22 Temmuz 2009 Çarşamba

çarşamba yemeği

Sabah ajansa ulaşır ulaşmaz içeride bir hareketlilik sezinliyorum. Tatilden dönen ıstakozlar arasında biraz fazla beyaz kaldığımı düşünüyorum. Boyalı BB'yle çarpışarak güne başlamak zevkli olabiliyormuş. Parfüm kokusu ile karşılanmak güzel şey.

Büyük Patron'un telefonuna kadar ofisimde takılmak da çok zevkli oluyor. Zira AJ karşımda at yarışı gazetesi okuyarak vakit geçiriyordu, Boogie son bestelediği melodiyi mırıldanıyordu, Mük tırnak bakımını yapıyordu ve benim oda bir işbitirici ofisinden çok bir 'öğrenci evi odası' gibi görünüyordu:

- JC (elbette sondaki i'yi öyle bir uzatıyor ki...)
- Büyük Patron?
- Sen bana böyle hitap edince bir kızılderili şefi olduğumu düşünüyorum. Diyor.
- Güzel. Arama sebebine gelince...
- Odamda minik bir toplantı yapacağız. Gel. Diyor.
- (Off) Harika. Toplantılara bayılırım. Diyorum ve kapatıyorum telefonu. Sanırım Büyük Patron bir şeyler anlatırken suratına kapatmış oldum. Neyse.

Takım elbiseli bir sürü insanın arasındaki Hawaii gömleği ve şortu ile takılan tek kişi benim. Boyalı BB'nin üzerindekiler de 'takım' sayılır. Ajansın kreatif direktörü gibi görünüyorum. O sırada CD'nin başına ne geldiğini merak ediyorum. Tam o dakikada kapı açılıyor ve ikinci 'takım elbisesiz' kişi giriyor içeriye: AG sürtüğü.
- Müşteri tarafındaki kişilerin de takım giymesi gerekmez mi? Diye odadakilere soruyorum. Sonra kendi cevabımı kendim veriyorum:
- Aa doğru tabi, bu karı üzerine takım giydiğinde birinci sınıf bir Paris fahişesi gibi görünüyordu. Aa şey, biz neden çalışması için Müşteri ilişkilerine daha 'klas' insanlar almıyoruz?

En iyi savunma ofansif oynamaktır. Şu adını bilmediğim takım elbiseli herif gülmeye başlıyor. Büyük Patron tabaklardaki küçük kurabiyeleri topluyor ve bir yandan gülümsüyor. Boyalı BB'nin gözleri ise faltaşı gibi açık. Yanındaki Balyaj'ın da gözler aynı patlaklıkta.

AG sürtüğü ise hiç savaşacakmış gibi görünmüyor:
- Sana da günaydın JC'ciğim. Diyor. Harika.

Toplantı başlıyor ama CD'ye ne olduğuna dair bir gram bilgi alamıyorum. Tabaklardan birinde bulduğum minik kurabiyeyi patrona gönderiyorum masanın üzerinden. O kadar seviniyor ki. Bayılıyorum böyle patronlara.

Çıkarken bana 'JC özel hayatımla ilgili daha mantıklı uydurmalarda bulunursan sevineceğim, dün gece tam dört saat boyunca şu anki karıma seni savunmak zorunda kaldım' diyor.

Aa bu hiç aklıma gelmemişti. Neyse. Bir sonraki sefere soran olursa terzisi ile birlikte olduğunu söyleyeceğim.

Başlığın ne alaka olduğunu merak edenler için not: Her gün bir yemektir ve sen onu yemek zorunda kalırsın. Günlerden Çarşamba olunca, ne yediğini sormama gerek var mı?

Hiç yorum yok: