Ajanstakiler bende daha çok 'laptop kullanan kadın fetişi' gözlendiğini söyleseler de, 'Perşembe fetişisti' olduğumu söyleyen çıksa herhalde 'harikasınız, size hayvan gibi gözlem yeteneği olan bir insan olduğunuzu söyleyebilir miyim' derdim.
Nedense Perşembeler beni Cumadan daha fazla heyecanlandırır. Tamam en çılgın geceleri Cuma akşamları yaşadığımı söyleyebilir bazı insanlar ama benim hayatı çılgın gecelere endeksleyerek yaşadığımı size söyleyecek kişi de beni hiç tanımıyor demektir.
Debi'ye selam veriyorum, odama geçiyorum ve Take Five'ı açıyorum. Nedense.
- Nasıl gidiyor Debi? Alıştın mı bu hayvanat bahçesine? Diye soruyorum.
- Afrika'dakiler daha güzeldi. Diye cevap veriyor.
Bir an durup 'bu kızda acaba harika bir espri yeteneği mi var' diye bakıyorum gözlerinin içine.
- Aa JC senin gözlerin yeşil mi? Diye soruyor.
- Ahhh hayır. Gözlerim yeşil falan değil. Devendra Banhart'tan I Feel Just Like A Child parçasını Mük'e armağan ediyorum. Sen de bana ne olup bittiğini anlatıyorsun. Diyorum.
Ah bu patronculuk oynayan taraflarımı çok seviyorum. Sanırım insanlar da seviyor ki, Debi bana büyük bir istekle geçen hafta olanı biteni anlatıyor.
- JC. Hızla uçmamız lazım. Diye bir ses geliyor kapıdan.
Bakıyorum. AJ.
Hayata çok hızlı adapte olabilme yeteneğimden olsa gerek, Debi'nin anlattıklarını dinliyormuş gibi yapıp hazırlanıyorum ve odayı terk ediyorum.
- Manyak mı bu Mük? Diye soruyor Debi arkamdan.
- I want my MTV, diye cevap veriyor Mük.
Meğersem AJ sunuma gidiyormuş. Yolda canı sıkılmasın diye beni çağırmış.
- Nereye gidiyoruz AJ? Diye soruyorum.
- HH HQ. Diye cevap veriyor.
- Sadece sen ve ben mi? Diye soruyorum.
- Elbette, diyor. 'Tıpkı eski günlerdeki gibi.'
- Özlemişim, diyerek sarılıyorum AJ'ye.
Resepsiyondaki kızlar tuhaf tuhaf bize bakıyorken asansör kapısı bizi almak üzere açılıyor. Bir bakıyorum, karşımda dokuzuncu kattaki kız:
- Gey olduğunu bilmiyordum. Diyor.
- Hızlı cümleler kuruyorsun. Tarzını sevdim. Diyorum. Sonra elini alıp, Don Juan pozuyla öpüyorum. Çapkın bir gülümseme kaplıyor kızın yüzünü.
AJ gülmeye başlıyor o sırada:
- Siz tanışıyor muydunuz? Diye soruyor ikimize de.
- (Yoo) Yoo, diyoruz ikimiz de aynı anda.
Bu hissi seviyorum. İnsanların birbirine iyi davranması veya iletişim kurması için tanışıyor olmasına ne gerek var?
- Senle ilk tanıştığımızda 'siz' diye hitap ettiğimi hatırlıyorum sana JC. Diyor AJ.
- Senin adın JC mi, diye soruyor dokuzuncu kattaki kız.
- Evet, diyorum. Çocuğun olursa adını JC koyar mıydın? Diye soruyorum.
- Babasının ismine bağlı, diyor.
- (AJ araya giriyor) Siz baya baya birbirinize kur yapıyorsunuz gibime geliyor bana. Diyor.
- (Gözlerim dokuzuncu kattaki kızdayken) Meybi, diyorum.
- (Kızın da gözleri bana kilitlenmiş vaziyetteyken) Ama tipim değilsin. Diyor.
- (AJ giriyor yine araya) Ovv. Fena oldu bu son replik. Silelim mi? Diye soruyor.
- (Gözlerim hâlâ kızın üzerindeyken) Kelimeler ok gibidir, düzeltiler de bok gibi. Diyorum.
- (Gözleri hâlâ üzerimde kızın) Ah işte bu çok kötü oldu. Bence bunu silelim. Diyor. Sonra ekliyor: 'Senin gözlerin yeşil mi?'
O sırada asansörün içinden kalın bir kadın sesi geliyor:
- Müsaade eder misiniz?
Zemin kata gelmişiz meğerse.
Asansörü boşaltıyoruz. Kızın adını halen öğrenmiş değilim.
- Çok ilham verici oldunuz. Diyor AJ bana.
Arabanın yanına bir geliyoruz ki, birisi benim güzelim Z3'üme çarpmış!
- Faaak! Diyorum.
- Kaskon var mıydı? Diye soruyor AJ.
- Gerek yok diye iptal ettirmiştim.
- Aha işte şimdi boku yedin.
23 Nisan 2009 Perşembe
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder