Bir zamanlar kimsenin sahiplenmediği, ufak ve 'hatır-gönül işi' müşterisi HH, dev bir reklamveren haline dönüşünce, etrafında bok sinekleri de uçmaya başladı. Şu anda halen ajans içinde tam olarak sahiplenilmiş değil ama diğer ajansların tacizlerinden kurtulmak için ajans içerisinde bir hareket başladı. Boyalı BB'ciğime verilen yeni takım kurma işine, işin asıl sahibi olarak gördüğüm 'kendim' de dahil oluyorum. Şu iş görüşmelerini iple çekiyorum. Hiç sanmayın ki 'bu iş için özel bir eleman ilanı yapılacak'. Sıradan bir ilan veriliyor ve metni kimin yazdığına dair bir fikrim yok. Zira metinde şöyle cümleler geçiyor 'çalışmaktan zevk alan, grup çalışmasına yatkın, taptaze fikirleri olan...'
İyi ki reklam yazarı değilim yoksa oturup 'kaltak bir müşteri temsilcisinin zırt pırt seni sinir etmesini kaldırabilir ve ona yumruk atmamak için kendini tutabilirsen, stratejik planlama diye sana sunulan alakasız fikirleri görmezden gelip içinden geldiği gibi yazabilirsen ve içinden gelen şey en azından seni tatmin ederse, 'kreatif müdür' kılıklı hergelelerin sana söylediği her şeyi bir kulağından alıp ötekinden boşaltırsan, gel. Çalışmaya başlayalım. Sen tam benim adamımsın.' gibisinden bir ilan yazardım.
HH problemine daha önce değinmiştim. Bir grup, kendini 'yönetici' zanneden 'erkek' reklamveren temsilcisi ve müşteri ziyaretine giden 'ajanstan birtakım mini etekli' insanlar arasında hoş beş edilirken atlanan bir nokta var: HH'ın geçtiğimiz yıl anlaştığı reklam kadını. Kapris makinesi adını verdiğimiz bir 'piyasa şarkıcısı'. Reklamda bu kadının oynaması için kamyon kadar para verilerek anlaşma yapılmış ama orada bu konu nedense hiçkimsenin aklına gelmemiş. Karşıma geçip 'Hazırlanan hiçbir konsept bu hatuna uymuyor' dediği zaman müş-tem kılıklı kız, gözlerinin içine bakıp şöyle sordum: 'Hatun mu dedin sen?'. Nedense bana garip geldi, zira incecik sesli, çıtı-pıtı bir kız, kendisinden yaşça ve fiziksel olarak büyük bir kadın hakkında böyle söyleyince tuhaf geliyor kulağıma.
Neyse konuyu dağıtmayayım. Hemen olaya el koymuştuk adamım AJ ve ben.
Yapılması gereken iş, HH'ın internet üzerinden satışa başladığını duyurmak. Şarkıcı kadına baktığımızda da şunu görüyoruz: İnternet ile olan tek ilişkisi 'üstsüz görüntüleri'nin yayıldığı alem olması seviyesinde. Ne yapılır, ne edilir?
Neyse konuyu dağıtmayayım. Hemen olaya el koymuştuk adamım AJ ve ben.
Yapılması gereken iş, HH'ın internet üzerinden satışa başladığını duyurmak. Şarkıcı kadına baktığımızda da şunu görüyoruz: İnternet ile olan tek ilişkisi 'üstsüz görüntüleri'nin yayıldığı alem olması seviyesinde. Ne yapılır, ne edilir?
Akşam herkesin gitmesini bekliyoruz ve AJ'in odasına kapanıyoruz. Her daim masamızda bulunan Baba kitabından rastgele sayfalar açıp okuyoruz, bir yandan Tinto Brass filmlerini seyrediyoruz, bir yandan kendi dünyalarımızda geziyoruz. AJ çalışırken pek konuşmaz ama kulağı her daim bendedir. Ben de ya bir şarkı mırıldanırım ya da rastgele bir cümle söyler dururum. Aslına bakılırsa Baba kitabı AJ'nin tercihi. Ben her zaman üstadın 'aptallar erken ölür'ünü tercih ederim.
İnsanın hayatı boyunca, aynı metinleri okuyup, aynı müzikleri dinlemesi mümkündür. Hatta aynı metinlerin okunması, aynı filmlerin seyredilmesi, aynı müziklerin dinlenmesi -bizce: AJ ve ben- yaratıcılığı öldürmediği gibi canlandırır. Bunun sebebi insanın her okuduğunda aynı şeyleri düşünmemesidir. Bir kitabı ilk okuduğunuzda şartlarınız farklıdır, çevreniz farklıdır, içinde bulunduğunuz ruh hali farklıdır ve size zevk veren şey, sonraki okuyuşunuzda daha da fazla zevk verebilir (veya tam tersi) bu sırada 'yaşadığınız zevksizlik' size yeni bir şey düşündürtebilir.
İnsanın hayatı boyunca, aynı metinleri okuyup, aynı müzikleri dinlemesi mümkündür. Hatta aynı metinlerin okunması, aynı filmlerin seyredilmesi, aynı müziklerin dinlenmesi -bizce: AJ ve ben- yaratıcılığı öldürmediği gibi canlandırır. Bunun sebebi insanın her okuduğunda aynı şeyleri düşünmemesidir. Bir kitabı ilk okuduğunuzda şartlarınız farklıdır, çevreniz farklıdır, içinde bulunduğunuz ruh hali farklıdır ve size zevk veren şey, sonraki okuyuşunuzda daha da fazla zevk verebilir (veya tam tersi) bu sırada 'yaşadığınız zevksizlik' size yeni bir şey düşündürtebilir.
Size bir yöntem daha: İçinde bulunduğunuz yeri, yaşadığınız rutini değiştirin. Hiç okumadığınız bir dergiyi açın ve okumaya çalışın. Hiç dinlemediğiniz bir müzik bulun ve onun tadına bakın. Yatarken yanan ışık sizi rahatsız mı ediyor? Bir kere o ışığın altında uyumayı deneyin. Nu-metal hoşunuza gitmiyor mu? Bu akşam nu-metal dinleyin. Fazla sohbet etmediğiniz bir tanıdığınız mı var? Arayın onu, bir kahve için, sohbet edin, muhabbet edin. Daha önceden seyrettiğiniz bir filmi, ilk defa seyrediyormuşsunuz gibi seyredin.
Pat!
- Şu cümle nasıl JC, diye soruyor AJ.
- Hangi cümle.
- (Sesini kapris makinesi şarkıcının, serseri ses tonuna bürüyerek) internetten karı alıyonuz da niye alışveriş etmiyonuz? Diyor.
Bir müddet duruyoruz. Benim gözümün önüne gelen şey ile, AJ'in gözünün önüne gelen şeyin aynı şeyler olduğunu anladığımız anda -telepatik bir andır, tarif edilemez- 'bu akşamlık işimiz bitmiştir, yarın görüşmek üzere' deyip odadan ayrılıyoruz.
Tabii ki ertesi gün başımıza gelecek şeylerin ne olacağını bilerek. Ben YesName'ye gitmeye hazırlanmak için önce odama geliyorum. Mük'cüğüm hâlâ eve gitmemiş.
- Ne çabuk bitirdiniz, diye soruyor.
- Bazı anlar vardır hızlıdır, bazı anlar vardır yavaştır.
- Az önce yanınıza geleyim dedim ama tam kapınızın önüne geldiğimde içeriden gelen sesleri duyup geri döndüm. Diyor. Hınzır hınzır gülümseyerek.
- Mümkündür. (Anlamıyorum.)
- Ajansa hatun mu çağrıyorsunuz?
- (Anlamadım ilk başta ne dediğini ama) Bu aralar neden 'hatun' lafı çok sık söyl... (derken jeton düşüyor bende) Ahh güzelim. Tinto filmi seyretmedin sen galiba. Diyorum.
Gülümsüyor şirin şirin.
- Bu şirin gülümsemeye YesName'de bir içecek kazandın. Haydi kalk. Diyorum.
Yerinden kalkıyor, benim gözlerim ayağına doğru kayıyor:
Şu çıplak ayak meselesini ciddi ciddi konuşmamız lazım diyorum içimden. YesName güzel bir yer olabilir mi acaba?

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder