10 Ocak 2009 Cumartesi

Üniversitedeyiz

Büyük Patron'un bok yemelerinden biri de, çalışanlarını (yani bizleri) arada bir üniversitelere konuşma yapmak, 'gençlere' [sanki biz onun gibi moruğuz] reklamcılığı anlatmak üzere göndermesi. Şimdiye kadar gittiğim üniversitelerde sektörün tansiyonunu çocuklara yansıtmamaya çalışıyordum. Bizi masabaşında oturup 'reklam fikirleri' geliştiren insanlar sanmalarına izin veriyordum ama bu sefer gerçekten hazırlıksız yakalanmıştım. 
Hayır evlatlarım. Reklamcılık öyle bir meslek olsaydı bu memuriyetten farksız olurdu. Üstelik siz bir beynin yaşamı boyunca kaç tane akıllı cümle sıçabileceğini zannediyorsunuz? Uyuşturucu maddeler alıp 'tahtanın üzerinde bir tebeşir geziniyor, yoksa gördüğüm bu şey bir teneşir mi' tipinde cümleler yazıp kendinizi 'yaratıcı' zannedebilirsiniz. 'Madde' ile yapılacak iş olsa idi bu, Cola otomatları yerine ajanslara 'hap otomatları' koyarlardı. [Buna da 'güzel fikir' diyen insanlar çıkacaktır. Aslında çıktıkları gibi içeri sokmak lazım bunları.]

Neyse, ben tam kendimi Mükemmel asistanıma 'bugünkü programım nedir?' diye soran salak bir patron gibi hissediyordum ki... Tam o sırada odaya Madam De Le Patronaj ve Büyük Patron'la birlikte AJ girdi ve kolumdan tuttukları gibi beni asansörlere doğru götürdüler. Nereye gittiğimizi öğrendiğimde üniversitenin otoparkındaydım. Arabadan inerken yanımızdaki araçtan inen kadına gözüm kaydı ve: 
- AJ, şu arabadan inen kadın Boyalı BB'ye benzemiyor mu? Diye sordum.
'Ta kendisi JC.' dediğinde AJ, Boyalı BB bakışlarını bana çevirip 'Boyalı BB mi dedin sen JC'ciğim' diye sorduğunda ajans içerisinde kullanılan bir terim daha ortaya çıkmış oluyordu. Suçu elbette AG'ye attım. Onun güzelliğini kıskandığı ve bu güzelliğin sebebini tamamen bir 'boya'ya indirgediği için ortaya 'Boyalı BB' diye bir lakap attığını vurguladım. Dün gece çok fazla TRT seyrettiğim belli oluyor mu? Birisi soğan mı yedi dün gece? Büyük Patron madem konuşmayacaksa neden bizimle geliyor? Madam De Le Patronaj'ın burada ne işi var? Sidik içen çocuğu da yanımızda getirmemiz gerekmez miydi böyle bir etkinliğe? Zira çocuklara örnek olması gereken bir sübyana ihtiyacımız olabilir. Sidik içen çocuk kim mi? Şimdi patron beni iyi dinle...

- Ve dünyanın en kreatif ajanslarından MLFO İstanbul ofisinden JC Bey bize ajansı ve reklam sektörünü anlatacak.

Sahnenin ortasında kendimi bulduğumda alkışlardan önce duyduğum son söz bu idi. Halbuki ben patrona sidik içen çocuğun hikayesini anlatmaya başlıyordum tam. İlk repliğimi ezbere söylediğim için [Merhaba, benim adım JC, global bir reklam ajansında işbitirici olarak çalışıyorum...] ikinci cümlesi olmayan bir kitap gibi meraklı bakışları ile beni izleyen veletlerin karşısında kalıverdim.

- New York'taki global toplantıda ajansın isminin değişmesi gerektiğini defalarca vurguladım. Ne o öyle MILF gibi? Hatta iyi para vurmuş petrolcü müşterilerimizden bir tanesinin para babası, köy ağası, soğan kokulu ağzı bir gün bana 'bizim çocuklar sizin ajansa Malafat diye isim taktılar, hoha hoha hoha' dediğinde ağzının ortasına bir tane çakasım gelmişti. Bu arada dün gece çok fazla TRT seyrettiğim belli oluyor mu acaba çocuklar? Haa bir de, öğle yemeğinde soğan yemiş bir insan varsa yanınızda el kaldırır mısınız? Kim olduğunu bulmaya çalışıyorum onun...

AJ'in önce yapmacık bir kahkaha atıp sonra elimden mikrofonu alarak beni bu eziyetten kurtarmasını hayatım boyunca unutmayacağım. Bu tip durumlarda birinin beni tutması gerekiyor zira repliğini unutan bir aktör gibi doğaçlama yapma zorunluğu hissediyorum ve kariyer derdim olmadığı için ağzıma geleni söyleme lüksüne sahip biri olduğumu düşünüyorum. AJ beni iyi tanıyor, birkaç dakika sonra çocuklara, rektörlerinin akşamları karısı ile nasıl konuştuğunun taklidini yapıyor olabilirdim ve adam en ön sırada 'hayranlıkla' suratıma bakarken bunları anlatıyor olmamdan hoşlanmayabilirdi. Kendisiyle barışık olmasını bekleyemem tabii ki.

Buraya geleceğimizi daha önceden biliyor olsa da bu tip durumlarda kullanmak için RAM'inde her daim bir konuşma metni bulunduran AJ konuşmaya başladığı sırada sahnenin çok sıcak olduğunu hissedip üzerimdeki gömleği çıkartıyorum. Az önceki hızımı kaybetmemiş olsam gerek ki, çıkarttığım gömleği izleyicilerin üzerine atıyorum. Neyse ki bizi 'sıra dışı insanlar' olarak görmekte ısrar eden izleyici kitlesi bu hareketten oldukça memnun kalıyor. Hatta kızlardan biri, gömleği yakaladıktan sonra kokluyor! Tamam, soğan yiyen kişi ben değilim ve parfümüm harika ama bu yine de bir Tinto Brass filmi değil ve roller karıştı sanırım.

- Siz de yazar mısınız JC Bey?
- Öncelikle bana lütfen JC deyin. Ya da bana JC deyin lütfen. Evet. Ben de yazarım. Bizim ajanstaki herkes yazardır. Afraid To Shoot Strangers'ın 2nci dakika, 43ncü saniyesinden sonrasını ben yazdım. Ki en sağlam kısmıdır. Sizin yaşınız Iron Maiden'a yetiyor mu? Aa sahnelerin nesini seviyorum biliyor musunuz çocuklar, şu anda arka sıralarda yanyana oturmuş iki aşk kuşu birbirinin kuşunu okşayıp duruyor ve bunu biz buradan görüyoruz. Utanmayın çocuklar, kimliğinizi açıklamayacağız. Lütfen arkanıza bakıp arkadaşlarınızı rahatsız etmeyin. Size bir fıkra daha anlatayım: Rektörün biri (sözümüz meclisten dışarı demeyi unutmuyoruz, aha haha) tıp fakültesi dekanını çağırıp 'dekadan da kim ulan' diye bağırmış. 

Ayakta alkışlanarak oradan ayrılıyoruz. AJ 'performansın iyiydi' diyor bana. Madam De Le Patronaj bu akşam için uygun olup olmadığımı soruyor. BB gözleri faltaşı gibi açık halde 'etkileyici bir insansın JC'ciğim' diyor, Büyük Patron'dan da bir yorum beklerken, ne diyor? 'Arabayı ben kullanacağım'.

Ah bu adam tam bir çocuk. 

Hiç yorum yok: