8 Nisan 2009 Çarşamba

Size de olur mu, hani karşınıza biri geçer oturur ve size 'ben bu herifi bir yerden tanıyorum ama nereden' bakışları ile bakar ve siz de aynısını o kişiye yaparken bulursunuz kendinizi. Benim başıma o kadar sık gelir ki artık dünyada tanışmadığım insan kalmadığı hissine kapılıyorum bazen.

Neyse benim konum bu değildi. 

HH ile oturup internet üzerinden alışveriş sitesi projesini geliştirip (görüşmeler daha çok bizim yaptıklarımızı onaylama şeklinde ilerlediğinden, bu yapılanlara geliştirme dediğim için benimle övünmeniz gerekiyor aslında) üzerinde uzlaşıp akşama kadar tüm işi bitiriyoruz. Bundan sonrası uygulamacılara kalıyor ve benim işim burada da bitmiyor. İşin asıl zor kısmı zaten bu uygulamacılara bir şeyi 'uygulatmak'.

Tito'nun bir lafı vardı 'herkesin yapmayı hayal ettiği yönetmenlik mesleği, -yılların oyuncusu bile olsa- motooor diye bağırdığında karşındaki oyuncuların aptallaştığını izlediğin bir meslek.' Beğenmiştim bu tanımlamayı. 
İşbitiricilik de, uygulama aşamasına gelindiğinde 'imkansızları yaparım' diye ortalıkta gezinen insanların en basit cümleyi bile yazamadığını görüp de delirdiğin bir meslek haline geliyor. Ben deliriyor muyum? Hayır. 

- Mük, kahvem sütlü olsun bu sefer. Diye bağırıyorum içeriye doğru.

Hayatımda ofiste Türk kahvesi içtiğimi hatırlamıyorum ama bir anda böyle bir cümle kurasım geldi işte. Mük'e bakıyorum ve acı gerçekle karşılaşıyorum: Mük yerinde yok.

Benim şu anda herhangi bir işle uğraşmadan Mük'ü geri dönmeye ikna etmem lazım. Haydi ben kaçtım.

Kapıda Aloe Vera ile karşılaştığım sırada hayatımın altüst olduğunu daha iyi anlayıp Aloe'ye sarılarak ağlamaya başlıyorum. Aloe tüm sevecenliği ile beni teselli ediyor.

Hiç yorum yok: