Bu kıza boşuna mükemmel demiyorum ben.
Elini sıkıyorum.
JC DİYE YAZILIR, CEY Sİ DİYE OKUNUR. KEŞKE BLOGUNA DAHA FAZLA ZAMAN AYIRSA DİYE DÜŞÜNÜLÜR [15 Ocak 2009 Perşembe]
i'm always hearing voices on the street,i want to shout, but i can hardly speak.
And i only get my rocks off while i'm dreaming.
Pasaport kontrolde karşımıza bir anda Madam De Le Patronaj çıkıyor. Ah, size onun kim olduğunu söylemeyi unuttum bir önceki post'ta: Kendisi Büyük Patron'un havalı asistanı olmaktadır, benimki kadar mükemmel olmamakla birlikte yine de ajansın en forslu ikinci kişisi olarak geçmektedir. Benden sonra. Büyük Patron üçüncü sırada geliyor. Ha ha ha. Şaka yapıyorum tabii ki. Burada herkes eşit. Sidik içen çocuk çat kapı Büyük Patron'un odasına giremez ama biz girebiliriz. Neyse, kapıda biraz oyalanmamız icap ediyor:
- İniş izni istiyoruz sevgili Madam De Le Patronajjjj. Diyorum.
Gülümseyerek bakıyor bize.
- Girin bakalım, sizi bekliyordu zaten.
Patronun odasına her girişimde karşımda terzisini buluyorum. Enteresandır ama bu sahne hiçbir zaman şaşmıyor. Bu sefer bir adım daha ileri gitmiş olarak, bizim Büyük Patron'u pantolonsuz yakalıyoruz. Daha önceleri bu odaya girdiğimde karşılaştığım, sizin enteresan bulacağınız şeyleri sıralamam gerekirse; Andy Warhol'e benzeyen bir adam ve baştan aşağı ten rengi body giyinmiş yardımcısı Deniz Kızı Kerastes - ayın yüzeyini bir reklam mecrası olarak kullanmak gibi uçuk bir projesi vardı ve ben odaya girince susmuş ve popoya benzeyen enteresan çerçeveli siyah gözlükleri ile beni incelemişti, ben de yanındaki Deniz Kızı Kerastes'i-, patronun karşısındaki koltukta oturmuş fotoğrafçıya poz vermek için otuz bir çeken bir CJ - ne maksatla bu pozun fotoğraflandığını hiçbir zaman öğrenemedim-, reklamda kullanılacak jartiyeri bizim Büyük Patron'a göstermek için asistanının eteğini yukarı kaldırmış halde yakaladığım ve yanında çalıştırdığı kızı konu mankeni olarak kullanmaktan çekinmeyen reklamveren yöneticisi - ben odaya girdiğimde adam Rus kadınlarıyla takılırken polis baskınına uğramış herifler gibi kızın eteğini küt diye aşağı çekmişti ve ben neden böyle bir demonstrasyon yapma ihtiyacı duyduğunu hâlen anlamış değildim- gibi çeşitli sahneleri sayabilirim. Daha çoook sahne var ama bunların hepsini burada anlatırsam siz bu paragrafı okumaktan sıkılıp ötekine geçebilirsiniz diye kısa kesiyorum. [Elbette sıkılmayacağınızın farkındayım ama ben anlatmaktan sıkılıyorum zira burada anlatmamı bekleyen daha başka bir hikaye var. Teşekkürler. Haydi öteki paragrafa atlayın bakalım.]
- Hoş geldiniz çocuklar! Diye sesleniyor patron bize. AJ hemen patronun mini bar'ına doğru yol alıyor fakat ben her seferinde odada rastladığım bu terzinin, bizim Büyük Patron'un ölçüsünü neden her gün aldığını anlamak için yanına çömeliyorum.
- Bir şey soracağım size, diyorum; Patronun ölçüleri her gün değişik mi çıkıyor acaba?
Adam tuhaf bir ifade ile suratıma bakıyor. O sırada farkına varıyorum ki, ben bu adamı hiçbir zaman konuşurken görmedim. Türkçe bilmeyen, yabancı uyruklu bir terzi bile olabilir.
- Ne yaptınız çocuklar? Hallettiniz mi şu HH işini? Diye soruyor patron bize.
HH, bizim Büyük Patron yaşlarında, iki eski arkadaşın, emekliliklerinden sonra mecburen kurdukları bir şirket. Bu iki kafadar, emekli olunca evde oturma hayalleri ile tüm çalışma hayatlarını tükettikten sonra karıları tarafından evden kovuluyorlar. Evde oturan erkek görmek istemeyen karılarının elleriyle evden atılan bu iki adam, kafa kafaya verip bir ev tekstili firması kuruyorlar. Gıcık olduğum şirket isimleri serilerinde sonu -AŞ ve -SAN ile biten firmalardan birini daha kuruyorlar: Haşaş. Aslında onlar Hush A.Ş. adlı bir firma kuruyorlar (havalı olsun diye) ancak bu şirket iflasın eşiğine gelmek üzereyken neredeyse bedavaya işe aldıkları, istekli, meraklı bir üniversite öğrencisi tarafından 'bir reklam ajansı bulalım kendimize' cümlesi ile son bir kulaç atmak için ajans aramaya başlıyorlar. Bizim Büyük Patron'un yaş grubundan oldukları için, eski dostlardan biri tarafından bizim Büyük Patron'a öneriliyorlar. Bu arada, anlattığım bu hikayenin bundan dört beş sene önce cereyan ettiğini hatırlatmakta fayda var. Hani siz 'şirketimizin 80nci yıl dönümü' tipinden cümleleri duymaya alışık olduğunuz için - ve alışık olduğunuzdan ötürü aslında duymadığınız - bu şirketin de o 'çınar' şirketlerden biri olduğunu düşünebilirsiniz. Ayrıca burada imâ etmeye çalıştığım başka bir şey de, iflas etmek üzereyken aldığımız bir firmayı nasıl ülkenin en büyük reklamverenlerinden biri haline getirdiğimizi söyleyerek böbürlenmek ve 'reklam bir bilim midir yoksa sanat mıdır' soruları ile boğuşup duran şu lanet piyasada 'pohpohlanmak istiyoruz' cümlesini kurmadan, bizi pohpohlamanızı sağlamaktır. [Biliyorum çok fazla konuşuyorum ama ben kurduğu cümleler üzerinden para kazanan bir blogcuyum. O yüzden lafı istediğim kadar uzatabilirim.]
Neyse, biz bu iki amcanın kurduğu, bok görünümlü isme sahip şirketin ismini değiştirerek başlamıştık çalışmaya. AJ'in bunu HH şeklinde yazması ile üç saniye içerisinde büyük bir kısmı çözülen dertlere rağmen ajans o zamanlarda bu işten köşeyi dönmemişti. Zira 'en boktan' müşteri olarak görüldükleri için ajanstaki hiçbir grup da bu müşteriyi üstlenmemişti. Patronun benden ricası ile ajansta takım kurmadan marka idare etmenin örneğini sergileyerek, bendeniz bu işin altından çıkmıştı. Hatta size şöyle söyleyeyim; o günlerde atölye denilen hergeleler havuzunda basılı işleri yaptıracak hiçbir grafiker (götünü kaldırmak istediğinizde onlara 'art direktör' deyin) bulamadığım için, freelance çalışan İ Bey'den destek almıştım. (İşte böylece İ Bey'le olan hikayemizin bir kısmını da öğrenmiş oldunuz.)
Karıları tarafından evden kovulan bu iki adam, bir sene içinde HH markası ile şaha kalkıp, oluk gibi akan paralarla gününü gün edip, 'bizi eve almayan karılar yerine, bizi evden çıkartmayacak karılar istiyoruz' diyerek karıları boşayıp, yenilerini alıp, üzerine birkaç metre de metres ekleyip şirket ile ilgilenemez olunca, üç kuruş para ile şirkete alınan ve sonra şirketin 'pazarlama müdürü' olan 'o' üniversite öğrencisi tarafından yönetilmeye başlayınca bizler için problem olmaya başladı. İşte tam o sırada günümüzden birkaç hafta öncesine gelmiş oluyoruz. Geçtiğimiz hafta HH'ın, MLFO İstanbul ile yaptığı görüşmede de bu iki amcanın hiçbiri olmadığı gibi, 'pazarlama müdürü' de olmadığı için oraya görüşmeye giden grubumuz (AG, Miranda ve mini etekten başka bir şey giymeyen asistanları) ile yapılan görüşmede daha çok 'havadan sudan' konuşulmuş ve kampanya zamanı geldiğinde, bir önceki toplantıda hiçbir şeyin konuşulmadığı ortaya çıkmış.
Takvimlere bakıldığında üç gün sonra yeni reklam kampanyasının (televizyon başta olmak üzere tüm mecraların kullanılacağı, milyon dolarlık kampanyalardan bahsediyoruz elbette) çıkması gerekirken şu anda hiçbir grubun bununla uğraşmadığı ortaya çıkıyor!
İşbitirici olarak iş yine bana kaldı ve AJ'yle birlikte bu işi çözüp geldik ve şimdi patrona olanı biteni anlatma zamanı:
- Demek şu mini etekli kızları görünce, adamlar dünyayı unutmuş ha?
- Evet patronum, pantolonum.
- O zaman ben şu kızların 'dikkat dağıtıcı etkileri' konusunda AG ile bir konuşayım.
- Ayrıca yeni müşteri alırken, yönetim kurulundaki kadın-erkek dengesine de dikkat etmek lazım.
- Şu senin eşşek arkadaşın ne zaman geliyor askerden JC? Diye soruyor patron.
Arkadaşım eşşek, askerlik görevini Artvin'de sürdüren, ajansın Stratejik Planlamacısı. Kısa dönem askerlik yapmak üzere ortadan kaybolduğu için yerine yenisi alınmadı. Aslında, itiraf edeyim, bizim eşşekin ikamesi olabilecek daha iyi birisi bulunamadı. Hani her daim eleman arayan ajanslar gibi de görünmemek için, eleman ilanını keserek bu işi AJ ile aramızda bölüştük. Ne kadar 'gayri-profesyonel' diyorsanız eğer içinizden, şirketinize gelerek (her ne kadar global-kurumsal olursa olsun) 'un-professional' diye adlandırılan bir yığın uygulamanızı ortaya çıkartabiliriz. Bu yüzden kapayın o üç günlük sakallarınızla süslediğiniz çenenizi ve çevrenizdeki insanlara çalışıyormuş gibi görünerek okumaya devam edin.
Patron huysuzlaşmaya başlıyor. Ağzından bir kelime bile çıkmayan terzisine bir şeyler söyleyip duruyor fakat adam sadece kafasını sallıyor. Dilsiz bile olabilir. Nasıl bizim Creative Director'ün asistanını hiç ayakta görmediğim için 'bacakları olmadığını' düşünüyorsam bu adamın da dilsiz bir kızılderili olduğunu düşünmeye başlıyorum. Algılarımla oynamayın lütfen.
AJ'e göz kırpıyorum, kafamla kapıyı işaret ediyorum. Odadan çıkıyoruz.
- Akşama kadar çıkartırım bir şeyler. Diyor AJ.
Biliyorum. Çıkartır.
- People try to put us doooooown. Diye şarkıya en baştan başlıyorum. AJ koridorda benim tam ters tarafıma doğru giderken 'talkin bout my generatiooooooon' diye devam ediyor. O sırada Madam De Le Patronaj'la gözgöze geliyorum:
- Akşama cover night var, gelmek ister misin? Diye soruyor bana.
- Madam, diyorum; büyük bir zevkle.
Odama döndüğümde Mük'cüğüm çıplak ayaklarını, sınır karakolunda masanın üzerine atmış, ağzındaki otu çiğneyen bir kovboy pozu vermiş halde oturuyor.
- Hey cow girl, diyorum. Giymediğin ayakkabılara onca parayı neden veriyorsun?
- Ayakkabı sanayini desteklemek için, gibisinden enfes bir cevap veriyor.
- Haydi biraz da beni destekle. İki kahve alıp odama gel. Senden bir şeyler isteyeceğim. Diyorum.
Daha önce size söyledim mi bilmiyorum ama, Mükemmel asistanımı bir stratejik planlamacı olarak yetiştiriyorum. Şşş kimseye söylemeyin. Mük'ün bölmesinin olduğu yerden odama girdiğim zaman içeride çalan şarkıya şaşırıyorum.
- People try to put us dooooooown, talkin bout my generatioooooon.
Yok artık!
'Telefonun tek hoparlöründen dinlediğim kadarıyla bile oldukça güzeldi. Mükcüğüme teşekkürlerimi ilet. Eve geldim. Kahveyi koymak üzereyim. Z3 ne kadar sürede seni buraya getirir?'