5 Ocak 2009 Pazartesi

Yemek, Pazartesi ve sidik

YesName'i seviyorum. Buranın konseptini şöyle özetleyebilirim: Yüksek tempolu müzik çalan DJ'lerin (electronic, rock, pop hiç fark etmez) veya DJ'lik yaptığını zanneden 'müzik çalan insanların' akşam sahneye çıkmadan önce gelmeleri için tasarlanmış bir mekan. Mümkün olduğu kadar loş bir ışık, eğlenmek için içeriye girmiş tiplerin deyimiyle 'mümkün olduğu kadar iç bayıltıcı bir müzik' ve kıçınızı mümkün olduğu kadar rahat ettirecek yumuşacık minderler. Burada 'bar stool' aramasın gözünüz çünkü ortada bir bar da yok. Yattığınız yerde, sıklıkla Jan Garbarek ve türevlerini dinlersiniz. İçiniz bayılıyorsa defolun gidin. Zaten burada kafayı yiyen DJ'ler set vakitleri geldiği zaman osuruk sesini bile canlandırıcı bulabiliyorlar.
Burayı AJ sayesinde keşfetmiştim. Severim çünkü kimse birbirini nasıl tavlayacağını düşünmez, severim çünkü buraya it-kopuk-hırbo ve AG-CJ gibiler gelmez, severim çünkü minderler son derece rahattır ve severim çünkü bu hengame semtinin ortasına kurulmuş bir rahatlama sitesi ve oksijen çadırı gibidir. Evet, hem de içeride sigara içmek de serbest olmasına rağmen! 

Ah, Rites başladı işte. Tavandaki ışığa dalıp gidiyorum. Aklıma öğle yemeğinde BB ile konuştuklarımız geliyor. 'Hayır JC, bu hiç de güzel bir fikir değil. Lavaboların üçe bölünmesi insanları sınıflandırmak ve onları bir tercih yapmak zorunda bırakmaktır. Çok istiyorsan senin odana bir lavabo yaptıralım.' Aslında harika bir fikir. Neden ben de herkes gibi 'kuliste şunu isterim, bunu isterim, CJ'in adının anılmasını bile istemem' gibisinden isteklerle çıkmıyorum ki insanların karşısına?Ayrıca sidik içen çocuk kuramını anlattığımda gözlerindeki dehşeti görmenizi isterdim. Ben gördüm ve o sırada 'neden bu kadar dehşete kapıldı ki' diye düşünmek yerine 'acaba bu kadını bir kere makyajsız görsem tanıyabilir miyim' diye düşünüyordum. Bu kötü bir şey değil. Patronu da hep kasapta et keserken falan hayal ederim. Miranda'yı bir mürebbiye olarak hayal ederim. Mükemmel asistanımı koreograf olarak hayal ederim. AJ'in Paris-Dakar rallisini koşan bir pilot olduğunu hayal ederim. Böyle abuk sabuk imajlar var kafamda. Biliyorum, hepinizde vardır. En çok da CJ'in sıçarkenki tipini gözümün önüne getirmeye çalışmak eğlendiriyor beni. AG'nin de gelinlik giymiş halini düşünmek. Beni kahkahalara sevk ediyor sevgili okurlarım, kahkaha da ne kelime, havai fişekler patlıyor beynimin mizah kokan koridorlarında.
- JC, ya çocuk ajansa dava açsaydı.

Aaah. BB, hayatı çok fazla ciddiye aldığını düşünüyorum. Ayrıca insanları belirli saatler içinde ofiste tutmaya çalışmanıza kimse dava açmıyorsa, benimle çalışmanın çok zevkli olduğunu duyduğu için bu ajansa başvuran ve işe alındığı ilk gün böyle bir testten geçtiği için adrenalin salgılarıyla reklam ajansını kafasında birleştirmeyi becerebilen bir çocuk neden dava açsın, öyle değil mi? 
Reklam ajansları da disco'ya benziyor: İnsanlar içeriye normal bir şekilde girip, içeridekilerin dans performansı ile kıçını başını kıvırmaya karar veriyor veya burun kıvırıp 'ııı, bu mekan çok kötüymüüüüş' deyip başka yere geçiyor.

Yan masadakilerin sesini duyuyorum. Bir yere ilk defa geldiğini bu kadar çok belli eden bir başka grup daha olamaz herhalde:
- Iıı bu mekan çok kötüymüüüüş. Blogunda bu mekandan bahseden gerizekalıya bir comment yazacağım bu gece. (O comment'i asla yazmadı, yazmayacağını daha bu lafı duyduğum andan itibaren biliyordum zaten.)

SALAK! (Ben olduğum için söylemiyorum ama) bir mekanı bundan daha iyi tarif eden bir kişi dahi olamaz [şey, belki olabilir ama o insanlar da muhtemelen blog yazmaz]. Senin, okuduğun kelimeler üzerine inşa ettiğin hayal gücü şantiyende bu binayı dikmeyi beceremiyorsan, Dubai'ye hayran kalıp 'abi adamlar çöle şehir inşa ediyor' diyerek ömrünü geçirirsin. 

Pazartesi sendromunu yenmek için yapılacak en iyi şey, şirketlerin çalışanlarına kafa yapıcı maddeler dağıtmasıdır bence. Acaba sırf bunun için bir ajans mı kursam? Serbest kıyafet ile gelecekleri gün olarak Cuma'yı belirleyen aptal firmalar, size sesleniyorum: Pazartesileri insanların kıyafetine karışmayın. 

Mük mesaj atıyor bana: 'Patron, ben sevgilimle birlikteyim, bize katılmak ister misin?'. Mekan: Brooklyn Köprüsünün Altı. Pek hoşlaşmam oradan ama... Mük için kaldırabilirim. Hem şu 'sevgilim' dediği kızı görmem lazım. Çok merak ediyorum. İnsanların içinde, Facebook'ta, orada burada bu konuyu açmadığı gibi AG gibi paparazzilere de malzeme vermez asla. Zaten bu yüzden ona 'Mük' diyorum. Sümük gibi geliyor söylenişi bazen kulağıma ama JC'yi de biraz  zorlarsan 'sidik' çıkartabilirsin, öyle değil mi?
Brooklyn Köprüsünün Altı dedikleri mekan, lokasyonunu birazcık ıskalayarak Boğaz Köprüsü altına kurulmuş bir 'özenti' mekan. Erkeklerin sadece ellerinin ve yüzlerinin açıkta olduğu, kadınların ise sadece göğüs uçları ile kukularının kapalı olmasının gerektiği bir yer. İşin tersi, buradan çıkıldığında genelde tersi oluyor: Kadınlar giyiniyor, erkekler 'bir şey' umarak üstündeki her şeyi çıkartıyorlar. Ah bayılıyorum hayatın bu bir türlü üst üste gelemeyen carbon copy kağıtlarına. 

Yerimden kalkıyorum. Sidik içen çocuğun hikayesini yine anlatamadığımı hatırlayarak. Olsun. AJ'in masasına bir selam çakıyorum ve YesName'den çıkıyorum. Kapıda Selpak satan bir çocuk görüyorum. İçim bir tuhaflaşmaya başlıyor. Evet. Ben kesinlikle aşığım. Aldığım Selpağı cebime sokarken telefonumu çıkartıyorum. Bir SMS yazıyorum: 'Perşembeyi iple çekiyorum'. Telefon no: Joanne. Delivered. Off.

Hiç yorum yok: