18 Ocak 2009 Pazar

Bu mudur?

Ertesi gün başımıza ne geleceğini de biliyorduk. 

- Sadece bir cümle mi? Diye soruyor, suratını su aygırı taklidi yaparmışcasına bir ifadeye bürümüş olan AG sürtüğü.
- Evet. Sadece bir cümle. Diyorum ama gözüm Büyük Patronun üzerinde. Cümleyi duyduğu andan beri bakışlarını tavanda gezdirip sahneyi hayal etmekle meşgul olduğunu sanıyorum ama birazdan kafasını indirip 'şu idari menejere söyleyin de, şu tavanlara bir boya yaptırsın' dese şaşırmayacağım.

Sidik içen çocuk da var odada. Bir lafa atlamasına ilk defa seviniyorum. Bu çocukta iş olabilir:
- Harika bir fikir bu JC Bey. Diyor.
Elimdeki kupayı kaldırıp 'şerefe' hareketi yaparak tebrik ediyorum kendisini. 

AJ'ye kayıyor gözüm. Gözlerini tavanda gezdiren Büyük Patrona odaklanmış. CD'nin öksürmesini duyunca ikisi de kafasını ona doğru çeviriyor. Bu herif (CD) nedense 'akıllı cümleler' diye tabir ettiği ifadeleri kurmadan önce 'öksürüyor'. Herhangi bir soru sorduğunda, bambaşka cevaplar da veriyor ama, şu anda konumuzun dışında.
- Şimdi şöyle... Diyor ve bir müddet daha öksürmek için duruyor. Yavaş ve öksürüklü ses tonu ile konuştuğu ve konuşurken pis sakallarını sıvazladığı için 'entelektüel' olduğunu düşünüyor.
- ... aaaa şey. (Konuşurken Eee, Aaa, ııı gibi sesler çıkaran insanların ses tellerine acıyorum. Gereksiz yere kullanılıyorlar.)
- Yani şöyle. (E hadi bir cümle kur artık be adam!)
- Çok yakalayıcı bir cümle. Tebrik ederim AJ'ciğim. Yalnız olayın ruhunu yakalaması açısından...
Artık dayanamayıp araya giriyorum:
- Hangi olay, hangi ruh ve neden bu cümlede 'yakalamak' fiili geçiyor?

Herkes şaşkın şaşkın bana bakıyor. 
- Ayrıca bu tavanların da boyanması gerekiyor. Diyorum.
Büyük Patron zıplıyor yerinden:
- Yaşa JC. Ben de aynısını diyecektim.

Konuyu darmadağın etmiş bulunuyorum ve saatime bakıp yerimden kalkıyorum. Bıraksanız sadece bir cümle üzerinde saatlerce konuşmalarını dinlersiniz. Diktatörlük rejimi, sadece reklam ajanslarında olması gereken bir şey bence. Rejimi beğenmeyenler de istedikleri yere gidip kendi rejimlerini kursunlar.

Reklamverenler, tüm ülke halkının televizyon başına oturduğunda 'kendi reklamlarını' seyredeceklerini varsayarlar. Gazete okuyan her gözün, gazetede kendi reklamlarını arayacağını varsayarlar. Bu saplantılı kadınların ve adamların, tüm dünyadaki erkek ve kadınların kendi karılarının/kocalarının peşinde olduğunu düşünmesine benzer. 
Ve bunca yıllık tecrübem diyor ki: Tek cümle - ve hatta tek kelime- ile anlatılamayan bir reklam, reklam değildir. Bizimkini de tek kelime ile anlatabiliriz: Güven.

Odadan çıkıyorum. Öğle yemeği.

Hiç yorum yok: