12 Ekim 2009 Pazartesi

acının farkında olmak

Şu sıralar piyasalarda iyice bir güvensizlik var. Ajanslar müşterileriyle olan ilişkilerinin sürdürülebilirliği konusunda kaygılılar. Bu durum da elbette, kendi eserleri. 'So no offense' derler yani. Bende de bir yuppilik mi başlıyor? Ah umrumda değil.
Elemanlarda da bir güvensizlik sezinliyorum. Artık tüm ajansları tüketmişler. Çalışmadıkları ajans neredeyse kalmamış.
Bana da bazen 'neden bu kadar az ajansta çalıştınız JC Bey' diye soruyorlar. Onlara öncelikle 'bana JC deyin lütfen ya da bana lütfen JC deyin' dedikten sonra 'çünkü bokun tadını anlamak için onu birkaç defa tatmanıza gerek yok. Bir kere ısırın ve tadına bakın' diyorum ve yüzlerini buruşturuyorlar. Nereden biliyorsunuz ki? Belki de tadını çok seveceksiniz? Kan emicileri seyrederken yüzünüzü buruşturuyor musunuz? E tabi, hepiniz kanın tadını biliyorsunuz da ondan buruşturmuyorsunuz. Er ya da geç, akan kanınızı emmiş ve tükürmemişsinizdir.
Balyaj'a bakıyorum yine. Koridorda leyla gibi geziniyor.
- Naber Balyaj? Diye soruyorum.
- İyidir JC, senden? Diye cevaplıyor.

'Acının farkındayım' diyesim geliyor ama... Tutuyorum ağzımı. Biraz sonra da aşık olduğu çocuğu görüyorum. Elinde bir viski bardağı ile geziniyor ve yan tarafındaki "kanki"siyle kıkır kıkır gülüşüyorlar bir şeye. Neye güldüklerini merak ediyorum ama bazen sosyal sorumluluğumu hatırlayarak her boka atlamıyorum.

Göreceğimi gördüm: Estel yerindeydi ve her zamanki gibi güzeldi. Sahi, ne oldu benim evde o gece?

Hiç yorum yok: