük'e.
- Neyi kaçırdım? Diye soruyor.
- Arkandaki kız çantasını kurcalarken, dildosunu düşürdü.
- İnanmam! Diyerek arkasını dönüyor ve ben devam ediyorum:
- Sonra onun bir şemsiye olduğunu hatırlayıp etraftan gören biri oldu mu diye bakmaktan vazgeçti. Diyorum.
- Ne var?
Telefondaki AJ.
- JC, oğlum, neredesin?
- Starbucks'tayız.
- Sakın kaybolmayın geliyorum. Diyor ve kapatıyor.
Ama hangi starbucks'ta olduğumuzu sormayı unuttuğu için, sanırım önümüzdeki birkaç saat içerisinde görüşmemiz olası değil.
- Ben kazandım. Diyorum Mük'e.
- Neyi kaçırdım? Diye soruyor.
- Arkandaki kız çantasını kurcalarken, dildosunu düşürdü.
- İnanmam! Diyerek arkasını dönüyor ve ben devam ediyorum:
- Sonra onun bir şemsiye olduğunu hatırlayıp etraftan gören biri oldu mu diye bakmaktan vazgeçti. Diyorum.
4 Kasım 2009 Çarşamba
önemli toplantı(!)
Takım elbiseliler odama dalıyorlar. İki oğlan bir kız.
- Şanslı günümdeyim galiba. Yoksa doğum günü sürprizi mi? Üstünüzdekileri çıkarttığınızda altınızdan güreşçi kıyafetleri mi çıkacak?
Daha fazla konuşup, cümle kurmama izin vermiyorlar.
- Çok önemli gelişmeler var JC. Toplantı odasına gelmeni istiyoruz. Diyorlar bana.
Tüh, ben de bir bok var sanmıştım.
- Geliyorum geliyorum. Diyerek, Mük'ü kolundan tuttuğum gibi asansörlere gidiyorum.
- Hani beni özlemiştin ya, hadi bugün özlem giderelim. Ajans dışında. Diyorum.
Takım elbiselilerle ajansta toplantı: Çok da tınnn.
- Şanslı günümdeyim galiba. Yoksa doğum günü sürprizi mi? Üstünüzdekileri çıkarttığınızda altınızdan güreşçi kıyafetleri mi çıkacak?
Daha fazla konuşup, cümle kurmama izin vermiyorlar.
- Çok önemli gelişmeler var JC. Toplantı odasına gelmeni istiyoruz. Diyorlar bana.
Tüh, ben de bir bok var sanmıştım.
- Geliyorum geliyorum. Diyerek, Mük'ü kolundan tuttuğum gibi asansörlere gidiyorum.
- Hani beni özlemiştin ya, hadi bugün özlem giderelim. Ajans dışında. Diyorum.
Takım elbiselilerle ajansta toplantı: Çok da tınnn.
3 Kasım 2009 Salı
telefon
Akşam telefon çalıyor. Arayan Mük.
- JC nerelerdesin?
- Aloe Vera'daydım.
- Peki neden telefonunu açmıyorsun?
- Ev telefonundan arayıp durduğunu fark etmiyor musun?
- (bir süre sessizlik) Aa ne zaman kaydettim bu numarayı ben?
- Neden arayıp duruyorsun beni?
- Seni özledim JC.
- E yarın görüşeceğiz işte.
- İyi peki. Haydi görüşürüz.
Telefonu kapatır kapatmaz bu telefon konuşmasını bir sahne olarak yazmak için notlarımın arasına yazıyorum.
- JC nerelerdesin?
- Aloe Vera'daydım.
- Peki neden telefonunu açmıyorsun?
- Ev telefonundan arayıp durduğunu fark etmiyor musun?
- (bir süre sessizlik) Aa ne zaman kaydettim bu numarayı ben?
- Neden arayıp duruyorsun beni?
- Seni özledim JC.
- E yarın görüşeceğiz işte.
- İyi peki. Haydi görüşürüz.
Telefonu kapatır kapatmaz bu telefon konuşmasını bir sahne olarak yazmak için notlarımın arasına yazıyorum.
2 Kasım 2009 Pazartesi
yapraklar
Eve geldiğimde kapıda Aloe Vera'yı buluyorum. Kapımın önüne birikmiş yaprakları süpürüyor.
- Bunları ben yapmasam, senin evde bir ölü var zannedecekler. Diye tepki gösteriyor bana. Hafiften gergin gibi.
Süpürgesini elinden alıp, 'nen var?' diyorum. Benzetme gibi olsun; süpürgeli bir cadı olmuş adeta. Ben de 70'lerden bir Türk film karakteri gibi konuşuyorum adeta.
Freelance işlerden canı sıkılmış meğersem. Kimse parasını ödemiyormuş, borcu olan adam gelip iş istemeye devam ediyormuş, falanmış filanmış.
İşbitiricilik damarım kabarıyor akşam akşam: Kuzum sen bir şirket kursana, diyorum ona. Faturayı kes yolla!
Yüzündeki gerginlik ifadesi hafiften kalkıyor. Ben de mutlu oluyorum.
- Haydi şimdi bana bir margarita yap, ben de senin kapının önündeki yaprakları süpüreyim, diyorum.
- Kapımın önünde yaprak yok ki, diyor.
- E zaten bunu bildiğim için öyle dedim, diyorum. Hafiften bir prodüktörlük bulaştı üstüme galiba son zamanlarda. Bu hınzırlık, doğuştan gelen özelliklerim arasında yoktu.
- Bunları ben yapmasam, senin evde bir ölü var zannedecekler. Diye tepki gösteriyor bana. Hafiften gergin gibi.
Süpürgesini elinden alıp, 'nen var?' diyorum. Benzetme gibi olsun; süpürgeli bir cadı olmuş adeta. Ben de 70'lerden bir Türk film karakteri gibi konuşuyorum adeta.
Freelance işlerden canı sıkılmış meğersem. Kimse parasını ödemiyormuş, borcu olan adam gelip iş istemeye devam ediyormuş, falanmış filanmış.
İşbitiricilik damarım kabarıyor akşam akşam: Kuzum sen bir şirket kursana, diyorum ona. Faturayı kes yolla!
Yüzündeki gerginlik ifadesi hafiften kalkıyor. Ben de mutlu oluyorum.
- Haydi şimdi bana bir margarita yap, ben de senin kapının önündeki yaprakları süpüreyim, diyorum.
- Kapımın önünde yaprak yok ki, diyor.
- E zaten bunu bildiğim için öyle dedim, diyorum. Hafiften bir prodüktörlük bulaştı üstüme galiba son zamanlarda. Bu hınzırlık, doğuştan gelen özelliklerim arasında yoktu.
30 Ekim 2009 Cuma
Mük
Mük, uzun süredir solaryuma gidiyormuş. Her gün gördüğüm için farkına varmamışım ama geçen gün solaryumda uyuyakaldığı için birkaç gün daha fazla koyulaştığı için bronzlaştığını yakalayabiliyorum.
- Ofis ışıklarına bronzlaştırma etkisi mi koymuşlar? Ofisten hiç çıkmadığın halde nasıl bu kadar bronz kalabiliyorsun? Diye sorduğumda bana hikayenin tamamını anlatıyor.
İnsanlar, sevgilileri olmadığı zaman bireysel aktivitelere daha çok zaman ayırıyor galiba diye bir not düşüyorum CofThoughts isimli text dosyama. Benim bunu yazdığımı görünce bana 'senin ne zaman sevgilin olmuştu en son?' diye soruyor. Aklınca beni zora sokuyor.
İşte bu yüzden bireysel aktivitelerde bu kadar iyiyim yavrum. Beni bir çöle bırak, bir kere sıkıldım dersem, bedevilerle uzun eşek oynayacağıma dair söz veriyorum.
- Ofis ışıklarına bronzlaştırma etkisi mi koymuşlar? Ofisten hiç çıkmadığın halde nasıl bu kadar bronz kalabiliyorsun? Diye sorduğumda bana hikayenin tamamını anlatıyor.
İnsanlar, sevgilileri olmadığı zaman bireysel aktivitelere daha çok zaman ayırıyor galiba diye bir not düşüyorum CofThoughts isimli text dosyama. Benim bunu yazdığımı görünce bana 'senin ne zaman sevgilin olmuştu en son?' diye soruyor. Aklınca beni zora sokuyor.
İşte bu yüzden bireysel aktivitelerde bu kadar iyiyim yavrum. Beni bir çöle bırak, bir kere sıkıldım dersem, bedevilerle uzun eşek oynayacağıma dair söz veriyorum.
28 Ekim 2009 Çarşamba
creative director meselesi
Boyalı BB'ye bir ziyarette bulunayım diyorum. Hani haberlerdeki gibi 'çeşitli temaslarda bulunmak üzere üst kata çıkan JC...' cümlesi çınlıyor zihnimde. Elinde Starbucks bardakları ile yanımdan geçen kızlara selam veriyorum. Frappe alan kızlar eğer etek giymişlerse, muayyen günlerindedir diye düşünürüm hep. Bu düşünceye neden kapıldım bilmiyorum ama.
BB'ciğim asistanı ile brainstorming seansına girmiş. 'Rahatsız etmeyin' yazısının üzerine cebimden çıkarttığım 'sigara içilmez' sticker'ını yapıştırarak içeriye dalıyorum.
Sessiz bir adam olduğum için 'kapıda ne yazıyordu?' diye tepki göstermeden içeriye girmeme izin veriyorlar. Sonra kupalarındaki bitkisel çaylarına sarılıp, hep bir ağızdan 'Naber JC?' diye soruyorlar.
- İyidir kızlar, sizi sormalı. Yardıma ihtiyacınız var mı?
- Aslında var, diyor BB. Kreatif grup ile ilgili neler yapabiliriz, onu düşünüyorduk. Zira arkadaşlar son günlerde biraz rahatsız olduklarını dile getirdiler. Diye tamamlıyor cümlesini BB.
- Onlara güzel bir kreatif direktör bulman, çocukları biraz neşelendirebilir. Diyorum. Sonra ekliyorum: İstersen ben sana gidip şehrin en iyi kreatif direktörünü getirebilirim.
Boyalı BB, kendi arazisine girildiği için biraz rahatsız oluyor ama 'pozitif enerji' diye mırıldanarak bunu da atlatıyor.
Boyalı BB muhtemelen benim neden böyle tuhaf bir meslek dalında olduğumu düşünerek yüzüme bakıyor. Asistanı, Boyalı BB ile ikimizin arasında herhangi bir şey olduğuna dair bir sinyal yakalayabilir miyim acaba bakışları ile bize bakıyor.
İnsan Kaynakları, neyin yanlış gittiğini ondan bundan çok daha iyi bildiği halde, neden bunu düzeltmek için kendi arasında brainstorming yapar ki? Ben de bunu anlamaya çalışıyorum şu anda.
Öyle bir sahne işte.
BB'ciğim asistanı ile brainstorming seansına girmiş. 'Rahatsız etmeyin' yazısının üzerine cebimden çıkarttığım 'sigara içilmez' sticker'ını yapıştırarak içeriye dalıyorum.
Sessiz bir adam olduğum için 'kapıda ne yazıyordu?' diye tepki göstermeden içeriye girmeme izin veriyorlar. Sonra kupalarındaki bitkisel çaylarına sarılıp, hep bir ağızdan 'Naber JC?' diye soruyorlar.
- İyidir kızlar, sizi sormalı. Yardıma ihtiyacınız var mı?
- Aslında var, diyor BB. Kreatif grup ile ilgili neler yapabiliriz, onu düşünüyorduk. Zira arkadaşlar son günlerde biraz rahatsız olduklarını dile getirdiler. Diye tamamlıyor cümlesini BB.
- Onlara güzel bir kreatif direktör bulman, çocukları biraz neşelendirebilir. Diyorum. Sonra ekliyorum: İstersen ben sana gidip şehrin en iyi kreatif direktörünü getirebilirim.
Boyalı BB, kendi arazisine girildiği için biraz rahatsız oluyor ama 'pozitif enerji' diye mırıldanarak bunu da atlatıyor.
Boyalı BB muhtemelen benim neden böyle tuhaf bir meslek dalında olduğumu düşünerek yüzüme bakıyor. Asistanı, Boyalı BB ile ikimizin arasında herhangi bir şey olduğuna dair bir sinyal yakalayabilir miyim acaba bakışları ile bize bakıyor.
İnsan Kaynakları, neyin yanlış gittiğini ondan bundan çok daha iyi bildiği halde, neden bunu düzeltmek için kendi arasında brainstorming yapar ki? Ben de bunu anlamaya çalışıyorum şu anda.
Öyle bir sahne işte.
26 Ekim 2009 Pazartesi
para
Takım elbisesiler ile ajansın uzun saçlı eski çalışanlarından biri ayaküstü laflıyorlarken yanlarından geçiyorum:
- Bu ajans para kazanmayı unuttu artık. Diyor bizim uzun saçlı.
- Haklısınız, diyor takım elbiselilerden biri. Bu yaratıcı saçmalıkları eskide kaldı artık.
Nasıl tuhaf diyalogları yakalıyorum böyle diyerek kendimi okşuyorum, çaktırmadan. Zira bu sahneyi AG Sürtüğünün görmesini istemem. Siz de istemezsiniz. Emin olun.
- Bu ajans para kazanmayı unuttu artık. Diyor bizim uzun saçlı.
- Haklısınız, diyor takım elbiselilerden biri. Bu yaratıcı saçmalıkları eskide kaldı artık.
Nasıl tuhaf diyalogları yakalıyorum böyle diyerek kendimi okşuyorum, çaktırmadan. Zira bu sahneyi AG Sürtüğünün görmesini istemem. Siz de istemezsiniz. Emin olun.
23 Ekim 2009 Cuma
AG
AG sürtüğünden bahsedeyim size biraz. Bu kız, meslek hayatına reklam yazarı olarak başlıyor. Nasıl beceriyor veya beceriliyorsa artık, zamanında en sağlam ajanslardan birinin kapısından içeri giriyor. Canım cicim ayları boyunca bol bol ajans içindeki evli erkekler tarafından okşandıktan sonra (evli olmayan erkeklere sıra gelmeden önce bu kızları evli adamlar paylaştığı için evli olmayan erkekler genelde ajans dışında okşayacak kız ararlar) kaybedilen dolarların ardından yaşanan deprem ile kendisini kapı önüne çok yakın bir masada buluyor. Tam o sırada, büyük müşterilerden birine gidilmesi gereken günlerden birinde giymiş olduğu mini etek (90'lar) sayesinde bu kızı da müş-tem asistanı olarak tutup müşteriye götürmeye karar veriyorlar. (O gün asistan hasta mıymış neymiş, gelememiş ajansa...)
Ondan sonrası bizim kızın müşteriyi etkilemesi ve 'kim bu arkadaş' sorusu ile devam ediyor ve bu şanslı günün ardından, ajanstan postalanmak yerine müştem kadrosunda afişet olarak kullanılması öngörülüyor.
Birkaç ay kadar sonra daha da iyisi oluyor, kaçmak üzere olan tüm müşterileri bu kız, allem edip kallem edip (mata hari usülü) ajansta tutmasına rağmen patron bunu fark etmiyor. Bizim kızımız da 'vay siz misiniz benim yaptıklarımı görmeyen' diyerek müşterileri alıp kaçıyor. Nereye? O sıralarda yeni kurulmakta olan ve kimsenin eleman olarak bile çalışmak istemediği 'tuhaf, yabancı ortaklı bir ajansa'.
AG sürtüğünün hikayesi işte orada başlıyor ve ardından bizim milf bozması MLFO network'üne eşşek yüküyle transfer parası alarak geldiği güne kadar sürüyor.
Şu anda olgunluk günlerini sürüyor. Bu yüzden eski günlerinin büyük bir kısmını gözlerimle görmediğim için şükrediyorum. Hele ki bir akşam ajans içerisinde üçlü yaptıklarının müşteriden uzun süre gizlenmeye çalışması vardı ki... (Müşteri biraz tutucu olduğu için, bu bilgi rahatsız eder diye düşünülüp, 90'ların gücünün ardında saklanmıştı. Neyse ki şimdi internet var. Daha gruptan kimse boşalmadan bu bilgi dışarı sızar, söyliyim size.)
Daha çok bilgi sızdırmak için buradayım sanmayın. Ben daha çok bu bilgileri gizleme görevimi yerine getirerek işbitiricilik görevimi yerine getiriyorum. Bu arada ajansa hala bir creative director bulamadılar galiba.
Ondan sonrası bizim kızın müşteriyi etkilemesi ve 'kim bu arkadaş' sorusu ile devam ediyor ve bu şanslı günün ardından, ajanstan postalanmak yerine müştem kadrosunda afişet olarak kullanılması öngörülüyor.
Birkaç ay kadar sonra daha da iyisi oluyor, kaçmak üzere olan tüm müşterileri bu kız, allem edip kallem edip (mata hari usülü) ajansta tutmasına rağmen patron bunu fark etmiyor. Bizim kızımız da 'vay siz misiniz benim yaptıklarımı görmeyen' diyerek müşterileri alıp kaçıyor. Nereye? O sıralarda yeni kurulmakta olan ve kimsenin eleman olarak bile çalışmak istemediği 'tuhaf, yabancı ortaklı bir ajansa'.
AG sürtüğünün hikayesi işte orada başlıyor ve ardından bizim milf bozması MLFO network'üne eşşek yüküyle transfer parası alarak geldiği güne kadar sürüyor.
Şu anda olgunluk günlerini sürüyor. Bu yüzden eski günlerinin büyük bir kısmını gözlerimle görmediğim için şükrediyorum. Hele ki bir akşam ajans içerisinde üçlü yaptıklarının müşteriden uzun süre gizlenmeye çalışması vardı ki... (Müşteri biraz tutucu olduğu için, bu bilgi rahatsız eder diye düşünülüp, 90'ların gücünün ardında saklanmıştı. Neyse ki şimdi internet var. Daha gruptan kimse boşalmadan bu bilgi dışarı sızar, söyliyim size.)
Daha çok bilgi sızdırmak için buradayım sanmayın. Ben daha çok bu bilgileri gizleme görevimi yerine getirerek işbitiricilik görevimi yerine getiriyorum. Bu arada ajansa hala bir creative director bulamadılar galiba.
20 Ekim 2009 Salı
Alaylılarla alay edilmez
Şimdi bu başlığı istediğiniz tarafından tutabilirsiniz. İster alaylılarla dalga geçilmez anlamından tutun, ister alaylılarla eğlenilmez anlamından yakalayın: Sizin yapacağınız bir tercih.
Bana gelince, ben tercih yapmam. İnsanların tercihlerine göre karar vermeye çalışırım. Meseleyi çok fazla derine indirmeyeyim.
Söyleyeceğim şey şudur ki: Okullular ve alaylılar adı verilen iki sınıf var bu dünyada. Fenerbahçe ve Galatasaray rekabetine benzer bir sidik yarışıdır bu ve dünyanın 4'te 3'ü sular ve pisuarlarla doludur / yani bu sidik yarışının asla bitmeyeceğini söylemek istiyorum size.
Eğer karşınızdaki art direktör size afilli laflar ediyorsa, bu okullu görünmeye çalışan bir alaylı da olabilir ya da tamamen gerizekalı bir okulludur. Okulluları da küçümsemeyin sayın alaylılar, çünkü golü yediğinizde sizinle alay edecek olanlar da yine onlardır. Şimdi de okullulara gelelim: Alaylı diye kimseyi hafife almayın, sizinle alay edecek kişilerin alaylı olması oldukça 'ironik' bir durum olur.
Ben ne miyim? Hem okullu hem alaylı. Anlaşıldı mı şimdi? Herkes işinin başına. Marş marş.
Bana gelince, ben tercih yapmam. İnsanların tercihlerine göre karar vermeye çalışırım. Meseleyi çok fazla derine indirmeyeyim.
Söyleyeceğim şey şudur ki: Okullular ve alaylılar adı verilen iki sınıf var bu dünyada. Fenerbahçe ve Galatasaray rekabetine benzer bir sidik yarışıdır bu ve dünyanın 4'te 3'ü sular ve pisuarlarla doludur / yani bu sidik yarışının asla bitmeyeceğini söylemek istiyorum size.
Eğer karşınızdaki art direktör size afilli laflar ediyorsa, bu okullu görünmeye çalışan bir alaylı da olabilir ya da tamamen gerizekalı bir okulludur. Okulluları da küçümsemeyin sayın alaylılar, çünkü golü yediğinizde sizinle alay edecek olanlar da yine onlardır. Şimdi de okullulara gelelim: Alaylı diye kimseyi hafife almayın, sizinle alay edecek kişilerin alaylı olması oldukça 'ironik' bir durum olur.
Ben ne miyim? Hem okullu hem alaylı. Anlaşıldı mı şimdi? Herkes işinin başına. Marş marş.
19 Ekim 2009 Pazartesi
baştan
Peki şimdi her şeye en baştan başlayalım:
Global bir reklam ajansının İstanbul bacağında işbitirici olarak çalışıyorum. Organizasyon şemasını veya payroll'u elinize alıp da böyle bir madde aramayın, bulamazsınız. Elbette sizin sandığınızdan çok daha fazla titr var bu dünyada ve bunların birçoğu popstarlar veya futbolcular kadar fazla bilinmiyor. Reklam gibi spesifik bir konudan bahsederken, içerideki insanların bile bunu bir raya oturtamadığı düşüncesine kapılmak istemiyorum. Sıfatlara bu kadar fazla takılmayın. Aksi taktirde en büyük kazığı 'sıfatsızlar'dan yersiniz. Hayat dersidir bu, bir kenarınıza yazın! Kafanızın bir köşesine değil.
Şurada insanlara böyle bir şeyi açıklamak zorunda kaldığım için de öncelikle kendime ve ardından askerliğini yapmakta olan arkadaşım eşşeke bir güzel küfrediyorum.
Yeterli mi?
Farkındayım, bu çok sık başımıza geliyor: Takımın genel oyununa odaklanmak yerine biz hep "Hasan'ın oyununa" odaklanıyoruz. Genetik bir şey bu. 'Eğitim' gibi kavramlarla açıklamaya çalışmayın, sizi çok fena eğitirim!
Global bir reklam ajansının İstanbul bacağında işbitirici olarak çalışıyorum. Organizasyon şemasını veya payroll'u elinize alıp da böyle bir madde aramayın, bulamazsınız. Elbette sizin sandığınızdan çok daha fazla titr var bu dünyada ve bunların birçoğu popstarlar veya futbolcular kadar fazla bilinmiyor. Reklam gibi spesifik bir konudan bahsederken, içerideki insanların bile bunu bir raya oturtamadığı düşüncesine kapılmak istemiyorum. Sıfatlara bu kadar fazla takılmayın. Aksi taktirde en büyük kazığı 'sıfatsızlar'dan yersiniz. Hayat dersidir bu, bir kenarınıza yazın! Kafanızın bir köşesine değil.
Şurada insanlara böyle bir şeyi açıklamak zorunda kaldığım için de öncelikle kendime ve ardından askerliğini yapmakta olan arkadaşım eşşeke bir güzel küfrediyorum.
Yeterli mi?
Farkındayım, bu çok sık başımıza geliyor: Takımın genel oyununa odaklanmak yerine biz hep "Hasan'ın oyununa" odaklanıyoruz. Genetik bir şey bu. 'Eğitim' gibi kavramlarla açıklamaya çalışmayın, sizi çok fena eğitirim!
15 Ekim 2009 Perşembe
Ufff. Bu iyiydi.
CJ kılıklısını Estel'in yanında gördüğüm zaman cinler tepeme çıkıyor! Estel'i uyarmak geçiyor içimden ama sanırım AG sürtüğüne dair uyarım ters tepti. Ağzımı bile açamıyorum.
CJ kılıklısı vır vır vır bir şeyler anlatıp duruyor kıza. Uzaktan izliyorum. CJ'in yanından kurtulduğu anda yanına geliyorum Estel'in. Ağzından ilk çıkan cümle şu oluyor:
- Am.na kod.m.n çocuğu!
Oha! Bu kadar sertini de beklemiyordum! Videoyu Glamour kategorisinde diye takmıştım alete ama hardcore çıktı! İyi mi!
14 Ekim 2009 Çarşamba
gülmeyin diyorum size, salak salak gülmeyin
En gıcık olduğum şeylerden birini daha gördüm bugün: İki yakın arkadaşın (kız ya da erkek fark etmez) birlikte kalabalık bir yerde, kıkır kıkır gülerek ilerlemesi! Deliriyorum bu tipleri görünce. Eminim çok salak şeylere gülüyorlardır o sırada (herkesin salaklığı bir başka) ve muhtemelen arkadaşlıkları bir gün biterse o anları hatırlayıp yüzleri kızaracaktır.
İnanır mısınız? Umrumda bile değil! İsterse götleri kızarsın.
Salak salak gülmeden önce, iki kere değil, yirmi iki kere düşünmeleri gerekir. Salak salak gülmek çok pahalı olsun, gülümsemek bedava olsun ve teşvik verilsin. Her şeyi devletten beklemeyin: Arada bir vergiyi siz koyun, teşviği de siz verin!
13 Ekim 2009 Salı
aram iyi
Son zamanlarda kızların sigara içişine taktım. Çeşit çeşit sigara içme modelleri var. En çok taktir ettiklerim ise yürürken sigara içmelerine rağmen, sigaranın eline yakıştığı kızlar. Genellikle esmer ağırlıklı oluyor bunlar. Sarışınların bir şanssızlığı var: Ya hanım hanım oluyorlar ya da party girl. Arası yok! Haa bir de şu minicik çantaları omzuna asıp gezen memur kılıklı herifler sinirimi çok fazla bozuyor.
Mük'le aramız son günlerde yine iyi.
- Akşam sana geleyim mi? Diye soruyor sıcak bir şekilde.
- Gel, diyorum. Ama uslu oturacaksın. Diye ekliyorum.
O sırada arkamda Estel'in varlığını fark ediyorum.
İkimizin de (Mük ve ben) yüzünde bir tuhaflık belirmiş gibi. Estel bir ona bakıyor, bir bana bakıyor.
- Wow. Diyor sadece.
Sesi de çok tatlı bu kızın.
Peki ya yanlış anlaşılma?
Üçün ikisi farkında bile değil. Yarın anlarız veya Estel daha fazla kurcalamaya devam ederse: Kafamın içine edeyim! Ağzımdan çıkan laflara dikkat etmem gerektiği hissine hiçbir zaman bu kadar kapıldığımı hatırlamıyorum.
12 Ekim 2009 Pazartesi
acının farkında olmak
Şu sıralar piyasalarda iyice bir güvensizlik var. Ajanslar müşterileriyle olan ilişkilerinin sürdürülebilirliği konusunda kaygılılar. Bu durum da elbette, kendi eserleri. 'So no offense' derler yani. Bende de bir yuppilik mi başlıyor? Ah umrumda değil.
Elemanlarda da bir güvensizlik sezinliyorum. Artık tüm ajansları tüketmişler. Çalışmadıkları ajans neredeyse kalmamış.
Bana da bazen 'neden bu kadar az ajansta çalıştınız JC Bey' diye soruyorlar. Onlara öncelikle 'bana JC deyin lütfen ya da bana lütfen JC deyin' dedikten sonra 'çünkü bokun tadını anlamak için onu birkaç defa tatmanıza gerek yok. Bir kere ısırın ve tadına bakın' diyorum ve yüzlerini buruşturuyorlar. Nereden biliyorsunuz ki? Belki de tadını çok seveceksiniz? Kan emicileri seyrederken yüzünüzü buruşturuyor musunuz? E tabi, hepiniz kanın tadını biliyorsunuz da ondan buruşturmuyorsunuz. Er ya da geç, akan kanınızı emmiş ve tükürmemişsinizdir.
Balyaj'a bakıyorum yine. Koridorda leyla gibi geziniyor.
- Naber Balyaj? Diye soruyorum.
- İyidir JC, senden? Diye cevaplıyor.
'Acının farkındayım' diyesim geliyor ama... Tutuyorum ağzımı. Biraz sonra da aşık olduğu çocuğu görüyorum. Elinde bir viski bardağı ile geziniyor ve yan tarafındaki "kanki"siyle kıkır kıkır gülüşüyorlar bir şeye. Neye güldüklerini merak ediyorum ama bazen sosyal sorumluluğumu hatırlayarak her boka atlamıyorum.
Göreceğimi gördüm: Estel yerindeydi ve her zamanki gibi güzeldi. Sahi, ne oldu benim evde o gece?
10 Ekim 2009 Cumartesi
horny horny horny
Horny diye bir şarkı vardı bir zamanlar. Hani bir Türk yazmıştı. Bir anda aklıma o şarkı geliyor ve bu şarkıyı mırıldanarak koridorda ilerliyorum. Boyalı BB'yi görüyorum karşıdan. Üzerime doğru en sevimli gülümsemesi ile geliyor. Hangi şarkıyı mırıldandığımı duyduğu anda gülümsemesi çapkınlaşıyor.
- Yerim seni yerim. Diyorum.
Hiç bozuntuya vermeden bir anda bir liseli kız ifadesine bürünüyor.
Bayılıyorum, bu her kıvama girmeyi becerebilen insanlara. Çünkü bunu yapmayı herkes beceremiyor.
Peki herkesin beceremediği şeyleri beceren her insana bayılıyor muyum? Hayır.
9 Ekim 2009 Cuma
krizmıs song
Bir mektup alıyorum: "Ben bir reader'ım" yazıyor. Artık her haltı götümüzün (ve gözümüzün) kenarıyla okumaya alıştığımız için 'ben bir radarım' diye algılayıp 'güzel şarkı sözü olurdu' diyorum sesli bir şekilde.
Mük odamın ortasında bıraktığı ayakkabısını almak üzere içeriye girdiğinde bunu duyup:
- Ne güzel bir şarkı sözü olurdu? Diye soruyor. (Güzel bir şarkı sözü olabilecek şey ne? Anlamında.)
- Ben bir radarım. Diyorum.
- Çok tatlı bir radarsın. Diyor bana.
Üstüme alınıyorum ama meğersem o sözü içeriye girmekte olan Estel'e söylüyormuş. Estel çapkın çapkın sırıtınca Mük'e, 'uff' diyorum 'yine mi kızları kızlara kaptırıyorum?' Sonra bunun da güzel bir şarkı sözü olacağını düşünüp 'aa bundan da güzel şarkı sözü olur' diyorum.
Bu sefer Mük ile Estel aynı anda soruyorlar:
- Ne güzel bir şarkı sözü olur? (Güzel bir şarkı sözü olabilecek şey ne? Anlamında.)
Bu zincirleme bir şekilde devam edecek gibi görünüyor.
Krizmıs song'u dinlemek istiyorum. Kriz mriz güzel şarkı sözleri oluşturuyor. Melodilendirdikten sonra osuruk sesinin bile müzik olabileceğini savunurum her daim. Hem de güzel müzik.
8 Ekim 2009 Perşembe
estel ve a ve g
Estel'i AG konusunda uyarıyorum: 'Beni öldürsen bile, gidip AG sürtüğüne beni öldürdüğünü söyleme' diyerek anlatmayı tercih ediyorum.
Doğal olarak sohbet 'beni neden öldürmesi gerektiğine' geliyor.
Sohbetin buraya gelmesine gerek yok diyorum.
O sırada aklıma şu geliyor: Bir gece taksiye bindiğinde, şoför olarak beni görürse acaba neler düşünür?
Şu film aklıma geliyor sonra, AG o filmi gördükten sonra tutup da fahişeliğe başlar mı? Eyvah eyvah.
Ama CJ kılıklısının pipi büyütme ameliyatının masraflarını karşılamak için jigololuk yapmayı denediği vahşi gerçekler arasında. Pis herif.
7 Ekim 2009 Çarşamba
A ve G
AG sürtüğü odama geliyor. 'Parti yapıyorsun ve beni çağırmıyorsun' diyor. Lafı hiç üstüme almıyorum.
- Kendi kendine konuşup duruyorsun. En iyisi syktyr git AG, diyorum.
- Böyle davrandıkça sana karşı daha ilgi dolu oluyorum biliyorsun değil mi JC? Diyor.
- İnan bana, aksini denemek için cesaretim yok. Diyorum.
- Cesaretin olsa... Derken içeriye Mük dalıyor ve beni kurtarıyor.
Varsın böyle 'cesaretsiz' olayım.
6 Ekim 2009 Salı
karmaşa
Estel çok soğuk nevale gibi görünse de, akşam gerçek hali (samimi) ile karşımıza çıkıyor. Ben de zaten genelde soğuk nevaleleri beğenirim ya da beğeneceğim tutar. Neyse, burada başrol oyuncusu ben değilim, o yüzden konuyu değiştiriyorum.
Mük ile birlikte çok fazla vakit geçiremiyorlar zira Mük kızı ürkütmekten korkuyor. Akşam benim eve gidelim deyince Mük o yüzden seviniyor zira benim mekan daha az risk içeriyor.
Gecenin köründe ne olduğunu bilmiyorum, hatırlamıyorum. Kafamda kalan son karede Mük mutfak masasının üzerindeydi, Aloe Vera gitar çalıyordu, Estel de benim DVD arşivimi kurcalıyordu. Ben de kral tahtımdan tüm bu olanları seyrederken sigaramı tüttürüyordum.
Alkol kötü bir şey. Hatırlaman gereken anları hatırlamamana, hatırlamamaman gereken anları hatırlamana sebep oluyor. Halbuki keşke hep sarhoş olsaydık da, ayılmak için bir şeyler içseydik.
5 Ekim 2009 Pazartesi
estel'le maceralar
Mük akşam için Estel'i ayarlamış. Birlikte çıkalım diyor. Harika! Kız da kabul etmiş. Bizi daha yakından tanımak istiyormuş. Muhtemel çarpık senaryolar kafamdan geçiyor. Kızı biraz korkutalım derim ben. Mük ise tamamen duygusal yaklaşıyor.
Madam De Le Patronaj ise bu durumu kıskanmış.
Miranda'yla Madam De Le Patronaj'ı tutup AG'nin üstüne salmak lazım. İyi parçalarlar şu anda.
3 Ekim 2009 Cumartesi
taksi gecesi
Taksiye çıktığım ilk akşam. Saat 21.00 civarları. Benim semtten mümkün olduğu kadar uzaklaşıyorum. İçeride tuhaf bir koku var (güya site taksisi ama bu adamlar hep aynı). İlk müşteri Şişli civarında durmam için el yapıyor. Orta yaşlarda bir kadın. Önünde duruyorum. Biniyor. 'Göztepe' diyor önce. Ardından başlıyor muhabbete:
- Bu saatte trafik olmaz zannetmiştim ama... (önümüzde sadece bir iki araba duruyor o kadar. Bunun nesi trafik?)
- Ahlak kalmadı insanlarda... (Yaşı, benden birkaç yaş daha büyüktür en fazla; bu cümleyi kurmuyorken sen nasıl kuruyorsun?)
- En hızlı nereden gideceksek oradan gidelim... (Köprüye bağımlıyız sonunda, öyle değil mi?)
- Kızımın arkadaşları eve gelecekti. İşallah çok dağıtmamışlardır evi. (Sohbete girmek istiyorum ama bir türlü girebileceğim boyutta bir kapı olmuyordu. Hep küçük delikler açılıyordu şimdiye kadar. Bu biraz daha geniş sayılır, bari kolumu sokayım.)
- Benim oğlan da hep arkadaşlarını çağırıyor. Evi darmadağın ediyorlar. Diyorum. (Oh, uyduruklarıma başlayabilecek bir pol pozisyonu buldum sonunda.)
- Aaa kaç yaşında oğlunuz? Diye soruyor.
- 15 yaşında.
- Allah bağışlasın. (Beni çarpmasın da) Sizin de işiniz zor be kardeş. Sabah akşam direksiyon çevir dur.
- (Havaya girdim. Artık bir taksiciyim) Allaha şükür be abla. İdare ediyoruz işte. (Abla dediğim için olay çıkartmaz umarım. Sesi kalın geldiği için yaşı biraz ileri sandım sadece. Bir süre bekliyorum. Terslemiyor.) Siz ne işle meşgulsünüz? Diye soruyorum.
- PR'cıyım. Diyor. (Sonra ben anlamam diye düşünerek) halkla ilişkiler. Diye düzeltiyor.
- Hangi firma? Diye soruyorum.
- (Muhtemelen içinden salak diyor, nereden bileceksin PR firmalarını) vırtrıtızırt gibisinden bir şeyler mırıldanıyor.
Muhabbet hevesimi koparttığı için ben de bırakıyorum sohbeti.
İndikten sonra bir genç çift biniyor arabaya. Onları attıktan sonra bir yaşlı adam daha alıyorum taksiye. Gece yarısında da götürüp taksiyi durağa teslim ediyorum.
İlerleyen günlerde daha enteresan hale gelebilir bu iş ama şu anda bünyem kaldırmadı. Taksi muavini olsa yanıma AJ'i de alacağım ama... Acaba dolmuşçuluğu mu denesek? Ne dersin AJ?
2 Ekim 2009 Cuma
153,5 ticari araç
Ajanstaki takım elbiseli herifin adını hala öğrenemedim! Fakat bir özelliğini keşfettim: Her reklamcı binek otoya binerken bizimki ticari araç dedikleri zımbırtıya biniyor.
Sonra başka bir şey daha öğreniyorum ki, bizimkinin bu halinden haberdarmış içeriden bazıları ve bunun 'şirket imajını sarstığını' düşünüyorlarmış.
Takım elbiseli herif gözüme baya klas görünmeye başlıyor: Ticari araç ha! Süper.
1 Ekim 2009 Perşembe
reklam ve porno (çok döneriz çoook)
Büyük Patron der ki; her reklamcı bu işi bir gün bırakacağını hayal eder. Tıpkı porno yıldızları gibi.
Ben de üzerine ek yapayım: Bazen de yaşlansalar da bu işi yapacağım diye didinir dururlar. E tabi Milf kategorisini de zorlamamak gerek.
Size demiştim değil mi, bir ülkenin porno endüstrisi ne kadar ileriyse, reklam sektörü de o kadar ileridir.
Bu saatten sonra reklamcılığı ayağa kaldıracağız diye porno endüstrisini geliştirmek için uğraşmayın tabii: Bir tarafınıza kaçar.
30 Eylül 2009 Çarşamba
arabeskleştirme uzmanı haydar
Sitenin oradaki taksi durağının önüne geldiğimde duruyorum. Arabadan inip, durağa doğru ilerliyorum. Durak sahibi adam beni tanıyıp 'vay JC abi naber' diye soruyor.
İsmimin bu tip alaturka cümlelerde çok komik göründüğünün ben de farkındayım ama ne yapalım: Adım JC.
Bizim Haydar vardı bir zamanlar. Arabeskleştirme uzmanıydı. Tüm strateji, tüm planlar ve ürünler hazırlandıktan sonra Haydar için özel bir toplantı yapılırdı. Haydar tüm planları gözden geçirir, senaryoda bir iki dokunuş yapardı ve iş Türk pazarı için hazır hale gelirdi. Sonra cesareti yerine geldi ve kendisine bir ajans kurdu. Ne stratejik planlama departmanı vardı, ne de Amerika görmüş kreatifler. Adam çatır çatır yıllarca piyasanın büyük oyuncuları arasında yer aldı.
Topuklu ayakkabı giyer ve ayakkabısının arkasına basardı. Reklamcılar Nişantaşı'nda gezerken o Eminönü, Bayrampaşa demeden her mahalleye girip çıkardı ve taksicilerle, esnafla muhabbet halindeydi. zaten o yüzden ona 'arabeskleştirme uzmanı' derdik. O zamanlar tıfıl bir reklamcıyken bu adamın ne yaptığını tam olarak anlamıyordum ama son yıllarda gayet iyi anlamıştım. Şimdi anlamam herhangi bir şeyi değiştirmez zira sanırım reklamcılığın o kısımlarından uzaklaştım.
Taksicilerle muhabbet ederken, canım taksicilik yapmak istiyor. Akşamları bir iki tura çıkmayı öneriyorum onlara. Tembel taksicilerden bir tanesi kabul ediyor. 'Abi, akşam birkaç saat dene istersen, gör ebeninkini' diyor bana.
Karşılaşacağım tipleri merak ederek duraktan ayrılıyorum. Halbuki bu işleri kreatiflerin yapması lazım. Ben reklamcılıktan elini eteğini çekmek üzere olan bir tipim halbuki.
29 Eylül 2009 Salı
büyük patron ve mumyası
Büyük Patron da darlanmış. İçini dökmek için beni çağırıyor. Aşağı yukarı 2 buçuk saat, odasında hapsediyor beni.
Ajanslardan kaçanların kendi ajanslarını kurmalarından mı tutarsın, eski reklamcılığın artık kalmadığından mı tutarsın yoksa eski reklamverenleri aradığını mı ararsın?
Bu eski reklamverenleri arama kısmını hiç tahmin etmezdim zira meslek hayatımın başında her daim 'cahil reklamverenler' suçlanırdı. Şimdiye kadar çoktan bir şeyleri öğrenmiş olmaları lazımdı, öyle değil mi? Yoksa onlar öğrendiği için mi piyasa bu hale geldi çözebilmiş değilim. Çözmek de umrumda değil.
Dinleyip, kafamı sallayıp, arada bir omzunu sıvazlayıp 'geçecek bunlar patron' diyerek mumya rolümü oynuyorum. Ağzımdan başka bir kelime çıkmamasına rağmen 'beni en iyi anlayan kişi sensin JC' diyor.
Aklıma şu saatlerce reklamı övüp duran ve üç buçuk saatin sonunda bana 'mesleğiniz nedir?' diye soran herif geldi. Nerede karşılaşmıştım onunla, hatırlamıyorum bile.
yine reklam ve porno (çok döneceğiz bu konuya)
Daha önce demiştim size değil mi? Bir ülkenin porno sektörü ne kadar ileriyse, reklam sektörü de o kadar iyidir diye.
Aynen öyle.
28 Eylül 2009 Pazartesi
ikilem
Miranda geliyor odama. O kadar dolmuş ki. Kızın kendini boşaltması bir buçuk saat sürüyor. Şu yeni gelen Estel kendisini biraz sarsmış(!). Kız kıskançlığı mı desem?
Tüm bunları bana neden anlattığını düşünürken AG sürtüğü ile arasında o kadar da sağlam bir bağ olmadığını anlıyorum. Veya çok fazla bağ olduğu için ona dökülemiyor, en az bağı olduğu insana dökülüyor.
Hayattaki bu ikilemler, beni yiyip bitirecek bir gün. Ya da bendeki ikilemler mi desem? Al sana bir ikilem daha. Hayat mı bir ikilem, ben mi bir ikilem.
25 Eylül 2009 Cuma
izolasyon davul ve pratik
Kendimi şımartmak istiyorum.
Ajanstan çıkar çıkmaz Mük'ü kapıp soluğu bir müzik mağazasında alıyorum. En sağlamından bir davul takımı alacağım kendime. Dün gece rüyamda kendimi bateri çalarken görmüştüm.
Bunun bir işaret olduğuna kanaat getirdim.
Getirdiğim kanaatı da tutup bodrum kata koydum. İzolasyonu yaptıktan sonra AJ ile bol bol pratik yapacağız.
24 Eylül 2009 Perşembe
haber tez gelir, boyalı bb geç gelir
Boyalı BB geliyor yanıma:
- JC'ciğim sana yeni müştemimizi tanıştırmak istiyordum ama bulamadım... Diyor.
- Ben seninle tanışmak istiyorum BB'ciğim. Diyorum.
23 Eylül 2009 Çarşamba
estel
Şu yeni işe başlayan müştem kız bizim bölmede beliriyor. Üzerinde siyahlarla daha da harika olmuş. Mük ile birkaç saniye vırvır yaptıktan sonra benim odaya giriyor. Keşke arkasından takip ediyor olsaydım: O muhteşem parfümünü koklama şansım olurdu. Şimdi kokunun bana ulaşması için bir süre beklemem gerekecek.
- Günaydın JC. Diyor.
- (Keep it cool JC, keep it cool) Günaydın siyahlar prensesi. Diyorum (Aklına gelen ilk laf bu mu diye sormayın, siz olsaydınız cümle kuracak aklınız bile kalmaz dana gibi mööö mööö derdiniz en fazla)
- (Gülümsüyor) Tanıştıran olmayacak herhalde bizi, bari ben kendim tanışayım dedim. Diyor. (Cesurca)
- Ben JC. Diyorum. Bana JC diyebilirsin ya da bana JC de lütfen. Diyorum.
- Ben Estel. Diyor.
Estel ismi nedense bende hep pastel algısı bırakır ve pastel ağırlıklı bir isimdir fakat bu sefer benim için pastel siyah tadı bırakıyor.
- Memnun oldum, diyorum. Memnun oldum. Memnun oldum. Memnun oldum.
HH için alındığını Mük'ten öğrendiğimde de, 'bana neden haber vermeden eleman alıyorlar' diye çığlık atmak yerine 'hallelujah' diyorum.
22 Eylül 2009 Salı
eBay'le İ Bey
İ bey arıyor.
- Ajansı kurdum JC. Diyor. Beklerim.
- Güzel. Diyorum.
AG sürtüğüne gidip 'eBay kendi ajansını kurmuş' diyeyim. Kesin yer salak!
21 Eylül 2009 Pazartesi
sinek de küçüktür
Odamda CJ kılıklısı bitiyor:
- Ne var CJ?
- Dostum...
- Bana bir daha dostum diye hitap edersen senin ağzına edeceğimi söylemiştim değil mi?
- ... Neden bu kadar aksi olduğunu anlaya...
- Uç CJ, uç! Kaybol.
Keşke şu ajans başkanlığı dalgametresini kabul etseydim diye düşünüyorum ilk defa! Bu herifi, yanına AG sürtüğünü vererek gönderirdim ve arkama yaslanır ajansın mutlu bir yer olması için beklerdim.
19 Eylül 2009 Cumartesi
kim ki o
Mük raporu getiriyor. (Yazılı bir şey aramayın, bizde raporlar sözlüdür: Biz = Mük ve ben)
- Kız müştem grubunda çalışacakmış. Sana hayatta bırakmam. O benim.
Ah bu işyerlerinde işe yeni başlayan kişiyi önce gözüne kestirip, tanıdıktan ve arkadaş olduktan bir süre sonra 'uff şu işyerine de bir tane düzgün erkek/kız gelmiyor zaten' diyen binlerce insan gördüğünüzün ne zaman farkına varacaksınız?
18 Eylül 2009 Cuma
yine kız meselesi
Balyaj'ın gözümün önünde erimesini izliyorum. Çocuğun olaydan haberi bile yok. (Kreatif ekipten biri olunca genelde etrafta ne olup bittiğini fark etmezler).
Bu sırada AG sürtüğünün olduğu yerde süpper bir kız görüyorum. 'Acaba kimdir bu' diyerek ve koridordaki kokuyu takip ederek ulaşmıştım oraya. AG sürtüğünün odasına ulaştığı için yaşadığım hayalkırıklığına değinmeyeceğim (üstelik -bir an- acaba bu koku bulutunun sonundan AG mi çıkacak diye de aklıma gelmedi değil, nasıl korktum anlatamam).
Müş-tem grubundaki kızlardan birinin yanında dikilip bir şeylerle ilgileniyormuş gibi görünüp, AG sürtüğü ile konuşan bu güzellik abidesini seyrederken arkamdan dokuzuncu kattaki kızın sesini duyuyorum:
- Güzel kız ama.
17 Eylül 2009 Perşembe
boyalı bb belediyesi
Ajansın iç düzenlemesinin yapıldığı sırada Boyalı BB burada çalışmıyormuş. Elde yapacak iş kalmayınca ve kış dönemi gelince (hani seçimler yaklaşınca belediyelerin tadilatlara başlaması gibi bir şey) Boyalı BB de kendisine uğraşacak bir şeyler buluyor: Ajans düzeninin, verimi maksimuma çekecek şekilde değiştirilmesi.
Bu plan doğrultusunda benim de bölmemin tüm ajansı gören bir yere çekilmesi gerekiyormuş. Emin olamıyorum.
- Bu herifleri görmeyince verimim daha yüksek oluyor. Diyorum BB'ye ama tabii her şeyin en doğrusunu o bilir! Ben neyi bilebilirim ki?
16 Eylül 2009 Çarşamba
ufak pipi meselesi
CJ kılıklısını görünce aklıma geldi: Ufak pipi meselesi.
Erkek olmak zor iş: Saç ektirme operasyonlarını direkt olarak gözlerinle görebilirsin. Kadınların da meme büyütme, meme düzeltme operasyonları yaptığına şahit olabilirsin ama pipi büyütmek için ameliyata giren kimseyi duymazsın. Şey, yani duyarsın da, gazetelerde falan haber olduğu için görürsün (o da nasıl bir habercilik anlayışıdır ya, hiç sorgulamaya başlamayalım bile).
Peki bunların CJ kılıklısı ile ne ilgisi var diyeceksiniz? Bir ara ajanstaki yazar kızlardan bir tanesi böyle bir iddia atmıştı ortaya.
Elbette intikam da olabilir: 'Sen çok başarılı bir yazarsın' diye başlayan kompliman ameliyatlarının sonu yatakta gelince bir ilişki başlar gibi olur fakat CJ kılıklısının kendisini 'ıssız adam' zannetmesi ile devam eder. Bundan kıl olan kız da tutup ortaya böyle bir şey atar.
Veya, olay tamamen gerçektir.
Iyy. Her iki durumda da iğrenç. Tüm bunları neden anlattım ben de bilmiyorum. Şey, belki tarihe not düşmek içindir ha? Ne dersiniz? Güzel bir iyilik yapıyorum burada reklam sektörüne.
15 Eylül 2009 Salı
balyaj ve kadın müritler
Ve bu da oluyor: Mesleğini şaşırıp bir reklam ajansında end-up olmuş olan Balyaj, hiç de aşık olmaması gereken bir çocuğa aşık oluyor. Ah bazen nasıl da, sıradan bir edebiyatçı olarak bu aptal hikayeleri kitaplaştırıp yine bu aptal kadın grubuna satarak, entelektüel tavırlarla popüler televizyon programlarına çıkarak, polemik başlatacak laflar ederek ('kadınların kendilerini erkeklerine bu kadar fazla bağlaması erkeklerin aldatmasına yol açıyor' gibisinden laflardan bahsediyorum) 'ilişki uzmanı' olarak anılasım geliyor. Ama tabii yapacak daha önemli işler var ve nasılsa bu salaklıklarla hayatını geçiren bir sürü herif ve ona mürid olan bir ton kadın var.
14 Eylül 2009 Pazartesi
yine kızlar
Ajansa geldiğimde kızları birbirinin saçlarını okşarken görüyorum. Son zamanlarda bu tip hareketlerin arttığını düşünüyorum. Bırakın doğallığı: 80'lerde ilkokuldayken kız kıza dans etmeleri ile dalga geçen bu kızların kendileri olmasa olayın doğallığına inanacağım ama... Emin olamıyorum.
12 Eylül 2009 Cumartesi
dizimiz
Bir prodüktör beni arıyor:
- JC Bey. Sizinle görüşmemiz gerekiyor.
- Neden?
- Çünkü bir diziniz varmış.
- Yanılıyorsunuz. İki tane var. (Soğuk esprilerime bayılıyorum!)
- Daha da iyi. (Anlamadı salak!)
- Ne zaman görüşürüz?
- Bu akşama ne dersiniz?
- Harika. Neresi?
- Ofisimde.
Hiç tahmin etmiyordum ama eski filmlerde tasvir edilen dedektiflik bürosu benzeri bir ofiste ağırlıyor AJ'le beni. Neden böyle bir dekor se çtiğini sorgulamıyorum ama o çizgili takım elbiseyi ciddi biçimde sorgulamak gerekir. (Doğru cevap: B- Movie, ganster style 1974)
Sanırım bu adam yeterince şişmandı ve işsiz kalmıştı. Dedektiflik bürosunun bu ülkede tutmayacağını düşünüp 'yapımcılık' işine dadandı. Şimdiye kadar bir iki televizyon filmi yapmış. Gelecekteki karısı ile de tanıştım sanırım: Resepsiyondaki sarışın.
Çıkışta onun da pek müstakbel olmadığını anlıyorum. Güya bize çaktırmadan kızın poposunu okşuyor.
Oradan ayrılıp Starbucks'a atıyoruz kendimizi. AJ ile ümitsizliğe kapılmak üzereyiz:
- Belki de o diziyi, rafta bırakmak daha iyi olacak. Diyor AJ. Ki ümitsizliğe kapılacak son kişi olacağını düşünürdüm.
- (Ben ise bambaşka dünyalara giriyorum) AJ, farkında mısın, şu anda yan masadaki kızlar bir üçlü için birbirleriyle pazarlık ediyorlar. Diyorum.
Bazen ben de bu projeyi rafa kaldırmamız gerektiğini düşünüyorum. Ama çaktırmıyorum.
Pes etmek yok.
11 Eylül 2009 Cuma
jcrazzi
Daha önce demiş miydim? ZAM ve PARA gibi iki olumlu kelimenin birleşmesinden çıkarılabilecek en kötü olumsuzluk zamparalıktır.
Büyük Patron'un da ne kadar büyük bir zampara olduğunu gözlerimle görüyorum.
Hani kendilerinin hiçkimse tarafından tanınmayacağını düşündüğü yerlerde gezerler ya. Aha işte öyle bir yerde yakaladım bizim zamparayı. Kız güzeldi ama.
10 Eylül 2009 Perşembe
Holışit
Ertesi gün ajansa gitmek benim için ölümcül bir deneyim olsa da, bu deneyleri seviyorum.
İK tarafına uğramadan, AG'nin grubu ile yapacağımız toplantı için kendimi toplantı salonuna atıyorum. İçeri girdiğimde ajansın yaşlıları sayılabilecek kadın kitlesinin (yaş ortalaması 35) birbiriyle bık bık yaptığını görüyorum.
- Günaydın hanımlar. Diye dalıyorum.
İçeri girerken duyduğum son cümle: 'Çocukların ne kadar acımasız olduğunu bilirsiniz' idi.
- Sırf çocuklar mı acımasız? Yetişkinlerin acımasızlığını gözden kaçırıyorsunuz galiba. Diyorum ama kimse benimle tartışmaya girmek istemiyor.
Tam o sırada içeriye benim için hala 'peydahlanan' takım elbiseli adamlar ve kadınlar dalıyor. AG'nin diğer gen kızları geliyor ve içerisi karışmaya başlıyor.
Büyük Patron ve Madam De Le Patronaj gelene kadar içeride konuşacak bir kişi bile bulamıyorum kendime. (Bu cümleye bakarak kimsenin benimle konuşmadığını çıkardıysanız kırılırım. Aaa hiç olur mu.)
Sanırım 'önemli' toplantılar yapılıyor bu sırada ajansta ve ben hiçbirini sitime takmıyorum.
Bu toplantıda dikkatimi çeken şey ise; takım elbiseli hatunlardan bir tanesinin, AJ'ye ilgi duyduğunu bu toplantıda fark etmem. Holışit.
9 Eylül 2009 Çarşamba
090909
09/09/09 (MyAss)
Akşam Boyalı BB bana gündüzle karşılaştırıldığında daha iyi davranıyor. En azından kendimi işe yaramaz, boş bir adam gibi hissetmiyorum. Boyalı BB'nin geçmişinde bir PR firması olduğunu öğreniyorum. Geçmişle ilgili gizli şeyler söyleyelim derken uydurmalara başlıyorum ve lise yıllarında evlendiğimi ve kısa bir süre sonra kızın aile baskısı ile ayrıldığımızı söylüyorum. O kadar inanarak söylüyorum ki, BB üzülüyor.
Yemeğin ardından BB'nin çok fazla derecede alkol aldığını gözlemliyorum. Bir şişe bitiyor, ötekine geçiyor. Ardından bana çok fazla yaklaşıyor. Öpüyor. Kokluyor.
Bu tip durumlarda hiç bozuntuya vermemeyi tercih ederim. Ertesi gün neler olacağını düşünmeye başlamaması için elimden gelen her türlü bostan korkuluğu durumunu sergiliyorum.
Gecenin sonunda bana diyor ki:
- Biliyor musun, asistanım senden hoşlanıyor.
(Tarihten belli değil miydi?)
8 Eylül 2009 Salı
boyalı bb kriz masası
- Hayatın bomboş. Diye bağırıyor odamda Boyalı BB.
Bu sahneye nasıl girdiğini, neden böyle bir repliği olduğunu, hayatımın bomboş olduğu fikrine nereden kapıldığını inanın ben de bilmiyorum.
Suçlamaların ardı arkası kesilmiyor. Sakin sakin dinledikten sonra:
- BB'ciğim, biz neden böyle bir diyalog yaşıyoruz seninle? Diye soruyorum.
Oturup minik hıçkırıklar atarak gözlerini yaşlandırıyor. (Ağlıyor demiyorum, gözlerini yaşlandırıyor. Bu kadar pozitif bir insanım işte.)
Sanırım beni çok seviyor ve hayatımın boş olduğunu düşündüğü için bunu kendisine dert olarak ediniyor.
- Hayatım, diyorum ve bir süre duraklıyorum (gözleri parlıyor hafiften, sanki bende bir umut varmış gibi) hayatımdan gayet memnunum ben. Diyerek devam ediyorum.
Böylece bir önceki cümleye hangi anlamda 'hayatım' diye başladığımı çözemeyecek bir hale sokuyorum onu. Çok kötü bir insan olabilirim ama bana inanın gayet pozitif bir herifim.
O günün akşamında Boyalı BB'yi yeni evinde ziyaret edeceğimin sözünü vererek Boyalı BB'yi şeker asistanına emanet ediyorum. Şeker asistanı bana o kadar kötü bakışlar atıyor ki... Boyalı BB'ye kötülük yaptığımı düşündüğü için mi bu kötü bakışlarla bana bakıyor yoksa Boyalı BB'ye ilgi duyuyormuşum gibi davrandığım için mi böyle bakıyor. Anlamıyorum.
Görüyor musunuz? Sadece ben mecazi ifadelerle davranan biri değilim. Başka insanlar da bana böyle mecazi davranıyor.
7 Eylül 2009 Pazartesi
Giuseppe Tornatore
Odamı bir anda bir sürü insan basıyor ve toplantı yapmaya başlıyorlar. Kararlar alıyorlar. O kadar hızlı konuşuyorlar ki, ne dediklerini anlayamıyorum. Çıkarken toplantı kararlarını düzenleyip, çıkış alıp, bana uzatıyorlar:
- İmzalar mısınız? Diyorlar.
Elime dolma kalemimi alıp, özenle Giuseppe Tornatore diye imza atıyorum. Ne yazdığıma bakmıyorlar bile.
Önümüzdeki aylarda bu kağıt tekrar önüme gelebilir. O zamana kadar kimliğimi değiştirmem icap edecek galiba.
Odamı terk ettiklerinde ben 'Giuseppe Meazza mı yazsaydım acaba' diye düşünüyordum.
4 Eylül 2009 Cuma
rol model
AG sürtüğü geliyor yanıma:
- JC, benim için de bir rol düşünüyor musun dizide? Diye soruyor.
Kahkahalara boğuluyorum.
Senden güzel malzeme mi bulacağım AG sürtüğü? Hayatımı neredeyse sana ait malzemelerin üzerine inşa ediyorum. Neyse ki haberin yok. Haberin olamayacak kadar profesyonel hayatınla meşgülsün. Kötü bir şey değil tabii; yani haberinin olmaması.
3 Eylül 2009 Perşembe
biri bana şunu anlatsın
Dizi projesi için birkaç gün üst üste görüşme yapınca ajanstakilerin dikkatini çekmiş. Büyük Patron çağırdı yanına.
- JC, son zamanlarda reklamcıdan çok dizi yapımcısı havasında dolaşman AG'nin keyfini kaçırmış. Diyor.
Bu adamın açık sözlülüğüne bayılıyorum.
- AG'ye bir kutu dildo gönderirsek, keyfini yerine getirebiliriz. Diyorum. Ya da patron bu kızı tatil yapması için Abazistan'a gönderelim mi?
- JC, sen onu bunu boşver. Bu insanları idare etmeni istiyorum. Diyor.
Tam çıkarken de 'şu projeyi bir de bana anlatsana' diyor.
Akşam Büyük Patron'un malikanesine damlıyorum. Projeyi duyduğu anda bayılıyor. 'Şahsen ben yapımcı olmak istiyorum' diyor. 'I-ıh Büyük Patron, dizi yapımcılığı reklamcılara bırakılamayacak kadar ciddi bir iştir' diyorum kibarca.
Üzülüyor.
Kalbini almak için bile yalan söyleyemem.
Evet, dizi yapımcılığı reklamcıya bırakılmayacak kadar ciddi ve farklı bir iştir. Bana o yapımcı lazım. Para değil.
2 Eylül 2009 Çarşamba
terapiye giden yapımcı
Kontrat imzalamaya çok yakın olduğumuz bir yapımcı vardı. Adamın Fransız televizyonlarındaki geçmişini öğrenince neden 'kontrat imzalamaya bu kadar yakın olduğumuzu' daha iyi anlamıştım ama adam akli dengesini yitirdi. Terapinin ardından da kendisini belgesellere verdi. Su altı belgesellerinden başka bir şey yapmıyor şu anda.
Dizi projesini -terapiden sonra- bir defa daha okuyunca 'güzel bir proje olabilirdi ama artık ilgilenmiyorum' dedi.
1 Eylül 2009 Salı
dizi projesi (yeniden)
Dizi projesini tekrar raftan indiriyorum. Karşımda AJ var. Televizyonda Golf maçı seyrediyor.
- Dikkatini birazcık bana verebilecek misin AJ? diyorum.
- Sendeyim. Diyor ama gözler hala golf channel'da.
(Bu Golf Channel'ın nesi var, son zamanlarda sık sık adı geçiyor.)
İsminden yana hiçbir kuşkum yok: Kro.
Karakterlerden ve sayısından emin değilim. Bana kalırsa dört ya da beş ana karakter ile binlerce hikaye anlatılabilir fakat yapımcılar devamlı müdahale edip sayıyı artıyorlar. Tuttuğu düşünülen bir dizideki karakter sayısına dayanarak bunu söylüyorlar ve zaten hangi masada bu konuyu açarsak açalım direkt olarak o dizi ile birlikte düşünmeye başlıyorlar.
Kaç tane 'Lanet olasıca beceriksiz herifler' diye bağırarak toplantı dağıtsam da...
Zaten bu dizinin bunca zaman sürüklenmesinin sebebi buydu. Götünün genişliği ile yaptığın çiş miktarının hiçbir alakası yoktur ama bu herifler götümden bu kadar bok çıkıyorsa, aşağı yukarı şu kadar da çiş çıkartabilirim diye düşünüyorlar. Bok yiyin.
31 Ağustos 2009 Pazartesi
kızlar erkekler
Mük'le çıkıyoruz akşam. Mük'ün taliplisi daha fazla. Ben zaten kızların erkeklere talipli olmadığını görmedim bu şehirde. Halbuki içten içe hepsi birilerine talipli ama o talebi göstermekten korkuyorlar. Haklılar mı, haksızlar mı umrumda değil.
- Sence psikoloğa gitmem gerekir mi Mük? Diye soruyorum.
- Bence gerek yok. Gayet normalsin. Diyor.
- Gayet teşekkür ederim. Diyorum.
Geceyi Mük'e asılan heriflerin kalabalığı ve o herifleri tavlamak üzere Mük'e ilgi duyan kızların benden rahatsızlığı ile noktalıyoruz. Hakkını yemeyeyim, kızlardan biri cidden benim için gelmişti ama... Gönlüm başkalarındaydı be güzelim... Kusura bakma, belki ilerleyen yaşlarda.
29 Ağustos 2009 Cumartesi
idol - baby doll
İdolün kim?
Yan masada konuşan orta yaşlı ve genç iki kadının sohbetinden benim masama kadar ulaşan soru cümlesi.
Kim benim idolüm? Billy Idol'dı bir zamanlar. Çabuk atlattım. Sonra yerine yenilerini koyup koyup çıkarttım. Netice itibariyle, evet benim de idollerim olmuştu bir zamanlar.
Artık idollerim kişilerden oluşmuyor. Duygu durumları için idoller olması gerekiyor. Buna da idol denmez zaten. Kelime karşılığını bana verin, size dünyaları vereyim.
28 Ağustos 2009 Cuma
porno ve reklam (bu konuya tekrar tekrar değineceğiz)
Dün gece AJ ile yeni bir kampanya fikri üzerine çalışırken bir teori attık ortaya: Bir ülkenin porno sektörü ne kadar ileriyse, reklam sektörü de o kadar ileridir.
Üzerinde çalışmamız gerekiyor.
27 Ağustos 2009 Perşembe
(yanlış) mesajınız var
Son zamanlarda kendime yeni bir eğlence geliştirdim: Yanlış insanlara, yanlış mesajlar atmak ve bunu bilerek yapmak. Mesela rakip ajanstaki insalara 'yarınki bilmem ne sunumu için saat değişti, haberin olsun saat 15.30' diye mesaj atıyorum. Karşı taraf çok büyük bir haber almış gibi seviniyor.
Benzer bir örnek, Boyalı BB'ye mesaj atıyorum: 'Dün gece o kadar ateşliydin ki, seninle tekrar buluşmak istiyorum.'
Büyük Patron'a attıklarım en acımasızı oluyor: 'Büyük Patron kocan diye seninle aramda geçenleri bilmek zorunda değil.'
Biliyorum. Çok zevkli.
Bana gelen yanlış mesajları birisinin kasten attığını düşünerek 'bu kişi neden ben olmayayım' düşüncesi ile başladı her şey.
26 Ağustos 2009 Çarşamba
takım elbiseler
Ajanstaki takım elbiseli sayısı her geçen gün artıyor galiba. Ya da içeridekiler de takım elbise giymeye başlıyor. Kızların aptal ve beyaz kovboy çizmeleri giymeye başladığı günlerle karşılaştırılırsa -ki bu günleri henüz görmedik- yine de iyi sayılır. En azından hangisi kreatif, hangisi müşteri tarafı, hangisi yönetici belli olmuyor. Nasıl olsa bu binaya bomba düşse, hepimiz birlikte öleceğiz.
Yine de AG'den sonra ölmeyi tercih ediyorum.
25 Ağustos 2009 Salı
vanilyalı pozitif parfüm
Pozitif demişken Boyalı BB'yi de çoktandır görmüyordum. Görüşmediğimiz dönemde ikinci evliliğini bile yapmış olabilir.
Odasına gidiyorum. Şeker asistanı karşılıyor beni:
- JC, güzel yanmışsın. Diyor.
- Yanarken görseydin bir de. Diyorum.
Anlaşılmaz diyaloglar yaşıyorum. Farkındayım. O da anlamıyor zaten. Ya da kendine göre bir anlam çıkartıyor. Bilmiyorum.
Boyalı BB beni sarılarak karşılıyor. Yine beyaz takımlar giymiş, yine beyaz ayakkabıları var. Yine saçları dalgalı ve sapsarı. Parfümü de vanilyalı sanki. Hafif.
Tüm ayrıntılarıyla tatili anlatıyorum ona. Beni can kulağı ile dinliyor. Hiç merak etmeyeceğini düşündüğüm ayrıntıları bile merak ediyor ve soruyor. Cevaplıyorum ve anlatmaya devam ediyorum.
Konuşmamızın sonunda, benim ciddi bir psikolog gözetiminde terapiye başlamam gerektiğini söylüyor.
- Ama seni yine de seviyorum JC. Psikoloğa gitmek kötü bir şey değil. Diye ekliyor.
- Biliyorum. Diyorum hiç bozulmadan.
Neden bozulacağım ki?
24 Ağustos 2009 Pazartesi
ajans halleri
Mük'ün yanına geldiğimde Madam De Le Patronaj'ı bizim bölmede görüyorum.
- Madam, diyorum. Nasılsınız?
- İyiyim JC sen? Diye cevaplıyor. Olabildiğince sıradan. Olabildiğince Türkçe.
İçeride Boogie karşılıyor beni. Kanepeye oturmuş, dalgın dalgın bakınıyor.
- Naber Boogie? Diye soruyorum. Cevap gelmeyeceğni bilerek.
Kafa sallayarak geçiştiriyor.
Şimdiye kadar bir kere bile Türkçe konuştuğunu duymamış olsam bu çocuğun Türkçeyi bilmediği için hiç konuşmadığını düşüneceğim. Dilsiz olduğu aklıma bile gelmeyecek çünkü ben pozitif bir insanım.
21 Ağustos 2009 Cuma
taş - balta - makas
Kendimi bir toplantının ortasında buluyorum. Etrafımda takım elbiseli adamlar ve kadınlar var. AJ uzun saçları ile bu gruptan tamamen ayrıymış gibi duruyor. Ben de herkes ciddi bir şekilde elini çenesinde tutmuş toplantıya katılım gösterirken, benim grup içerisindeki kızlardan bir tanesinin yüzünün en ince ayrıntısına kadar inceleyerek ayrılıyorum.
- Öyle değil mi JC Bey? sorusu geldiğinde.
- Ne diyorsanız iki mislini veriyorum. Diye cevap vererek de bunu ispat ediyorum.
Toplantı çıkışında ajansa yeni gelen takım elbiseli adamlardan bir tanesine:
- Burasının bir reklam ajansı olduğunu bazen unutuyorlar galiba. Diyorum.
Meğersem herif müşteri tarafındanmış. Asansöre binip gittiğinde anlıyorum. Tüh.
20 Ağustos 2009 Perşembe
18 Ağustos 2009 Salı
i bey
Dün AG ile uğraşınca aklıma geldi. Bu karı benden intikam alıyor. İ Bey adlı eski art direktörlerden bir adamım vardı bir zamanlar. Hani şu kendi ajansını kurmak için kart olmayı beklemiş olan adam. Daha önce adı geçmişti, hatırlayan bilir. Hatırlamayan zaten her şeyi götüyle okuduğu için hiçbir şeyi hatırlamaz. Bu ikinci grup çoğunlukta olduğu için dünya bir türlü ileri gitmiyor, olduğu yerde sayıyor. Aynı zamanda bu ikinci grubun bu kadar fazla olması medya patronlarının işine geliyor çünkü onlar sayesinde her gün gazeteler çıkmaya devam ediyor. Elbette onları tencere ve tava vererek mutlu edecekler.
Neyse, ben bu AG sürtüğünü İ Bey'in isminden dolayı aylarca yemiştim. eBay'i müşteri olarak alacağımızı zannederek aylarca sevindirik olmuştu. Gerizekalı karı.
Şimdi de aklınca benden intikam alıyor.
15 Ağustos 2009 Cumartesi
pro
Ben yokken ajansta bir şeyler yapılmış. AG Sürtüğünün ağzından bir şeyler almaya çalışıyorum ama en fazla ağzının suyu alınır o karının. Onu da ben almayayım, başkaları alsın.
'Sana bunları söyleyeceğimi nasıl düşündün JC?' diye soruyor.
Düşünmedim gerizekalı. Profesyonelliğin gereklerini yerine getirdiğimizi düşünüyordum ama anlaşılan farklı profesyonelliklerde çalışıyoruz. Ben profesyonel bir iş bitiriciyim, o ise profesyonel bir kaltak.
14 Ağustos 2009 Cuma
sirkülasyon
Hani şu garsonuna bayıldığım kafeye uğradım akşam. O kız işten ayrılmış. Benim için de artık o kafeye gitmenin bir anlamı kalmadı.
Kendime yeni kafeler bulmam lazım.
13 Ağustos 2009 Perşembe
şehir hayatı - tatil hayatı
Şehir hayatına alışmış insanlar tatile gittikleri zaman aslında saçmalıyorlar. Onlara göre tatil daha yola çıktıkları anda başlıyor ama işin aslı böyle değil.
Tatil, denize girdiğinde 'ben tatildeyim' cümlesini kafandan attığı anda başlar.
İşte bu da tatilde bulduğum ifadelerden biriydi. Artık şehir hayatında olduğumuza göre... Önemsiz şeyler bunlar.
12 Ağustos 2009 Çarşamba
5 Ağustos 2009 Çarşamba
başlıksız
Bu kızlarla gezmek zevkliymiş. Daha önce gittikleri gizli koylara götürüyorlar bizi. 'Buralara nasıl geldiniz' diye soruyorum. Motorsikletle gelmişler daha önce.
'Burada kamp yapalım' demek yeterli oluyor. Hemen çadırlar kuruluyor ve konaklıyoruz. Harika.
'Burada kamp yapalım' demek yeterli oluyor. Hemen çadırlar kuruluyor ve konaklıyoruz. Harika.
4 Ağustos 2009 Salı
el ele
Öğle saatlerinde, mola verdiğimiz sahil kasabasında bir çift gördüm. Kız, erkek arkadaşını elinden tutmuş 'taşıyordu'. Erkeği köpeğe benzettim, kızın olunu da ipe: Erkek arkadaşını köpek gibi tasmasından tutup gezdiriyormuş gibi görünüyordu.
- Cezanızı vermesin sizin. Dedim..
Gözlemimi kızlarla paylaştım. Çok beğendiler. Ben de onların beğenme şekillerini beğendim.
- Cezanızı vermesin sizin. Dedim..
Gözlemimi kızlarla paylaştım. Çok beğendiler. Ben de onların beğenme şekillerini beğendim.
3 Ağustos 2009 Pazartesi
kapsama alanı
HH'ın bir ilanını görüyorum yan masada gazete okuyan herifin elindeki gazetede.
AJ'i aramaya karar veriyorum:
- Aradığınız kişiye şu anda ulaşılamıyor. Diyor.
Mük'ün telefonu çalıyor o sırada. Kapsama alanının dışında olması gereken kişiler biziz halbuki. Geçen geceki kız arıyormuş. Mekan değiştireceksek, bizimle gelebilirler miymiş.
İlginç bir deneyim olabilir. Road trip tadında.
- Gelsinler. Diyorum.
Yarım saat sonra iki seksi kız yanımıza geliyorlar.
30 yaş üstü hatunlardan oluşan French Maid Army'nin canı cehenneme. Bu kızlar mis gibi, gencecik ve çılgın.
AJ'i aramaya karar veriyorum:
- Aradığınız kişiye şu anda ulaşılamıyor. Diyor.
Mük'ün telefonu çalıyor o sırada. Kapsama alanının dışında olması gereken kişiler biziz halbuki. Geçen geceki kız arıyormuş. Mekan değiştireceksek, bizimle gelebilirler miymiş.
İlginç bir deneyim olabilir. Road trip tadında.
- Gelsinler. Diyorum.
Yarım saat sonra iki seksi kız yanımıza geliyorlar.
30 yaş üstü hatunlardan oluşan French Maid Army'nin canı cehenneme. Bu kızlar mis gibi, gencecik ve çılgın.
2 Ağustos 2009 Pazar
gizli cennetler
Gizli cennetler keşfetmek için sadece dolaşmak yetiyor. Haa bir de belki Jeep'in faydası olabilir. Z3'ü buralara soktuğumu hayal bile edemiyorum.
1 Ağustos 2009 Cumartesi
deniz
Denize yakın bir yerde konaklıyoruz. Sakin bir yer.
Gece, sahil boyunda dolaşmaya çıkıyoruz. Bizi çift sanıyorlar. Umrumda da değil. Bu yaştan sonra çapkınlık yapacak hevesim de kalmadı. Derken... Kızlardan biri cesaretini toplayıp yanımıza geliyor. Mük'ü dansa kaldırıyor. Öteki arkadaşı da benim yanıma gelip oturuyor.
- Evli misiniz? Diye soruyor.
- Hayır, birlikte bile değiliz. Diyorum.
- (Seviniyor) Harika. Diyor.
Tüm gece onlarla birlikte geçiyor. Gençlerden uzak kalmışım. Ne işim vardı da bu kadar yaşlandım. 30 yaş üstü kadınlarla vakit geçirmekten...
Gece, sahil boyunda dolaşmaya çıkıyoruz. Bizi çift sanıyorlar. Umrumda da değil. Bu yaştan sonra çapkınlık yapacak hevesim de kalmadı. Derken... Kızlardan biri cesaretini toplayıp yanımıza geliyor. Mük'ü dansa kaldırıyor. Öteki arkadaşı da benim yanıma gelip oturuyor.
- Evli misiniz? Diye soruyor.
- Hayır, birlikte bile değiliz. Diyorum.
- (Seviniyor) Harika. Diyor.
Tüm gece onlarla birlikte geçiyor. Gençlerden uzak kalmışım. Ne işim vardı da bu kadar yaşlandım. 30 yaş üstü kadınlarla vakit geçirmekten...
30 Temmuz 2009 Perşembe
şehir dışı
Şehirler madem bizi boğuyor, peki neden oralarda toplanıyoruz?
Sakın içinizden biri tutup da 'şehirler de kadınlara benziyor: Ne onlarla oluyor, ne de onlarsız' demesin. Dalarım.
Sakın içinizden biri tutup da 'şehirler de kadınlara benziyor: Ne onlarla oluyor, ne de onlarsız' demesin. Dalarım.
29 Temmuz 2009 Çarşamba
müzik
Yolda Mük'ün bir reader mı yoksa bir writer mı olduğunu anlamaya çalışıyorum. Nerede gereksiz düşünceler fırtınası var, hepsine kapılırım ben.
28 Temmuz 2009 Salı
müzik arşivi
Mük'ün müzik arşivini almayı unuttuğumuz için yolun yarısından geriye dönüyoruz.
Hiç üşenmem. Yeter ki insanlar mutlu olsun.
Hiç üşenmem. Yeter ki insanlar mutlu olsun.
27 Temmuz 2009 Pazartesi
tatile gittim, geleceğim
Bugünden itibaren blog yazmaya bir müddet ara verebilirim. Vermeyebilirim de.
Mük'le birlikte arabaya atlayıp gizli cennetler keşfetmeye gideceğiz. Bazı kısımları cehennem de olabilir.
Önemli olan şehir hayatından bir müddet uzaklaşmak.
Gideceğimiz coğrafyalar için z3 uygun olmayacağı için Jeep'i tercih ediyorum. Her zaman hayalini kurduğum karavan tatilini gelecek seneye erteliyorum.
Weapon of Choice'u açıp yola koyuluyoruz.
Mük'le birlikte arabaya atlayıp gizli cennetler keşfetmeye gideceğiz. Bazı kısımları cehennem de olabilir.
Önemli olan şehir hayatından bir müddet uzaklaşmak.
Gideceğimiz coğrafyalar için z3 uygun olmayacağı için Jeep'i tercih ediyorum. Her zaman hayalini kurduğum karavan tatilini gelecek seneye erteliyorum.
Weapon of Choice'u açıp yola koyuluyoruz.
26 Temmuz 2009 Pazar
yo! joanne
- Seni hayatımın neresine koyacağıma karar veremiyorum JC.
Yaklaşık bir buçuk saattir dinliyorum. Ne zaman ağzımı açıp bir cümle kurmak istesem hep erteliyorum. Cümlelerim: Kırıcı olabilir, vermek istediğimden çok farklı bir mesaj verebilir, aptal görünebilir, filmin sonunu söyleyip izleme zevkinin içine edebilir, romantizm kokabilir, karşı tarafı kızdıracak bir şey olabilir...
Son cümleye geri dönüyoruz:
- Seni hayatımın neresine koyacağıma karar veremiyorum JC. Heey, sana söylüyorum. Duvarla mı konuşuyorum ben?
Masadaki küp şekerlerden bir iglo yaptığımı fark edince... Gözlerimi Joanne'e çeviriyorum.
- Bu soruya cevap verebilmem için daha önce neresinde olduğumu da bilmem lazım. Diyorum.
Cevap en ölümcülünden:
- Bilmiyorum. Diyor.
- O zaman şimdi de nereye koyduğunu veya koyacağını bilemeyeceksin. En iyisi bırak ben olduğum yerde durayım. Diyorum.
Arada bir akıllı laflar edebiliyorum sanırım.
Joanne bir reader olduğunu zannederken iflah olmaz bir writer olduğunu gösteriyor bana.
- Bir writer'sın sen. Diyorum. Anlamıyor tabii ki. Önemli değil.
Devam ediyorum:
- Senin kafanda çizdiğin erkek kalıbı olmadığım için benden uzaklaştın zaten. Sana 'yazılan' erkek tipi de değildim ben. Şimdi azıcık da olsa benden hoşlanıyorsun diye yeni bir konumlandırma yapman gerekmiyor. Bunu ben de yapamam. Kafanın şurasında olmak istiyorum diyerek kendime bir yer gösteremem Joanne. Diyorum.
Ne anlatmak istediğime dair hiçbir fikrim yok, karşı tarafın beni nasıl anladığına dair hiçbir fikrim yok. Hayatın ne olduğuna dair de şu anda bir fikrim yok. Sadece biraz tatil yapmak istiyorum.
'Görüşmek üzere' diyerek ayrılıyoruz.
- Ne zaman istersen arayabilirsin. Diyorum. Biliyorsun ki hiç sıkılmam.
Yaklaşık bir buçuk saattir dinliyorum. Ne zaman ağzımı açıp bir cümle kurmak istesem hep erteliyorum. Cümlelerim: Kırıcı olabilir, vermek istediğimden çok farklı bir mesaj verebilir, aptal görünebilir, filmin sonunu söyleyip izleme zevkinin içine edebilir, romantizm kokabilir, karşı tarafı kızdıracak bir şey olabilir...
Son cümleye geri dönüyoruz:
- Seni hayatımın neresine koyacağıma karar veremiyorum JC. Heey, sana söylüyorum. Duvarla mı konuşuyorum ben?
Masadaki küp şekerlerden bir iglo yaptığımı fark edince... Gözlerimi Joanne'e çeviriyorum.
- Bu soruya cevap verebilmem için daha önce neresinde olduğumu da bilmem lazım. Diyorum.
Cevap en ölümcülünden:
- Bilmiyorum. Diyor.
- O zaman şimdi de nereye koyduğunu veya koyacağını bilemeyeceksin. En iyisi bırak ben olduğum yerde durayım. Diyorum.
Arada bir akıllı laflar edebiliyorum sanırım.
Joanne bir reader olduğunu zannederken iflah olmaz bir writer olduğunu gösteriyor bana.
- Bir writer'sın sen. Diyorum. Anlamıyor tabii ki. Önemli değil.
Devam ediyorum:
- Senin kafanda çizdiğin erkek kalıbı olmadığım için benden uzaklaştın zaten. Sana 'yazılan' erkek tipi de değildim ben. Şimdi azıcık da olsa benden hoşlanıyorsun diye yeni bir konumlandırma yapman gerekmiyor. Bunu ben de yapamam. Kafanın şurasında olmak istiyorum diyerek kendime bir yer gösteremem Joanne. Diyorum.
Ne anlatmak istediğime dair hiçbir fikrim yok, karşı tarafın beni nasıl anladığına dair hiçbir fikrim yok. Hayatın ne olduğuna dair de şu anda bir fikrim yok. Sadece biraz tatil yapmak istiyorum.
'Görüşmek üzere' diyerek ayrılıyoruz.
- Ne zaman istersen arayabilirsin. Diyorum. Biliyorsun ki hiç sıkılmam.
25 Temmuz 2009 Cumartesi
tatil 01
Cuma akşamı ofisten çıkıp kendimizi YesName'ye attık Mük'le. Deniz Kızı Kerastes'i de çağırdım YesName'ye. Ona bir cat-size ısmarlıyorum. Tam bir reader olduğu için beğeniyor, hem içeceği hem de mekanı. Dalgın dalgın etrafa bakarken Mük'le birlikte tatil için güzel bir yer beğenmeye çalışıyoruz.
Eve geçerek daha eğlenceli müzikler dinlemeye karar veriyorum. İçeri girer girmez Push The Tempo'yu açıp, deliler gibi dans ediyorum. Mük, mutfak tezgahında haritayı kurcalıyor ve bir yandan da Google Earth ile tatil mekanlarına yukarıdan bakıyor.
Tam ben deliler gibi dans ederken kapı çalıyor ve Joanne geliyor.
- Hani döndüğünde beni arayacaktın. Diyor.
Şimdi yeni soru şu: Joanne bir reader mı, yoksa bir writer mı?
Eve geçerek daha eğlenceli müzikler dinlemeye karar veriyorum. İçeri girer girmez Push The Tempo'yu açıp, deliler gibi dans ediyorum. Mük, mutfak tezgahında haritayı kurcalıyor ve bir yandan da Google Earth ile tatil mekanlarına yukarıdan bakıyor.
Tam ben deliler gibi dans ederken kapı çalıyor ve Joanne geliyor.
- Hani döndüğünde beni arayacaktın. Diyor.
Şimdi yeni soru şu: Joanne bir reader mı, yoksa bir writer mı?
24 Temmuz 2009 Cuma
tatile gitmek lazım
Mük'le konuşurken fark ediyorum ki, tatile çıkmam gerekiyor.
Peki neredeyse herkes tatilden gelirken ve ajans artık ufaktan hareketlenmeye başlarken tatile gitmek bana bir şeyler kaybettirmez mi?
Aloe Vera dalıyor odaya.
- JC, ben bu ajanstan ve reklamcılıktan ayrılıyorum artık. Diyor.
- Beni de götür Aloe. Diyorum.
- Ben ciddiyim ama. Diyor.
- Ben de öyle. Diyorum.
- Öğle yemeği? Diyor.
- Olur. Diyorum.
Boyalı BB bana ajanstaki çalışanlarla nasıl konuşmam gerektiği üzerine bir eğitim vermeyi teklif ediyor. 'Fuck you' diyorum ona. Balyaj benim kullandığım tabirlerden rahatsız olmuş. 'Bu ajansta biraz daha zaman geçirmesini tavsiye ediyorum ona' diyorum BB'ye. Eminim, kendisi de iki ay sonra aynen benim gibi konuşacak AG sürtüğü hakkında.
- Tatile çıkman lazım JC. Diyor bana Boyalı BB de.
- Topla bavulunu Mük, tatile gidiyoruz. Diyorum.
O kadar seviniyor ki, bu kadar mutlu olacağını bilsem bu cümleyi beş ay önce kurardım.
Peki neredeyse herkes tatilden gelirken ve ajans artık ufaktan hareketlenmeye başlarken tatile gitmek bana bir şeyler kaybettirmez mi?
Aloe Vera dalıyor odaya.
- JC, ben bu ajanstan ve reklamcılıktan ayrılıyorum artık. Diyor.
- Beni de götür Aloe. Diyorum.
- Ben ciddiyim ama. Diyor.
- Ben de öyle. Diyorum.
- Öğle yemeği? Diyor.
- Olur. Diyorum.
Boyalı BB bana ajanstaki çalışanlarla nasıl konuşmam gerektiği üzerine bir eğitim vermeyi teklif ediyor. 'Fuck you' diyorum ona. Balyaj benim kullandığım tabirlerden rahatsız olmuş. 'Bu ajansta biraz daha zaman geçirmesini tavsiye ediyorum ona' diyorum BB'ye. Eminim, kendisi de iki ay sonra aynen benim gibi konuşacak AG sürtüğü hakkında.
- Tatile çıkman lazım JC. Diyor bana Boyalı BB de.
- Topla bavulunu Mük, tatile gidiyoruz. Diyorum.
O kadar seviniyor ki, bu kadar mutlu olacağını bilsem bu cümleyi beş ay önce kurardım.
23 Temmuz 2009 Perşembe
kulaklıklı gün
Ajans içerisinde kulaklıklarımı takarak gezmeye karar veriyorum. Hani şu DJ kulaklıklarından bir tanesini takarak insanların 'müzik dinlediğimi' düşünmesini istiyorum. Müş-tem'lerin odasına dalıyorum.
Kızlar odaya penguen gelmiş gibi beni incelemeye başlıyorlar. İçlerinden birisi, benim duymadığımı varsayarak:
- Aha geldi bizimki. Diyor.
Diğerleri gülümseyip geçiyorlar.
Bağıra bağıra ("hani müzik dinliyorum, kendi sesimi duyamıyorum, o yüzden bağırarak konuşuyorum" havasını vermek için) 'AG sürtüğü yok mu?' diye soruyorum.
Hiçbiri cevap vermiyor.
Bazen ajansta o kadar çok sıkılıyorum ki...
Kızlar odaya penguen gelmiş gibi beni incelemeye başlıyorlar. İçlerinden birisi, benim duymadığımı varsayarak:
- Aha geldi bizimki. Diyor.
Diğerleri gülümseyip geçiyorlar.
Bağıra bağıra ("hani müzik dinliyorum, kendi sesimi duyamıyorum, o yüzden bağırarak konuşuyorum" havasını vermek için) 'AG sürtüğü yok mu?' diye soruyorum.
Hiçbiri cevap vermiyor.
Bazen ajansta o kadar çok sıkılıyorum ki...
22 Temmuz 2009 Çarşamba
çarşamba yemeği
Sabah ajansa ulaşır ulaşmaz içeride bir hareketlilik sezinliyorum. Tatilden dönen ıstakozlar arasında biraz fazla beyaz kaldığımı düşünüyorum. Boyalı BB'yle çarpışarak güne başlamak zevkli olabiliyormuş. Parfüm kokusu ile karşılanmak güzel şey.
Büyük Patron'un telefonuna kadar ofisimde takılmak da çok zevkli oluyor. Zira AJ karşımda at yarışı gazetesi okuyarak vakit geçiriyordu, Boogie son bestelediği melodiyi mırıldanıyordu, Mük tırnak bakımını yapıyordu ve benim oda bir işbitirici ofisinden çok bir 'öğrenci evi odası' gibi görünüyordu:
- JC (elbette sondaki i'yi öyle bir uzatıyor ki...)
- Büyük Patron?
- Sen bana böyle hitap edince bir kızılderili şefi olduğumu düşünüyorum. Diyor.
- Güzel. Arama sebebine gelince...
- Odamda minik bir toplantı yapacağız. Gel. Diyor.
- (Off) Harika. Toplantılara bayılırım. Diyorum ve kapatıyorum telefonu. Sanırım Büyük Patron bir şeyler anlatırken suratına kapatmış oldum. Neyse.
Takım elbiseli bir sürü insanın arasındaki Hawaii gömleği ve şortu ile takılan tek kişi benim. Boyalı BB'nin üzerindekiler de 'takım' sayılır. Ajansın kreatif direktörü gibi görünüyorum. O sırada CD'nin başına ne geldiğini merak ediyorum. Tam o dakikada kapı açılıyor ve ikinci 'takım elbisesiz' kişi giriyor içeriye: AG sürtüğü.
- Müşteri tarafındaki kişilerin de takım giymesi gerekmez mi? Diye odadakilere soruyorum. Sonra kendi cevabımı kendim veriyorum:
- Aa doğru tabi, bu karı üzerine takım giydiğinde birinci sınıf bir Paris fahişesi gibi görünüyordu. Aa şey, biz neden çalışması için Müşteri ilişkilerine daha 'klas' insanlar almıyoruz?
En iyi savunma ofansif oynamaktır. Şu adını bilmediğim takım elbiseli herif gülmeye başlıyor. Büyük Patron tabaklardaki küçük kurabiyeleri topluyor ve bir yandan gülümsüyor. Boyalı BB'nin gözleri ise faltaşı gibi açık. Yanındaki Balyaj'ın da gözler aynı patlaklıkta.
AG sürtüğü ise hiç savaşacakmış gibi görünmüyor:
- Sana da günaydın JC'ciğim. Diyor. Harika.
Toplantı başlıyor ama CD'ye ne olduğuna dair bir gram bilgi alamıyorum. Tabaklardan birinde bulduğum minik kurabiyeyi patrona gönderiyorum masanın üzerinden. O kadar seviniyor ki. Bayılıyorum böyle patronlara.
Çıkarken bana 'JC özel hayatımla ilgili daha mantıklı uydurmalarda bulunursan sevineceğim, dün gece tam dört saat boyunca şu anki karıma seni savunmak zorunda kaldım' diyor.
Aa bu hiç aklıma gelmemişti. Neyse. Bir sonraki sefere soran olursa terzisi ile birlikte olduğunu söyleyeceğim.
Başlığın ne alaka olduğunu merak edenler için not: Her gün bir yemektir ve sen onu yemek zorunda kalırsın. Günlerden Çarşamba olunca, ne yediğini sormama gerek var mı?
Büyük Patron'un telefonuna kadar ofisimde takılmak da çok zevkli oluyor. Zira AJ karşımda at yarışı gazetesi okuyarak vakit geçiriyordu, Boogie son bestelediği melodiyi mırıldanıyordu, Mük tırnak bakımını yapıyordu ve benim oda bir işbitirici ofisinden çok bir 'öğrenci evi odası' gibi görünüyordu:
- JC (elbette sondaki i'yi öyle bir uzatıyor ki...)
- Büyük Patron?
- Sen bana böyle hitap edince bir kızılderili şefi olduğumu düşünüyorum. Diyor.
- Güzel. Arama sebebine gelince...
- Odamda minik bir toplantı yapacağız. Gel. Diyor.
- (Off) Harika. Toplantılara bayılırım. Diyorum ve kapatıyorum telefonu. Sanırım Büyük Patron bir şeyler anlatırken suratına kapatmış oldum. Neyse.
Takım elbiseli bir sürü insanın arasındaki Hawaii gömleği ve şortu ile takılan tek kişi benim. Boyalı BB'nin üzerindekiler de 'takım' sayılır. Ajansın kreatif direktörü gibi görünüyorum. O sırada CD'nin başına ne geldiğini merak ediyorum. Tam o dakikada kapı açılıyor ve ikinci 'takım elbisesiz' kişi giriyor içeriye: AG sürtüğü.
- Müşteri tarafındaki kişilerin de takım giymesi gerekmez mi? Diye odadakilere soruyorum. Sonra kendi cevabımı kendim veriyorum:
- Aa doğru tabi, bu karı üzerine takım giydiğinde birinci sınıf bir Paris fahişesi gibi görünüyordu. Aa şey, biz neden çalışması için Müşteri ilişkilerine daha 'klas' insanlar almıyoruz?
En iyi savunma ofansif oynamaktır. Şu adını bilmediğim takım elbiseli herif gülmeye başlıyor. Büyük Patron tabaklardaki küçük kurabiyeleri topluyor ve bir yandan gülümsüyor. Boyalı BB'nin gözleri ise faltaşı gibi açık. Yanındaki Balyaj'ın da gözler aynı patlaklıkta.
AG sürtüğü ise hiç savaşacakmış gibi görünmüyor:
- Sana da günaydın JC'ciğim. Diyor. Harika.
Toplantı başlıyor ama CD'ye ne olduğuna dair bir gram bilgi alamıyorum. Tabaklardan birinde bulduğum minik kurabiyeyi patrona gönderiyorum masanın üzerinden. O kadar seviniyor ki. Bayılıyorum böyle patronlara.
Çıkarken bana 'JC özel hayatımla ilgili daha mantıklı uydurmalarda bulunursan sevineceğim, dün gece tam dört saat boyunca şu anki karıma seni savunmak zorunda kaldım' diyor.
Aa bu hiç aklıma gelmemişti. Neyse. Bir sonraki sefere soran olursa terzisi ile birlikte olduğunu söyleyeceğim.
Başlığın ne alaka olduğunu merak edenler için not: Her gün bir yemektir ve sen onu yemek zorunda kalırsın. Günlerden Çarşamba olunca, ne yediğini sormama gerek var mı?
21 Temmuz 2009 Salı
salı kahvesi
Reader writer meselesini açıklayayım artık.
Kadınları istediğiniz kadar 'ikiye' ayırabilirsiniz. CJ puştuna göre kadınlar 'ona verenler ve vermeyenler' olarak ikiye ayrılabilir. AJ'e göre 'okuyan kadınlar ve okumayan kadınlar' olarak ikiye ayrılabilir. AG sürtüğüne göre 'akıllı ve akılsız kadınlar' olarak ikiye ayrılabilir. Mük'e göre 'güzeller ve çirkinler' olarak ikiye ayrılabilir. Bu liste böyle uzar ve gider.
Ha bu arada Kro'ya göre kadınlar, orospular ve orospu olmayanlar olarak ikiye ayrılır: Orospu olmayanlar listesinde bulunanlar öteki kategoriye geçebilir ama orospular kategorisindekiler ağızlarıyla kuş tutsalar 'orospu olmayanlar' kategorisine geçemezler.
Böyle bir dünyadır işte içinde yaşadığımız saçmalıklar.
Benim teorime göre kadınlar reader ve writer olmak üzere ikiye ayrılabilir. Reader'lar sadece sizi 'okurlar'. Okumak derken her anlamda okumaktan bahsediyorum. Canınıza da okuyabilirler, sizi bir kitap yerine koyup satır aralarına kadar her yerinizi de okuyabilirler. Daha çok sizi dinleme halindedirler. Anlattıklarınızdan sınava sokarsanız, sınav sonuçları hep 100 olacaktır. Onlara söylenebilecek en tehlikeli cümle 'haydi bir şeyler anlat' cümlesidir. Genellikle 'ne anlatayım' diye sorarlar çünkü okumaya alıştıkları için, sorulduğunda iki satır cümle yazamazlar. Bunun için biraz zorlamanız gerekir.
Writer'lar ise devamlı size bir şeyler yazarlar. Okuma işlemini de yaparlar elbette arada bir ama genelde kendi içlerindeki şeyleri size yazmakla vakit geçirirler. Okumayı seviyorsanız, onların size yazdıkları şeyleri okuyarak bir ömür geçirebilirsiniz. Yani daha çok 'ben şunu yaptım, bunu ettim' gibisinden anlatıp duran, sizi pek fazla dinlemeyen kadın tipidir bu. Dominantlık ile birleştiği zaman kaçılması gereken bir içerik ortaya çıkmış olur. Etraflarında bir dünya oluşturmak için çabalarlar. Dünyanın kendi kontrollerinde olmasından zevk alırlar. Çevrelerini kendileri inşa ederler. Size yazdıkları şey ise daha çok 'sizin nasıl davranmanız gerektiği' üzerine çeşitlemelerdir. Ne istediklerini bilen kadınlar olarak görünmekten hoşlanırlar. Fakat şunu hiçbir zaman yazamazlar ki 'kadınlar aslında ne istediğini hiçbir zaman bilmez. Biliyormuş gibi görünmek onlar için yeterlidir.' Neyse.
Aslında daha derin bir teori fakat şu anda sadece ufak bir özet geçebilirim size. Derine girmek damarlar için de iyi olmayabilir. Basınç açısından...
Dokuzuncu kattaki kız ile kahvemizi yudumlayıp muhabbet ederken devamlı olarak bunu ölçmeye çalışıyordum. Bazen 'aha işte tam bir writer' derken, iki dakika sonra 'yok, aslında bir reader'mış' diyordum.
En iyisi ben bir süre daha, tipik bir reader olan Deniz Kızı Kerastes ile takılayım biraz.
Kadınları istediğiniz kadar 'ikiye' ayırabilirsiniz. CJ puştuna göre kadınlar 'ona verenler ve vermeyenler' olarak ikiye ayrılabilir. AJ'e göre 'okuyan kadınlar ve okumayan kadınlar' olarak ikiye ayrılabilir. AG sürtüğüne göre 'akıllı ve akılsız kadınlar' olarak ikiye ayrılabilir. Mük'e göre 'güzeller ve çirkinler' olarak ikiye ayrılabilir. Bu liste böyle uzar ve gider.
Ha bu arada Kro'ya göre kadınlar, orospular ve orospu olmayanlar olarak ikiye ayrılır: Orospu olmayanlar listesinde bulunanlar öteki kategoriye geçebilir ama orospular kategorisindekiler ağızlarıyla kuş tutsalar 'orospu olmayanlar' kategorisine geçemezler.
Böyle bir dünyadır işte içinde yaşadığımız saçmalıklar.
Benim teorime göre kadınlar reader ve writer olmak üzere ikiye ayrılabilir. Reader'lar sadece sizi 'okurlar'. Okumak derken her anlamda okumaktan bahsediyorum. Canınıza da okuyabilirler, sizi bir kitap yerine koyup satır aralarına kadar her yerinizi de okuyabilirler. Daha çok sizi dinleme halindedirler. Anlattıklarınızdan sınava sokarsanız, sınav sonuçları hep 100 olacaktır. Onlara söylenebilecek en tehlikeli cümle 'haydi bir şeyler anlat' cümlesidir. Genellikle 'ne anlatayım' diye sorarlar çünkü okumaya alıştıkları için, sorulduğunda iki satır cümle yazamazlar. Bunun için biraz zorlamanız gerekir.
Writer'lar ise devamlı size bir şeyler yazarlar. Okuma işlemini de yaparlar elbette arada bir ama genelde kendi içlerindeki şeyleri size yazmakla vakit geçirirler. Okumayı seviyorsanız, onların size yazdıkları şeyleri okuyarak bir ömür geçirebilirsiniz. Yani daha çok 'ben şunu yaptım, bunu ettim' gibisinden anlatıp duran, sizi pek fazla dinlemeyen kadın tipidir bu. Dominantlık ile birleştiği zaman kaçılması gereken bir içerik ortaya çıkmış olur. Etraflarında bir dünya oluşturmak için çabalarlar. Dünyanın kendi kontrollerinde olmasından zevk alırlar. Çevrelerini kendileri inşa ederler. Size yazdıkları şey ise daha çok 'sizin nasıl davranmanız gerektiği' üzerine çeşitlemelerdir. Ne istediklerini bilen kadınlar olarak görünmekten hoşlanırlar. Fakat şunu hiçbir zaman yazamazlar ki 'kadınlar aslında ne istediğini hiçbir zaman bilmez. Biliyormuş gibi görünmek onlar için yeterlidir.' Neyse.
Aslında daha derin bir teori fakat şu anda sadece ufak bir özet geçebilirim size. Derine girmek damarlar için de iyi olmayabilir. Basınç açısından...
Dokuzuncu kattaki kız ile kahvemizi yudumlayıp muhabbet ederken devamlı olarak bunu ölçmeye çalışıyordum. Bazen 'aha işte tam bir writer' derken, iki dakika sonra 'yok, aslında bir reader'mış' diyordum.
En iyisi ben bir süre daha, tipik bir reader olan Deniz Kızı Kerastes ile takılayım biraz.
20 Temmuz 2009 Pazartesi
dağıtık
Yine bir Pazartesi ve yine dağıtık insanlar topluluğu. Akılları bir gün öncesinde kalmış. Sanki bir gün öncesi takvimin en güzel günüymüş gibi: Pazar!!!
Büyük Patron ajans içerisinde o kadar fazla vakit geçirmeye başlıyor ki, bazen ajansı başkalarına satarak bu işlerden yırtacağını falan düşünmeye başlıyorum.
Pazar akşamı bizim Büyük Patron'un eski karılarından biri (kaçıncısı olduğunu bilmiyorum) arayıp şu sıralar bizimkinin kiminle birlikte olduğunu bilip bilmediğimi sordu. Gazetelerin birinci sayfasını ilgilendirecek bir haber olmadığı için (öyle olsa bile umrumda değil) aklıma gelen ilk senaryoyu uydurmuştum:
- Şu anda evli olduğu kadının kızı ile birlikte. Deyiverdim.
Büyük Patron, uzun bir süredir benim bu uyduruklarımı temizlemekle meşgul ama ben böyle durumlarda genel olarak Patron'un libidosunu onore edecek örnekler uydurmayı tercih ettiğim için benim uyduruklarıma hiçbir itirazda bulunamıyor.
Kadınlar neden böyle abuk sabuk şeyleri merak eder ki? Boşanmışsın gitmişsin, pipisinin kalktığından bile şüphenin olduğu yaşlı adamın kiminle çıktığını/ettiğini ne diye merak edersin ki?
Bunları düşündüğüm sırada kapımın önünde Balyaj beliriyor. Mük'ün saçları ile ilgileniyor. Aralarında bir şeyler konuşuyorlar. Kadın gider gitmez telefona sarılıyorum:
- Kuaförünü mü merak ediyormuş? Diye soruyorum.
- Görünürde bunu sordu ama bana asıldığını düşünmeye başlıyorum. Diye cevap veriyor.
- Herkes sana asılıyo Mükcüğüm. Diyerek kapatıyorum telefonu.
Off. Dokuzuncu kattaki kızı arayayım da bari bir kahve falan içelim. Reader mı writer mı olduğuna karar veremedim henüz.
Büyük Patron ajans içerisinde o kadar fazla vakit geçirmeye başlıyor ki, bazen ajansı başkalarına satarak bu işlerden yırtacağını falan düşünmeye başlıyorum.
Pazar akşamı bizim Büyük Patron'un eski karılarından biri (kaçıncısı olduğunu bilmiyorum) arayıp şu sıralar bizimkinin kiminle birlikte olduğunu bilip bilmediğimi sordu. Gazetelerin birinci sayfasını ilgilendirecek bir haber olmadığı için (öyle olsa bile umrumda değil) aklıma gelen ilk senaryoyu uydurmuştum:
- Şu anda evli olduğu kadının kızı ile birlikte. Deyiverdim.
Büyük Patron, uzun bir süredir benim bu uyduruklarımı temizlemekle meşgul ama ben böyle durumlarda genel olarak Patron'un libidosunu onore edecek örnekler uydurmayı tercih ettiğim için benim uyduruklarıma hiçbir itirazda bulunamıyor.
Kadınlar neden böyle abuk sabuk şeyleri merak eder ki? Boşanmışsın gitmişsin, pipisinin kalktığından bile şüphenin olduğu yaşlı adamın kiminle çıktığını/ettiğini ne diye merak edersin ki?
Bunları düşündüğüm sırada kapımın önünde Balyaj beliriyor. Mük'ün saçları ile ilgileniyor. Aralarında bir şeyler konuşuyorlar. Kadın gider gitmez telefona sarılıyorum:
- Kuaförünü mü merak ediyormuş? Diye soruyorum.
- Görünürde bunu sordu ama bana asıldığını düşünmeye başlıyorum. Diye cevap veriyor.
- Herkes sana asılıyo Mükcüğüm. Diyerek kapatıyorum telefonu.
Off. Dokuzuncu kattaki kızı arayayım da bari bir kahve falan içelim. Reader mı writer mı olduğuna karar veremedim henüz.
19 Temmuz 2009 Pazar
haftasonu gazeteleri
Yan masamda bir çift var ve bir buçuk saattir sırf onları gözlemlemek için bu sıkıcı cafe'de oturmaya devam ediyorum [Tamam, yalanı ilk olarak okurlar yakalar, biliyorum. Evet, garson kız için oturmaya devam ediyorum ama yan masamdaki çifti bahane ediyorum].
Diyalog kadının haftasonu gazetelerinden birinde gördüğü bir haber ile, şu şekilde başlıyor:
- Bu kadının ayak bilekleri çok kalın.
Gözüm masanın altına kaymıştı doğal olarak. Muhtemelen tüm gün masada oturarak çalıştığı için kendi bacakları da Roberto Carlos'un bacaklarını andırmaya başlamıştı. Kocası olduğunu düşündüğüm adam yarı ilgili bir tavırla gazetedeki kadının ayak bileklerine bakmak üzere yerinden doğrulduktan sonra 'yapma canım, o kadar da kötü değil' dedikten sonra konuşmaları başladı.
Kadın, ayak bileklerinin kalın olmasının kötü bir şey olduğunu nereden çıkardığını adama sorarak başladı. Zira kalınlaşmış ayak bileklerini adam fark etmiyordu belki ama ben yan masadan fark etmiştim.
[Bahsettiğim bu sahne, size bunları yazmaya başlamadan bir buçuk saat önce gerçekleştiği için, bu cümle ile birlikte kulaklarım tam bir buçuk saat önce tanışmış ve 'burada ne oluyor' diyerek irkilmeye ve kedi kulağı gibi sağa-sola dönerek pozisyon almaya başlamıştı.]
Adam kendini savunmaya başladı. Artık kahvaltı sofrası bir hesaplaşmaya sahne oluyordu ve ben bunu yan masadan çaktırmadan takip eden kişi oluyordum.
- O çok sevdiğin art direktör kızın ayak bilekleri incecikti tabii. (Uuu reklamcı veya reklamveren bir adam ile karşı karşıyayım sevgili okurlarım.)
Bu cümle ile ikinci kahvemi sipariş etmeye karar vermiştim.
[Jessica Simpson, sing the chorus diye bağırıyorum içimden]
- Eski defterleri açıp durmak sana ne kazandırıyor. Diyor adam. (Şekerliği istiyorum garsondan)
- Ben sadece kadının ayak bileklerinin kalın olduğunu söylemiştim... Diye devam eden uzun bir paragraf yazıyor kadın. (Kaşığımı kasten yere düşürüp kadının ayak bileklerine bir daha bakma ihtiyacı hissediyorum)
Hararetli bir tartışma başlamışken yanda, benim şu favori garsonum geliyor:
- Bu haftasonu gazeteleri toplayamadığım için üzgünüm, diyerek yan masayı işaret ediyorum gözlerimle.
Garsonların masadaki sohbeti uzaktan da olsa takip ettiklerini de görüyorum. Masa dinleme fetişi diyelim buna.
Zaten toplum önderleri olarak (hastalığa meyilli) insan ırkının seksten çok 'seksi seyretmekten' zevk almaya başlayarak hastalık kapmaya başladığını düşünüyoruz. Love, Sex and Eating the Bones filmini seyredin siz. Ben de şu yandaki masayı dinlemeye devam edeyim.
Pazartesi AJ'ye gidip 'şu dizi projesini tekrar masanın üstüne koysak mı' demeyi not ediyorum COFTHOUGHTS klasörüme.
18 Temmuz 2009 Cumartesi
haftasonu partileri
Parti kelimesinin ne kadar farklı kılıklara bürünen bir şey olduğunu fark etmiş miydiniz? Büyük Patron'un haftasonu yaşlı/moruk tayfasını toplayarak çocuklarından, torunlarından, yatırımlarından, satın aldıkları yatlardan ve metreslerden bahsettikleri şeye de 'parti' deniyor, liseli çocukların çılgın olduğunu düşündüğü şeylere de 'parti' deniyor, üniversiteli veletlerin kafayı gözü dağıttıkları 'eğlencelere' de 'parti' deniyor.
Açıkçası ben de YesName'de Jan Garbarek dinleyerek tavandaki yıldızlar alemini seyrettiğim sırada Mük telefonla aradığında 'rahatsız etme beni, partideyim' diyorum.
Parti çok acıklı bir kelime.
Takım elbiseli yöneticigillerin, haftasonları evlerinde nasıl oturduklarını merak ediyorum. Sırf bunu görmek, haftasonu evlerine girebilmek için bir süre arkadaş olmayı denemeye karar veriyorum kendi kendime. Mük'ü bu işin dışında tutmam lazım. AJ'i de.
Bir keresinde buna benzer bir 'içe sızma'yı AJ ile birlikte yapmıştık. Dizi projemiz için. Ben çıkmıştım, o içeride kalmaya karar vermişti.
17 Temmuz 2009 Cuma
reader/writer meselesi (1)
Şu reader/writer meselesine girmeden önce ajans içerisinde devriye atarak kimin ne halt yediğini üstünkörü incelemek istiyorum.
Doni adlı çocuğu görüyorum koridorda. Asker selamı veriyor bana. Müş-tem kızlar benim ajans içerisinde askeri bir düzen kurmaya çalıştığımı düşünebilir. Kenara çekip kulağına:
- Bana bir daha o şekilde selam verirsen AG'ye aşık olman için Harry Potter büyülerinden yaparım sana. Diyorum.
Akıllı çocuk. Ne kadar büyük bir tehdit olduğunu anlayarak 'orayt men' diyor bana. (Yuppiliği mazur görebilirim.)
Boyalı BB'ye rastlıyorum koridorda.
- Merhaba güzel insan. Diyorum.
- Son zamanlarda bir kibarlaştığını hissediyorum JC'ciğim. Diyor bana.
JC'ciğim derken dudaklarının genişlemesine odaklanınca gri rujunu fark ediyorum. 'Gri ruj?' diye soruyorum, içimden, kendi kendime, 'yeni boyanmış bir striptiz direğini, boyası kurumadan önce öpmüş gibi duruyor'. Elbet moda aleminde bir karşılığı vardır. Çok fazla burnumu sokmuyorum. Zaten Boyalı BB ve sokmak kelimelerini artık aynı cümle içersinde bile kullanmamam gerekiyor. Biliyorum.
Kızın biri üzerime kahve döküyor. Deli gibi sıcak olmasına rağmen 'cool'luğumu bozmadan duruyorum. Kız nasıl özürler diliyor...
- Çok özür dilerim, af edersiniz. İnanın ki bilerek olmadı....
Elindeki peçetecik ile üzerimdekileri kuruttuğunu zannederek beni temizliyor. Bir an, 'acaba beni kuruladığını düşünmemi sağlayarak üzerimi mi arıyor' gibisinden bir şüpheye kapılıyorum.
- Tamam yavrucum, rahat ol sen. Diyorum. Elindeki peçeteyi alıp ağzıma atıyorum. Çiğnerken...
Reader/writer mevzusunu anlatmayı ertelemeye karar veriyorum.
Güzel bir Cuma akşamı için ne yapmam gerekir: YesName'ye gidip biraz gevşemek.
16 Temmuz 2009 Perşembe
balyaj
Bu sefer kapımda takım elbiseli kadın beliriyor.
- Merhaba JC. Diyor.
- (İçimden 'tanışıyor muyuz' cümlesi geçse de... Beyninden geçenle ağzından çıkan aynı olamıyor.) Shalom. Diyorum.
- Tanışalım artık. Ben Balyaj. Diyor.
- Yöneticigillerden misiniz? Diye soruyorum elimi uzatırken. O sırada aklıma şu uniform fetişleri geliyor. Eminim bundan hoşlananlar da vardır ajansta. Mesela şu CJ kılıklısının fantezilerini süslüyor olabilir. Bir reklam ajansında asla böyle bir çalışma arkadaşı olmayacağını düşünürken, hoop, 'trend' bir anda bu yöne kayıyor ve baammm!
Hiçbir şey söylemeden yüzüme bakıyor. Sonra:
- Bir şeyler düşünüyorsun galiba. Diyor. Ardından 'Aa gözlerin yeşil mi' sorusu geliyor.
Düşüncelere dalmıştım, evet, fakat şimdi hatunun kurduğu bu cümleler beni daha farklı düşüncelere atıyor. En basitinden, ajans içinde güneş gözlüğü ile gezmem gerektiğini düşünmeye başlıyorum mesela. Bir şeyler düşünürken bunu dışarıya çok fazla belli ettiğim fikrine sıklıkla kapılıyorum zaten.
- Meşgulsün galiba, ben sonra gelirim. Neyse memnun oldum. Diyerek odadan kaçıyor.
Saniyesinde Mük odaya giriyor ve:
- Yanlış mı duydum yoksa hatunun ismi gerçekten Balyaj mı? Diye soruyor.
Al işte, yeni bir düşünce silsilesi daha geliyor:
Neden kadınlar da, erkekler de 'hatun' derken bunu şahsına yönelttiğimiz kişilerin suratına söyleyemiyoruz. Mesela 'pişt hatun, bi bakar mısın' gibi bir cümle neden kurulamıyor insanlar arasında?
Ben en iyisi öğle yemeğine çıkayım. Dokuzuncu Kattaki Kız ile. Kafamı toplamayı beceriyor. Reader mı writer mı onu çözemedim ama henüz.
Aa size bu konuyu daha önce hiç anlatmamıştım değil mi? Yarın anlatırım. Şimdi Japon bahçeme geçiyorum.
- Merhaba JC. Diyor.
- (İçimden 'tanışıyor muyuz' cümlesi geçse de... Beyninden geçenle ağzından çıkan aynı olamıyor.) Shalom. Diyorum.
- Tanışalım artık. Ben Balyaj. Diyor.
- Yöneticigillerden misiniz? Diye soruyorum elimi uzatırken. O sırada aklıma şu uniform fetişleri geliyor. Eminim bundan hoşlananlar da vardır ajansta. Mesela şu CJ kılıklısının fantezilerini süslüyor olabilir. Bir reklam ajansında asla böyle bir çalışma arkadaşı olmayacağını düşünürken, hoop, 'trend' bir anda bu yöne kayıyor ve baammm!
Hiçbir şey söylemeden yüzüme bakıyor. Sonra:
- Bir şeyler düşünüyorsun galiba. Diyor. Ardından 'Aa gözlerin yeşil mi' sorusu geliyor.
Düşüncelere dalmıştım, evet, fakat şimdi hatunun kurduğu bu cümleler beni daha farklı düşüncelere atıyor. En basitinden, ajans içinde güneş gözlüğü ile gezmem gerektiğini düşünmeye başlıyorum mesela. Bir şeyler düşünürken bunu dışarıya çok fazla belli ettiğim fikrine sıklıkla kapılıyorum zaten.
- Meşgulsün galiba, ben sonra gelirim. Neyse memnun oldum. Diyerek odadan kaçıyor.
Saniyesinde Mük odaya giriyor ve:
- Yanlış mı duydum yoksa hatunun ismi gerçekten Balyaj mı? Diye soruyor.
Al işte, yeni bir düşünce silsilesi daha geliyor:
Neden kadınlar da, erkekler de 'hatun' derken bunu şahsına yönelttiğimiz kişilerin suratına söyleyemiyoruz. Mesela 'pişt hatun, bi bakar mısın' gibi bir cümle neden kurulamıyor insanlar arasında?
Ben en iyisi öğle yemeğine çıkayım. Dokuzuncu Kattaki Kız ile. Kafamı toplamayı beceriyor. Reader mı writer mı onu çözemedim ama henüz.
Aa size bu konuyu daha önce hiç anlatmamıştım değil mi? Yarın anlatırım. Şimdi Japon bahçeme geçiyorum.
Kaydol:
Yorumlar (Atom)
