Günün dersi: İnsanlar internetten seni çok rahat takip edebiliyorlar. Açık vermemeye çalış.
Akşam karşımda Mük'ü görünce OHA! diyorum
30 Haziran 2009 Salı
29 Haziran 2009 Pazartesi
beni sri lanka'da sanıyorlar. sakın onlara burunlarının dibinde olduğumu söylemeyin
En sevdiğim oyun, aldatmacadır.
Beni Sri Lanka'da sanıyorlar ama ben onların burnunun dibindeyim.
Bir şeyi saklamak istiyorsan, onu insanların gözünün önüne koy evlat. Demiş birisi.
Şehir içinde en güzel saklanma yeri Bin Bir Gece Otelleri. Bizim marka yöneticisine haber verip vermemek konusunda kararsız kalıyorum bu sefer de.
Alınması gereken kararlar birikti de birikti. Güneş gözlüğünü tak, kafana bir şapka geçir ve en rüküş eşofmanlardan giy: Recluse. Annen bile tanımaz seni evlat.
Beni Sri Lanka'da sanıyorlar ama ben onların burnunun dibindeyim.
Bir şeyi saklamak istiyorsan, onu insanların gözünün önüne koy evlat. Demiş birisi.
Şehir içinde en güzel saklanma yeri Bin Bir Gece Otelleri. Bizim marka yöneticisine haber verip vermemek konusunda kararsız kalıyorum bu sefer de.
Alınması gereken kararlar birikti de birikti. Güneş gözlüğünü tak, kafana bir şapka geçir ve en rüküş eşofmanlardan giy: Recluse. Annen bile tanımaz seni evlat.
28 Haziran 2009 Pazar
monolog
Beni bırakıp giden her kadın bir yıl içerisinde tekrar ortaya çıkıyor. Bunu bir genelleme olarak elime alıp üzerine biraz sos ekleyip yemeye çalıştığımda tabaktan bir parça yere düşüyor. Kaldırıp bakıyorum bu parçayı ve üzerinde 'Joanne' yazıyor. Yani Joanne hariç hepsi bir şekilde tekrar ortaya çıkar.
Fakat bu genellemenin de yanlış olduğunu öğrenmek için çok kötü zamanların olduğunu da hatırlamış oluyorum. O zaman: Şimdi.
Herifi terk etmiş. Bir süre kendi kendini toparlamaya çalışacağını düşünmüş, kız arkadaşlarına başvurmuş, temyize gitmiş, yine idam kararı çıkmış. Ne yapacağını bilemediği sırada beni dünyanın en neşeli insanı pozunda parti yaparken görünce belki JC'ye haksızlık etmişimdir diyerek konuşmaya gelmiş.
İmprovizasyon!
Aklına ilk geleni yap JC.
Ayağa kalkıyorum ve 'Joanne çok önemli bir karar aşamasındayım ve karar alamıyorum' diyorum sadece.
Mesajı alıyor (hangi mesajı aldığını merak ediyorum, çok meraklıyım ben, bununla ilgili bir şeyler yapmam lazım) ve ayağa kalkıp 'tamam o zaman sen dönünce görüşürüz. İyi bak kendine' diyor.
Arkasından koşup 'bir dakika' repliğini söylesem mi diye düşünüyorum.
İmprovizasyona başvuruyorum yine:
Işıkları söndür ve evi terk et JC. Bir sonraki sahnede neler olacağını merak etmiyor musun JC?
Ediyorum, ediyorum, etmez olur muyum, meraktan ölüyorum!
Fakat bu genellemenin de yanlış olduğunu öğrenmek için çok kötü zamanların olduğunu da hatırlamış oluyorum. O zaman: Şimdi.
Herifi terk etmiş. Bir süre kendi kendini toparlamaya çalışacağını düşünmüş, kız arkadaşlarına başvurmuş, temyize gitmiş, yine idam kararı çıkmış. Ne yapacağını bilemediği sırada beni dünyanın en neşeli insanı pozunda parti yaparken görünce belki JC'ye haksızlık etmişimdir diyerek konuşmaya gelmiş.
İmprovizasyon!
Aklına ilk geleni yap JC.
Ayağa kalkıyorum ve 'Joanne çok önemli bir karar aşamasındayım ve karar alamıyorum' diyorum sadece.
Mesajı alıyor (hangi mesajı aldığını merak ediyorum, çok meraklıyım ben, bununla ilgili bir şeyler yapmam lazım) ve ayağa kalkıp 'tamam o zaman sen dönünce görüşürüz. İyi bak kendine' diyor.
Arkasından koşup 'bir dakika' repliğini söylesem mi diye düşünüyorum.
İmprovizasyona başvuruyorum yine:
Işıkları söndür ve evi terk et JC. Bir sonraki sahnede neler olacağını merak etmiyor musun JC?
Ediyorum, ediyorum, etmez olur muyum, meraktan ölüyorum!
27 Haziran 2009 Cumartesi
joanne joanne you've fucked me again
Eşyalarımı toplamış tam evi terk etmek üzereyken kapı çalıyor.
Kapı deliğinin arkasına gizlenerek 'yokum, çıkmak üzereyim, ben çıkana kadar lütfen ellerinizi yavaşça yere koyar mısınız' diyorum.
Kapıyı aralıyorum ve karşımda Joanne'i görüyorum.
- Merhaba JC. Diyor.
Almam gereken kararlar vardı. Ajans başkanlığı mı, işbitiriciliğe devam etmek mi?
Üstüne bir tane daha karar biniyor: Joanne'e 'tatile çıkıyorum, kusura bakma' deyip kaçmak mı yoksa 'haydi sen de gel, yolda konuşuruz' diyerek şehirden beraber ayrılmak mı yoksa 'tamam, kalıyorum, anlat bakalım' diyerek eve geri dönmek mi?
İki karar, artı üç karar, eşittir 7 karar.
Kapı deliğinin arkasına gizlenerek 'yokum, çıkmak üzereyim, ben çıkana kadar lütfen ellerinizi yavaşça yere koyar mısınız' diyorum.
Kapıyı aralıyorum ve karşımda Joanne'i görüyorum.
- Merhaba JC. Diyor.
Almam gereken kararlar vardı. Ajans başkanlığı mı, işbitiriciliğe devam etmek mi?
Üstüne bir tane daha karar biniyor: Joanne'e 'tatile çıkıyorum, kusura bakma' deyip kaçmak mı yoksa 'haydi sen de gel, yolda konuşuruz' diyerek şehirden beraber ayrılmak mı yoksa 'tamam, kalıyorum, anlat bakalım' diyerek eve geri dönmek mi?
İki karar, artı üç karar, eşittir 7 karar.
26 Haziran 2009 Cuma
tatil için güzel zaman
Büyük Patron'un ne yaptığına dair hiçbir fikrim yok.
Boyalı BB'nin kafasındaki 'başarılı yönetici' imajının ne olduğuna dair bir bilgim yok.
İmajını yemişim, olayın varlığına bile imanım yok.
Acaba bunların hepsi bir şaka mı?
Mük beni merak ediyormuş. Arıyor:
- Nerelerdesin JC? Diyor.
- Tatil yapmam gerekiyor. Diyorum.
- Yardıma ihtiyacın vardır senin. Ben de geleyim. Diyor.
- Olmaz! Diye çığlık atıyorum.
Yanlış anlıyor:
- Peki madem, ben sadece... Derken sözünü kesiyorum.
- Seninle ilgisi yok. Olay tamamen benimle ilgili. Bataryam bitiyor. Diyerek kapatıyorum telefonu.
Telefonu kapattığımda gerçekten de bataryam bitiyor.
Buradan çıkardığım mesaj, önüme gelen herkese yalan söylemek. Güzel yalanlar ve sonra güzelliklerin hepsini alıp buralardan kaçmak. Sri Lanka, bekle beni geliyorum.
Boyalı BB'nin kafasındaki 'başarılı yönetici' imajının ne olduğuna dair bir bilgim yok.
İmajını yemişim, olayın varlığına bile imanım yok.
Acaba bunların hepsi bir şaka mı?
Mük beni merak ediyormuş. Arıyor:
- Nerelerdesin JC? Diyor.
- Tatil yapmam gerekiyor. Diyorum.
- Yardıma ihtiyacın vardır senin. Ben de geleyim. Diyor.
- Olmaz! Diye çığlık atıyorum.
Yanlış anlıyor:
- Peki madem, ben sadece... Derken sözünü kesiyorum.
- Seninle ilgisi yok. Olay tamamen benimle ilgili. Bataryam bitiyor. Diyerek kapatıyorum telefonu.
Telefonu kapattığımda gerçekten de bataryam bitiyor.
Buradan çıkardığım mesaj, önüme gelen herkese yalan söylemek. Güzel yalanlar ve sonra güzelliklerin hepsini alıp buralardan kaçmak. Sri Lanka, bekle beni geliyorum.
25 Haziran 2009 Perşembe
kararlar kararlar kararlar
Ne zaman bir karar almam gerekse, hep aynı halt başıma geliyor: İkisini de birlikte almak istiyorum.
Deniz Kızı Kerastes'ten bahsetmek isterdim size biraz ama nedense yazasım yok.
Hayal edin işte. Deniz Kızı gibi bir kız, dalgalı sarı saçları Rapunzel gibi. Çoğunlukla gülümsüyor. Hiçbir acelesi yok hayatta. Nasıl olsa ay yüzeyine reklam alan çılgın bir babanın kızı. Neden bir evde yaşamak yerine otelde kaldıklarını merak ediyordum ama sormayı unutmuşum. Sonra öğrenirim nasılsa.
Deniz Kızı Kerastes'ten bahsetmek isterdim size biraz ama nedense yazasım yok.
Hayal edin işte. Deniz Kızı gibi bir kız, dalgalı sarı saçları Rapunzel gibi. Çoğunlukla gülümsüyor. Hiçbir acelesi yok hayatta. Nasıl olsa ay yüzeyine reklam alan çılgın bir babanın kızı. Neden bir evde yaşamak yerine otelde kaldıklarını merak ediyordum ama sormayı unutmuşum. Sonra öğrenirim nasılsa.
24 Haziran 2009 Çarşamba
bugün yok
Hayatımın bu günü yok.
Deniz Kızı Kerastes ile sohbet ederek (daha doğrusu, ben konuşuyordum o dinliyordu) geçiyor tüm gün ve gece.
Sabah uykum geldiği için onu otele bıraktıktan sonra eve dönüyorum.
Deniz Kızı Kerastes ile sohbet ederek (daha doğrusu, ben konuşuyordum o dinliyordu) geçiyor tüm gün ve gece.
Sabah uykum geldiği için onu otele bıraktıktan sonra eve dönüyorum.
23 Haziran 2009 Salı
hayat bu kadar hızlı olmamalı
Evet, aynen başlıktaki gibi: Hayat bu kadar hızlı olmamalı.
Büyük Patron'u arıyorum. Direkt olarak cep telefonundan aramaya niyetleniyorum. O sırada öğreniyorum ki: Bizim moruk cep telefonu kullanmıyor!
Zıvanadan çıkıyorum. 'Ben bu herife ulaşmak zorunda olduğumda, bu adamın golf sahasından eve dönmesini mi beklemek zorundayım?' diye soruyorum Madam De Le Patronaj'a.
- Sen bilirsin. Diyor bozuk halde.
- Aaaah. Hadi ama. Yapmayın bunu bana. Herkes bana ya bozuluyor ya da tekrar barışıyor. Nasıl bir hayat bu!
'Düşünmek için biraz daha zamana ihtiyacım var patron' yazıyorum kağıda. Madam De Le Patronaj'a bırakıyorum. Allah bilir ne zaman okuyacak bu mesajı. Otel resepsiyonu gibi! Pöh!
Deniz Kızı Kerastes'in telefon numarasını aldığımı hatırlıyorum. Hemen onu arıyorum: 'Kaçta ve nerede buluşuyoruz' diye soruyorum.
- Aa kimsiniz? Diye soran bir erkek sesi geliyor karşıdan.
- Yanlış numara. Diyerek kapatıyorum telefonu.
Yine çeviriyorum numarayı:
- Kaçta ve nerede buluşuyoruz. Diye soruyorum yine.
- (Aynı adam sesi) Kim olduğunuzu öğrenebilsem sorunuza cevap verebileceğim. Diyor.
- Deniz Kızı Kerastes'i arayan adam desem, yeterli olur mu? Diyorum.
- Bir dakika. Diyor karşı taraf. Fısıltı ile 'şu ajanstaki salak arıyor' diyor telefonu kıza verirken.
- Alo? Diye bir ses geliyor karşıdan. İsveçli bir kıza Türkçe öğretseniz ancak böyle bir kız sesi elde edersiniz işte.
Neyse, ayarlıyorum buluşmamızı ve ilk olarak telefona çıkanın kim olduğunu soruyorum. Andy'miş.
- Andy senin neyin oluyor? Diye soruyorum.
- (Gülümseyerek) Babam. Diyor yumuşakça. Sonra ekliyor: 'Çok tatlı bir erkeksin sen.'
Evet, hayat bu kadar hızlı olmamalı:
- Bir keresinde Godfather filmimi bir arkadaşıma vermiştim... Diye başlıyorum 23 saat sürecek görüşmemize.
Büyük Patron'u arıyorum. Direkt olarak cep telefonundan aramaya niyetleniyorum. O sırada öğreniyorum ki: Bizim moruk cep telefonu kullanmıyor!
Zıvanadan çıkıyorum. 'Ben bu herife ulaşmak zorunda olduğumda, bu adamın golf sahasından eve dönmesini mi beklemek zorundayım?' diye soruyorum Madam De Le Patronaj'a.
- Sen bilirsin. Diyor bozuk halde.
- Aaaah. Hadi ama. Yapmayın bunu bana. Herkes bana ya bozuluyor ya da tekrar barışıyor. Nasıl bir hayat bu!
'Düşünmek için biraz daha zamana ihtiyacım var patron' yazıyorum kağıda. Madam De Le Patronaj'a bırakıyorum. Allah bilir ne zaman okuyacak bu mesajı. Otel resepsiyonu gibi! Pöh!
Deniz Kızı Kerastes'in telefon numarasını aldığımı hatırlıyorum. Hemen onu arıyorum: 'Kaçta ve nerede buluşuyoruz' diye soruyorum.
- Aa kimsiniz? Diye soran bir erkek sesi geliyor karşıdan.
- Yanlış numara. Diyerek kapatıyorum telefonu.
Yine çeviriyorum numarayı:
- Kaçta ve nerede buluşuyoruz. Diye soruyorum yine.
- (Aynı adam sesi) Kim olduğunuzu öğrenebilsem sorunuza cevap verebileceğim. Diyor.
- Deniz Kızı Kerastes'i arayan adam desem, yeterli olur mu? Diyorum.
- Bir dakika. Diyor karşı taraf. Fısıltı ile 'şu ajanstaki salak arıyor' diyor telefonu kıza verirken.
- Alo? Diye bir ses geliyor karşıdan. İsveçli bir kıza Türkçe öğretseniz ancak böyle bir kız sesi elde edersiniz işte.
Neyse, ayarlıyorum buluşmamızı ve ilk olarak telefona çıkanın kim olduğunu soruyorum. Andy'miş.
- Andy senin neyin oluyor? Diye soruyorum.
- (Gülümseyerek) Babam. Diyor yumuşakça. Sonra ekliyor: 'Çok tatlı bir erkeksin sen.'
Evet, hayat bu kadar hızlı olmamalı:
- Bir keresinde Godfather filmimi bir arkadaşıma vermiştim... Diye başlıyorum 23 saat sürecek görüşmemize.
ne? bana gül bahçesi vaat edilmedi mi? kandırıldım!
Boyalı BB akşam yanıma uğruyor.
- Ofisin bu kısmı seni özleyecek JC. Diyor.
Bazen ismimin JVC'ye benzediğini düşünüyorum.
- Bu işin arkasında sen var mısın BB gerçekten söyle bana. İnan bu ajans tepetaklak gidecek ve seninle papaz olacağız. Şey, sen rahibe de olabilirsin zira kıyafetlerine bakarsak. Ah bu durumda bile espri yapmayı düşünüyorum. Şimdi, hayal et, bir müşteri ile görüşmeye gidiyoruz ve ben adamın fermuarının açık olduğunu görüyorum. O saniyeden itibaren işin içine etmek için bizzat uğraşacağımı falan tahmin edemiyor musunuz? Neden bunu bana yapıyorsunuz?
Parmağını uzatıp dudaklarımın üstüne koyuyor.
- Şşşş. Diyor.
Oyunu son dakikada terk etmeye karar veren tiyatro oyuncusu gibi dramatik bir bağırış fırlatıyorum ortaya:
- Hayır beni kadınlığınızla etkileyemezsiniz. Bu bahsettiklerim gerçek.
- Gerçek diye bir şey varsa, o da senin ajans başkanı olduğundur JC'ciğim ve eminim ki sen bunun altından başarıyla kalkacaksın.
Bir saniye duruyorum:
- Haa yani kabul ediyorsunuz üzerime bir şeyin 'çıktığını'. Çıkartıldığını. Altında kalacağım ve öleceğim. Diyerek Boyalı BB'ye sarılıyorum.
Aslında ben oynuyorum. Biliyor musunuz. Hiçbiri umrumda değil. Aynı oyunculuğu 'ajans başkanı' olarak oynamak ile 'işbitirici' olarak oynamak arasındaki tek fark şu: Akşamları sıkıcı patronlar ile direkt olarak yüzleşerek onların yaşları ile dalga geçerken arada 'iki dakika ciddileşir misin JC' cümlesi duymak.
İşbitirici diye ortalıkta gezinirken hiç böyle şeylerle karşılaşmıyordum.
Kendimi yaşlanmış hissediyorum.
Boyalı BB ile patronun bana 'büyük bir ders' verme davasının hükümlüsü gibi hissediyorum kendimi.
Aaa yok. Yine oynuyorum. Hiçbir şey hissetmiyorum. Yukarıda dediklerim sadece güzel repliklermiş gibi geldiği için söylediğim şeyler.
- Ofisin bu kısmı seni özleyecek JC. Diyor.
Bazen ismimin JVC'ye benzediğini düşünüyorum.
- Bu işin arkasında sen var mısın BB gerçekten söyle bana. İnan bu ajans tepetaklak gidecek ve seninle papaz olacağız. Şey, sen rahibe de olabilirsin zira kıyafetlerine bakarsak. Ah bu durumda bile espri yapmayı düşünüyorum. Şimdi, hayal et, bir müşteri ile görüşmeye gidiyoruz ve ben adamın fermuarının açık olduğunu görüyorum. O saniyeden itibaren işin içine etmek için bizzat uğraşacağımı falan tahmin edemiyor musunuz? Neden bunu bana yapıyorsunuz?
Parmağını uzatıp dudaklarımın üstüne koyuyor.
- Şşşş. Diyor.
Oyunu son dakikada terk etmeye karar veren tiyatro oyuncusu gibi dramatik bir bağırış fırlatıyorum ortaya:
- Hayır beni kadınlığınızla etkileyemezsiniz. Bu bahsettiklerim gerçek.
- Gerçek diye bir şey varsa, o da senin ajans başkanı olduğundur JC'ciğim ve eminim ki sen bunun altından başarıyla kalkacaksın.
Bir saniye duruyorum:
- Haa yani kabul ediyorsunuz üzerime bir şeyin 'çıktığını'. Çıkartıldığını. Altında kalacağım ve öleceğim. Diyerek Boyalı BB'ye sarılıyorum.
Aslında ben oynuyorum. Biliyor musunuz. Hiçbiri umrumda değil. Aynı oyunculuğu 'ajans başkanı' olarak oynamak ile 'işbitirici' olarak oynamak arasındaki tek fark şu: Akşamları sıkıcı patronlar ile direkt olarak yüzleşerek onların yaşları ile dalga geçerken arada 'iki dakika ciddileşir misin JC' cümlesi duymak.
İşbitirici diye ortalıkta gezinirken hiç böyle şeylerle karşılaşmıyordum.
Kendimi yaşlanmış hissediyorum.
Boyalı BB ile patronun bana 'büyük bir ders' verme davasının hükümlüsü gibi hissediyorum kendimi.
Aaa yok. Yine oynuyorum. Hiçbir şey hissetmiyorum. Yukarıda dediklerim sadece güzel repliklermiş gibi geldiği için söylediğim şeyler.
22 Haziran 2009 Pazartesi
mobster
Hiçbir kadın karşıma geçip de 'açık fikirliyim' demesin bana lütfen.
Cumartesi sabahı Mük'ün poposuna rujla yazdığım mesaj, bizim çiftin arasını açıyor. Madam De Le Patronaj gibi 'açık fikirli' olduğunu sandığım/sanacağım/sanmaya devam edeceğim bir kadının bile böyle ufak bir meseleden ötürü Mük'ün üzerine yürümesini anlayamıyorum.
O yüzden hiçbiriniz gelip de bana 'açık fikirliyim ben JC, benimle arkadaşlık edebilirsin, flört edebilirsin, çıkabiliriz, gezebiliriz, senle takılmak çok zevkli' demesin! Lütfen! Hepiniz birbirinizden kapalısınız sadece 'görüntü' olsun diye kendinizi 'açık fikirli' göstereceğini düşündüğünüz tüm aktivitelere katılıyorsunuz.
Aktivitelere katılmakla bir bok olsa idi, dünya öğrencileri 'öğrenci' olmayı becerebilirdi. Hani sadece okula giderek, yani 'aktiviteye katılarak' bunun üstesinden gelebilirlerdi. Öyle değil mi? Yanlış mı düşünüyorum? Cevabınızı bile dinlemeden öteki paragrafıma geçiyorum.
Ofiste karşıma çıkan birkaç tipe 'mobbing' yapıyorum.
- Sen kimsin? Burada ne işin var? Güvenliği çağırmamı istemezsin öyle değil mi? Ben gülüyor muyum? Elini cebinden çıkar. Gibi.
Bazıları cevap veriyor gerçekten. Bir kısmı da dediklerimi aynen yapıyor.
- Tamam, şimdi ellerini yavaşça, HEEEY! Yavaşça dedim. Yavaşça kafanın arkasına koy.
İnanamıyorum. Bu insanlar neden onlara söylenen her şeyi yapıyor. Burası bir reklam ajansı gaddemid! Burada sana söylenenleri yapmamak için çağırıldığını unutuyorsun. O yüzden, arkana bir yaslan ve düşün: Askeriyeden hiç reklamcı çıkmış mı? Ha söyle bana! O zaman neden sana denilen her şeyi yapıyorsun averaj altı siklet reklamcı parçası.
Büyük Patron'un odasının oralarda vakit geçiriyorum. Madam De Le Patronaj bana kızgın.
- Geçebilirsiniz JC bey! Diyor bana. J, C ve Bey kısmına aşırı vurgu yaparak.
- Ah sinirliyken çok tatlı oluyorsun. Diyerek geçiyorum odaya.
Andy ve Deniz Kızı Kerastes orada! Gözlerimi ovuşturuyorum.
- Evet gerçeksiniz. Diyorum.
- JC (elbette sondaki i'yi uzatarak söylüyor bunu Büyük Patron) hoş geldin evlat. Diyor.
- Seni yeni ajans başkanımızla tanıştırayım. Diyor. Ben artık emekliliğime hazırlanacağım. Diyor.
Bunları duyduğuma inanamıyorum demek isterdim. Ama bu işe girdiğimden beri duyduğum her şeye inanıyorum.
Siz de, eğer duyduğunuz her şeye inanıyorsanız harika bir 'izleyici' olmuşsunuz demektir. Sizlerden milyonlarcası bir araya geldiği zaman bu insanlar para kazanabiliyor. Ha bir şey daha söyliyeyim mi? Hiçbir zaman nesliniz tükenmeyecek!
- Harika. Diyorum. Ajans başkanımız hangisi? Deniz Kızı Kerastes mi yoksa Andy mi? Diye soruyorum.
Büyük Patron daha da şaşırtıcı olması gereken bir cümle kuruyor:
- Aaa ben bu cümleyi onlara kuruyordum. Yeni ajans başkanı sen oluyorsun Cey Siiiiii. Diyor.
Kül tablalarını topluyorum, sandalyeleri ters çeviriyorum ve dükkan ışıklarını söndürüpDeniz Kızı Kerastes'in yanına oturuyorum:
- Merhaba tatlım, tanışalım mı? Benim adım JC.
Cumartesi sabahı Mük'ün poposuna rujla yazdığım mesaj, bizim çiftin arasını açıyor. Madam De Le Patronaj gibi 'açık fikirli' olduğunu sandığım/sanacağım/sanmaya devam edeceğim bir kadının bile böyle ufak bir meseleden ötürü Mük'ün üzerine yürümesini anlayamıyorum.
O yüzden hiçbiriniz gelip de bana 'açık fikirliyim ben JC, benimle arkadaşlık edebilirsin, flört edebilirsin, çıkabiliriz, gezebiliriz, senle takılmak çok zevkli' demesin! Lütfen! Hepiniz birbirinizden kapalısınız sadece 'görüntü' olsun diye kendinizi 'açık fikirli' göstereceğini düşündüğünüz tüm aktivitelere katılıyorsunuz.
Aktivitelere katılmakla bir bok olsa idi, dünya öğrencileri 'öğrenci' olmayı becerebilirdi. Hani sadece okula giderek, yani 'aktiviteye katılarak' bunun üstesinden gelebilirlerdi. Öyle değil mi? Yanlış mı düşünüyorum? Cevabınızı bile dinlemeden öteki paragrafıma geçiyorum.
Ofiste karşıma çıkan birkaç tipe 'mobbing' yapıyorum.
- Sen kimsin? Burada ne işin var? Güvenliği çağırmamı istemezsin öyle değil mi? Ben gülüyor muyum? Elini cebinden çıkar. Gibi.
Bazıları cevap veriyor gerçekten. Bir kısmı da dediklerimi aynen yapıyor.
- Tamam, şimdi ellerini yavaşça, HEEEY! Yavaşça dedim. Yavaşça kafanın arkasına koy.
İnanamıyorum. Bu insanlar neden onlara söylenen her şeyi yapıyor. Burası bir reklam ajansı gaddemid! Burada sana söylenenleri yapmamak için çağırıldığını unutuyorsun. O yüzden, arkana bir yaslan ve düşün: Askeriyeden hiç reklamcı çıkmış mı? Ha söyle bana! O zaman neden sana denilen her şeyi yapıyorsun averaj altı siklet reklamcı parçası.
Büyük Patron'un odasının oralarda vakit geçiriyorum. Madam De Le Patronaj bana kızgın.
- Geçebilirsiniz JC bey! Diyor bana. J, C ve Bey kısmına aşırı vurgu yaparak.
- Ah sinirliyken çok tatlı oluyorsun. Diyerek geçiyorum odaya.
Andy ve Deniz Kızı Kerastes orada! Gözlerimi ovuşturuyorum.
- Evet gerçeksiniz. Diyorum.
- JC (elbette sondaki i'yi uzatarak söylüyor bunu Büyük Patron) hoş geldin evlat. Diyor.
- Seni yeni ajans başkanımızla tanıştırayım. Diyor. Ben artık emekliliğime hazırlanacağım. Diyor.
Bunları duyduğuma inanamıyorum demek isterdim. Ama bu işe girdiğimden beri duyduğum her şeye inanıyorum.
Siz de, eğer duyduğunuz her şeye inanıyorsanız harika bir 'izleyici' olmuşsunuz demektir. Sizlerden milyonlarcası bir araya geldiği zaman bu insanlar para kazanabiliyor. Ha bir şey daha söyliyeyim mi? Hiçbir zaman nesliniz tükenmeyecek!
- Harika. Diyorum. Ajans başkanımız hangisi? Deniz Kızı Kerastes mi yoksa Andy mi? Diye soruyorum.
Büyük Patron daha da şaşırtıcı olması gereken bir cümle kuruyor:
- Aaa ben bu cümleyi onlara kuruyordum. Yeni ajans başkanı sen oluyorsun Cey Siiiiii. Diyor.
Kül tablalarını topluyorum, sandalyeleri ters çeviriyorum ve dükkan ışıklarını söndürüpDeniz Kızı Kerastes'in yanına oturuyorum:
- Merhaba tatlım, tanışalım mı? Benim adım JC.
21 Haziran 2009 Pazar
sakin cumartesi
Cumartesileri sakin olur. Sabahları.
Boyalı BB ile kahvaltıyı yaptıktan sonra 'haydi gel sana kahve ısmarlayayım' diyorum. Üzerine giyecek bir şey bulamadığı için dışarı çıkmak istemiyor zira üzerinde 'en gece' kıyafetleri var.
- İşbitiricin burada devreye giriyor. Diyerek onu alıp evime uğrayan her kadının bıraktığı kıyafetlerden oluşturduğum 'dişi gardrobu'na götürüyorum BB'yi. Merak etmeyin, hepsini yıkayıp, ütüleyip saklıyorum. Boyalı BB uzun süre eşyaları kurcalıyor. Birkaç pantolon deniyor ve sonunda yanıma gelip:
- JC, bunlar anca senin kızın olacak yaşta kızların giyebileceği şeyler. Diyor.
Oradan öyle bir gömlek, öyle bir pantolon çekip, saçlarını bir hareket ile öyle bir topluyorum ki, sadece ayağına geçirmesi gereken beyaz yürüyüş ayakkabıları kalıyor. Onu da salonda buluyorum. Üç dakika içerisinde karşımda bambaşka bir Boyalı BB var.
- Makyajını da yaptın mı tamamdır. Diyorum BB'ye ve onu şaşkın bakışları ile bırakıp Mük'ün yanına geçiyorum.
Madam De Le Patronaj'ın çantasından bir ruj çıkartıp, Mük'ü yan çevirip, poposuna 'biz BB ile kahve içmeye gittik' yazıyorum. Uzaktan bakıldığında İbranice bir ifade gibi algılanabilir ama Madam De Le Patronaj'ın yüzünde oluşacak ifadeyi göremeyeceğim için üzülüyorum bir süre.
Hani şu geçen gün Aloe Vera ile gittiğimiz sitedeki kafeye gidiyoruz. Aynı garson kız yanımıza geliyor ve tüm enerjisiyle 'Günaydıııın, ne içersiniz' diye soruyor.
Sanırım bir anda çocuk gibi oldum çünkü annesine beğendiği kızı göstermeye gelmiş yetişkinliğe adım atmaya başlamış bir çocuk gibi 'Bak BB, bu kız çok tatlı değil mi' diyorum. İfadem biraz fazla 'agucuk gugucuk' havasına bürünmüş herhalde ki BB'nin kaşları çatılıyor fakat kız enerjisinden hiçbir şey kaybetmiyor:
- İşte benim kızım. Diyorum kendi kendime. Sesli de söylemiş olabilirim.
Ondan sonra Boyalı BB ne anlattıysa bana... Hatırlamıyorum.
Boyalı BB ile kahvaltıyı yaptıktan sonra 'haydi gel sana kahve ısmarlayayım' diyorum. Üzerine giyecek bir şey bulamadığı için dışarı çıkmak istemiyor zira üzerinde 'en gece' kıyafetleri var.
- İşbitiricin burada devreye giriyor. Diyerek onu alıp evime uğrayan her kadının bıraktığı kıyafetlerden oluşturduğum 'dişi gardrobu'na götürüyorum BB'yi. Merak etmeyin, hepsini yıkayıp, ütüleyip saklıyorum. Boyalı BB uzun süre eşyaları kurcalıyor. Birkaç pantolon deniyor ve sonunda yanıma gelip:
- JC, bunlar anca senin kızın olacak yaşta kızların giyebileceği şeyler. Diyor.
Oradan öyle bir gömlek, öyle bir pantolon çekip, saçlarını bir hareket ile öyle bir topluyorum ki, sadece ayağına geçirmesi gereken beyaz yürüyüş ayakkabıları kalıyor. Onu da salonda buluyorum. Üç dakika içerisinde karşımda bambaşka bir Boyalı BB var.
- Makyajını da yaptın mı tamamdır. Diyorum BB'ye ve onu şaşkın bakışları ile bırakıp Mük'ün yanına geçiyorum.
Madam De Le Patronaj'ın çantasından bir ruj çıkartıp, Mük'ü yan çevirip, poposuna 'biz BB ile kahve içmeye gittik' yazıyorum. Uzaktan bakıldığında İbranice bir ifade gibi algılanabilir ama Madam De Le Patronaj'ın yüzünde oluşacak ifadeyi göremeyeceğim için üzülüyorum bir süre.
Hani şu geçen gün Aloe Vera ile gittiğimiz sitedeki kafeye gidiyoruz. Aynı garson kız yanımıza geliyor ve tüm enerjisiyle 'Günaydıııın, ne içersiniz' diye soruyor.
Sanırım bir anda çocuk gibi oldum çünkü annesine beğendiği kızı göstermeye gelmiş yetişkinliğe adım atmaya başlamış bir çocuk gibi 'Bak BB, bu kız çok tatlı değil mi' diyorum. İfadem biraz fazla 'agucuk gugucuk' havasına bürünmüş herhalde ki BB'nin kaşları çatılıyor fakat kız enerjisinden hiçbir şey kaybetmiyor:
- İşte benim kızım. Diyorum kendi kendime. Sesli de söylemiş olabilirim.
Ondan sonra Boyalı BB ne anlattıysa bana... Hatırlamıyorum.
20 Haziran 2009 Cumartesi
cumartesi zor o
Cuma gecesinin ardından kendimi odama kilitleyerek uyumuşum. Sabah kalkar kalkmaz aşağı inip, Mük'ü bulup, uyandırıp, üzerine bir şeyler giydirip, omuzlarından sarsarak şunu soruyorum:
- Mük, Debi diye bir kız gelmişti bizim takıma. Diyorum.
- Evet JC? Diyor.
- O kıza aylardır rastlamadığımı şimdi fark ettim. N'oldu ona? Diyorum.
- Sabah sabah aklına gelen şey bu mu? Diyor gözlerini ovuşturarak.
Benim böyle bir huyum var. Bunu ilkokuldayken fark etmiştim. Törenlerde ciddi olmamız gerektiği sırada aklıma hep tuvalet yapmak gelirdi. Masum zihnimle bunun ardında bir anlam aramaz ve üstünde durmadan geçerdim. Fakat aynı hisler saatte 220 kilometre hızla giderken önümüze fırlayan kamyona çarptığımız sırada yanımdaki arkadaşıma ilk sorduğum soruyu duyduğunda tekrar gün yüzüne çıktı. Ona ilk olarak 'sana verdiğim The Godfather filmini geri almış mıydım senden?' sorusunu sorduğumda o zamanlar çok sevdiğim arkadaşım kanlar içindeyken gülme krizine tutulmuştu. Merak edenler varsa -kayıtlara göre- o kazada ölen ya da yaralanan olmadı ama arkadaşımın iddiasına göre ben akli dengemi o gün kaybetmiştim.
Debi'yi Boyalı BB alıp müşteri ilişkileri tarafına göndermiş meğerse. O AG sürtüğünün suratını görmemek için o bölüme hiç uğramadığımdan olsa gerek kıza da rastlayıp 'Aaa Debi, nerelerde çalışıyorsun sen, uzun zaman oldu görüşmeyeli' dedikten sonra iç geçirip, gözlerimi yere dikerek 'güzel günlerdi ama' demekten alıkoymuş oldu beni Mük.
- Haydi kalk, kahvaltı hazırlayalım. Diyorum Mük'e. Bir bakıyorum, Mük uyumuş.
Ben de gidip Boyalı BB'yi uyandırırım o zaman.
- Mük, Debi diye bir kız gelmişti bizim takıma. Diyorum.
- Evet JC? Diyor.
- O kıza aylardır rastlamadığımı şimdi fark ettim. N'oldu ona? Diyorum.
- Sabah sabah aklına gelen şey bu mu? Diyor gözlerini ovuşturarak.
Benim böyle bir huyum var. Bunu ilkokuldayken fark etmiştim. Törenlerde ciddi olmamız gerektiği sırada aklıma hep tuvalet yapmak gelirdi. Masum zihnimle bunun ardında bir anlam aramaz ve üstünde durmadan geçerdim. Fakat aynı hisler saatte 220 kilometre hızla giderken önümüze fırlayan kamyona çarptığımız sırada yanımdaki arkadaşıma ilk sorduğum soruyu duyduğunda tekrar gün yüzüne çıktı. Ona ilk olarak 'sana verdiğim The Godfather filmini geri almış mıydım senden?' sorusunu sorduğumda o zamanlar çok sevdiğim arkadaşım kanlar içindeyken gülme krizine tutulmuştu. Merak edenler varsa -kayıtlara göre- o kazada ölen ya da yaralanan olmadı ama arkadaşımın iddiasına göre ben akli dengemi o gün kaybetmiştim.
Debi'yi Boyalı BB alıp müşteri ilişkileri tarafına göndermiş meğerse. O AG sürtüğünün suratını görmemek için o bölüme hiç uğramadığımdan olsa gerek kıza da rastlayıp 'Aaa Debi, nerelerde çalışıyorsun sen, uzun zaman oldu görüşmeyeli' dedikten sonra iç geçirip, gözlerimi yere dikerek 'güzel günlerdi ama' demekten alıkoymuş oldu beni Mük.
- Haydi kalk, kahvaltı hazırlayalım. Diyorum Mük'e. Bir bakıyorum, Mük uyumuş.
Ben de gidip Boyalı BB'yi uyandırırım o zaman.
19 Haziran 2009 Cuma
paint the town ve dünyanın en kötü parfümü
Cuma akşamlarını ne kadar çok sevdiğimi daha önce söylemiştim değil mi? Evet, binlerce kez. Hiç merak etmeyin, üşenmeden bin kere daha söyleyebilirim. Haha.
Akşam Mük'ün 'konser var' cümlesi ile başlıyor. Ne konseri bile olduğunu sormadan 'biletleri al, gidiyoruz' dememle devam ediyor. Konsere giderken yolda kalabalıklaşmamız (telefonla sahneye girip 'nereye gidiyorsunuz' diye soran AJ, gecenin ilerleyen saatlerinde nereye gittiğini anlamadığım Herkesin Bayıldığı Manken Kız, doğal olarak Madam De Le Patronaj ve Boyalı BB gibi bir kalabalıktan) göz önüne alındığında minik bir ordu oluşturduğumuzdan bahsedebiliriz. French Maid'ler hariç.
Konserde önümüzde duran iki hatunun parfümünden rahatsız oluyor AJ. 'Of bu kadar kötü parfüm olur' diyor. Pozitif bir adamın bile burnunu rahatsız edecek parfüm hangisi olabilir diye merak ediyorum ve önümdeki kadının omzuna dokunuyorum.
- (Gürültüden ötürü kulağına bağırarak) ŞEEEY AF EDERSİNİZ. ACABA PARFÜMÜNÜZ NEDİR? Diye soruyorum.
- (Kadının suratı ekşiyor) ANLAMADIM. Diyor.
- (Ya sabır diyerek tekrarlıyorum) PARFÜMÜNÜZ NE MARKA ACABA?
- (Kadının suratı yine ekşi) ANLAMIYORUM, DUYAMIYORUM NE DEDİĞİNİZİ! Diyor.
- (Geri zekalı kadın, ben senin bu cümleni duyuyorsam; senin de benimkini duyabiliyor olman lazım. Kulakların bu kadar tıkalı mı gerçekten?) PARFÜMÜNÜZ DİYORUM. NE MARKA PARFÜM KULLANIYORSUNUZ DİYORUM. Diyorum.
- (Anladı galiba) HAA BEN PARFÜM KULLANMIYORUM! Diyor!
Sonra da yanındaki kadınla adama dönüyor. Adam benim ona ne sorduğumu merak ediyor muhtemelen. Kadın arkadaşı da kulağına eğilip soruyor. Benim jeton o sırada düşüyor:
- Worst pick-up line ever!
Kadın arada bir bana bakıp 'acımaklı' bakışlarına bürünüyor -aklınca- ama ben durumun ne olduğunu anlamadığım için hiç dönüp bakmıyorum bile. AJ'e dönüp:
- Sordum bu boktan parfümün ne marka olduğunu ama parfüm kullanmadığını iddia etti. Diyorum.
AJ gülüp geçiyor. Boyalı BB geliyor yanımıza:
- JC ,kocalarının yanında kadınlara mı asılmaktan mı hoşlanıyorsun sen? Diye soruyor.
Elbette parmaklara hiçbir zaman dikkat etmem ama sahneyi izleyen birisi tüm ayrıntıları yakalıyor.
- Dünyanın en kötü parfümünün ne olduğunu öğrenecektim ama her zamanki gibi yanlış anlaşıldım. Diyorum.
Biraz fazla büyüyor bu olay sanki. Kapatmak için Mük'le dans ediyorum. Biraz da Madam De Le Patronaj'ın kıskanıp kıskanmayacağını gözlemlemek için. Çok kötüyüm. Biliyorum.
Sonrası bildiğiniz gibi işte. AJ'nin uykusu geliyor ve biz 'paint the town' turuna çıkıyoruz. Son durak benim ev. Boyalı BB yanımdaki koltukta uyuyup kalıyor.
Akşam Mük'ün 'konser var' cümlesi ile başlıyor. Ne konseri bile olduğunu sormadan 'biletleri al, gidiyoruz' dememle devam ediyor. Konsere giderken yolda kalabalıklaşmamız (telefonla sahneye girip 'nereye gidiyorsunuz' diye soran AJ, gecenin ilerleyen saatlerinde nereye gittiğini anlamadığım Herkesin Bayıldığı Manken Kız, doğal olarak Madam De Le Patronaj ve Boyalı BB gibi bir kalabalıktan) göz önüne alındığında minik bir ordu oluşturduğumuzdan bahsedebiliriz. French Maid'ler hariç.
Konserde önümüzde duran iki hatunun parfümünden rahatsız oluyor AJ. 'Of bu kadar kötü parfüm olur' diyor. Pozitif bir adamın bile burnunu rahatsız edecek parfüm hangisi olabilir diye merak ediyorum ve önümdeki kadının omzuna dokunuyorum.
- (Gürültüden ötürü kulağına bağırarak) ŞEEEY AF EDERSİNİZ. ACABA PARFÜMÜNÜZ NEDİR? Diye soruyorum.
- (Kadının suratı ekşiyor) ANLAMADIM. Diyor.
- (Ya sabır diyerek tekrarlıyorum) PARFÜMÜNÜZ NE MARKA ACABA?
- (Kadının suratı yine ekşi) ANLAMIYORUM, DUYAMIYORUM NE DEDİĞİNİZİ! Diyor.
- (Geri zekalı kadın, ben senin bu cümleni duyuyorsam; senin de benimkini duyabiliyor olman lazım. Kulakların bu kadar tıkalı mı gerçekten?) PARFÜMÜNÜZ DİYORUM. NE MARKA PARFÜM KULLANIYORSUNUZ DİYORUM. Diyorum.
- (Anladı galiba) HAA BEN PARFÜM KULLANMIYORUM! Diyor!
Sonra da yanındaki kadınla adama dönüyor. Adam benim ona ne sorduğumu merak ediyor muhtemelen. Kadın arkadaşı da kulağına eğilip soruyor. Benim jeton o sırada düşüyor:
- Worst pick-up line ever!
Kadın arada bir bana bakıp 'acımaklı' bakışlarına bürünüyor -aklınca- ama ben durumun ne olduğunu anlamadığım için hiç dönüp bakmıyorum bile. AJ'e dönüp:
- Sordum bu boktan parfümün ne marka olduğunu ama parfüm kullanmadığını iddia etti. Diyorum.
AJ gülüp geçiyor. Boyalı BB geliyor yanımıza:
- JC ,kocalarının yanında kadınlara mı asılmaktan mı hoşlanıyorsun sen? Diye soruyor.
Elbette parmaklara hiçbir zaman dikkat etmem ama sahneyi izleyen birisi tüm ayrıntıları yakalıyor.
- Dünyanın en kötü parfümünün ne olduğunu öğrenecektim ama her zamanki gibi yanlış anlaşıldım. Diyorum.
Biraz fazla büyüyor bu olay sanki. Kapatmak için Mük'le dans ediyorum. Biraz da Madam De Le Patronaj'ın kıskanıp kıskanmayacağını gözlemlemek için. Çok kötüyüm. Biliyorum.
Sonrası bildiğiniz gibi işte. AJ'nin uykusu geliyor ve biz 'paint the town' turuna çıkıyoruz. Son durak benim ev. Boyalı BB yanımdaki koltukta uyuyup kalıyor.
18 Haziran 2009 Perşembe
patronlar neden sıkıcıdır
Bu sorunun cevabını arıyordum dün gece patronun suratında.
Akşam yemeği güzel, atmosfer güzel, servis yapan elemanlar iyi, hesabı patronun ödeyecek olması da iyi ama konuştuğumuz konular çok sıkıcı geliyor artık bana.
- Ajansta yeniden yapılanma gerekiyor JC. Bu yapının içinde senin görevinin ve sorumluluğunun artmasını istiyorum. Açıkçası şu ajansta çalışmaktan sıkılmadığım tek adam sensin yoksa seni çoktan postalardım biliyorsun değil mi?
Ciddi ve yaşlı bir insan sizinle direkt olarak konuşurken siz 'patronlar neden sıkıcıdır' sorusuna cevap arıyorsanız, sadece son cümleyi duyabilirsiniz:
- Evet, evet bilmez olur muyum Patron!
Yemeğinden bir lokma daha alıp devam ediyor:
- Şu işbitiricilik saçmalığının adını ajans başkanı olarak koysak, sence nasıl olur? Diye soruyor.
Aha işte bu cümlenin tamamını duydum!
Bir önceki paragrafa dönersek ve benim dinlemediğim bir cümleyi nasıl bu kadar iyi bir şekilde buraya yazdığımı soracak olursanız eğer, size önce bir 'gerizekalı' derim ve ardından 'bu hikayeyi ben size anlatıyorum, elbette insanların konuşmalarını aynen kelimesi kelimesine buraya taşımayı beceremem ama anafikrini çok rahat yazabilirim' diyorum ve kıçınıza tekmeyi basıyorum: Kovuldunuz bu blogdan!
- Ajans başkanlığı çok gıcık bir tabir değil mi patron? Ben şöyle teknik direktör gibi bir tabir isterdim açıkçası.
- Saçmalama JC, burada futbol oynamıyoruz. Reklamcılık yapmaya çalışıyoruz.
- Aha! Yani reklamcılık yapmadığımızın siz de farkındasınız.
- JC lütfen benimle kelime oyunları yapma, onları genç kızlara sakla.
- Tamam tamam. Fakat ben bu teklifi reddetmek zorundayım.
- Neden? Deli misin?
- Sanırım evet patron. Ajans başkanı gibi bir tabir bana nedense siyasi parti yasasını ve memur tüzüklerini hatırlatıyor ki büzüklerim büzülüyor.
- Peki idari direktör desek?
- Ah ben daha kendi hayatımı idare edemiyorum Patron.
- Daha güzel işte, terzi kendi söküğünü dikemez lafını boşuna söylemediler.
- Bunu düşünmek için bana zaman vereceksin değil mi patron?
- Elbette oğlum. Bu senin görevin zaten. Düşünmek ve çözmek. Şimdiye kadar bunu başarıyla yaptın.
- (Ver gazı) Ver gazı! [Kafasımdan geçenle ağzımdan çıkanın aynı olduğu nadir zamanlar arasına bunu da yazıyorum.]
Yemeğe kaldığımız yerden devam ediyoruz. Başka konuşacak konu bulamadığımız için dedesi ile alışveriş merkezine gitmiş yeni ergen evlat gibi sessiz bir şekilde yemeğimizi yiyoruz.
O sırada ben hala patronların neden sıkıcı insanlar olduklarını düşünmeye devam ediyorum.
Akşam yemeği güzel, atmosfer güzel, servis yapan elemanlar iyi, hesabı patronun ödeyecek olması da iyi ama konuştuğumuz konular çok sıkıcı geliyor artık bana.
- Ajansta yeniden yapılanma gerekiyor JC. Bu yapının içinde senin görevinin ve sorumluluğunun artmasını istiyorum. Açıkçası şu ajansta çalışmaktan sıkılmadığım tek adam sensin yoksa seni çoktan postalardım biliyorsun değil mi?
Ciddi ve yaşlı bir insan sizinle direkt olarak konuşurken siz 'patronlar neden sıkıcıdır' sorusuna cevap arıyorsanız, sadece son cümleyi duyabilirsiniz:
- Evet, evet bilmez olur muyum Patron!
Yemeğinden bir lokma daha alıp devam ediyor:
- Şu işbitiricilik saçmalığının adını ajans başkanı olarak koysak, sence nasıl olur? Diye soruyor.
Aha işte bu cümlenin tamamını duydum!
Bir önceki paragrafa dönersek ve benim dinlemediğim bir cümleyi nasıl bu kadar iyi bir şekilde buraya yazdığımı soracak olursanız eğer, size önce bir 'gerizekalı' derim ve ardından 'bu hikayeyi ben size anlatıyorum, elbette insanların konuşmalarını aynen kelimesi kelimesine buraya taşımayı beceremem ama anafikrini çok rahat yazabilirim' diyorum ve kıçınıza tekmeyi basıyorum: Kovuldunuz bu blogdan!
- Ajans başkanlığı çok gıcık bir tabir değil mi patron? Ben şöyle teknik direktör gibi bir tabir isterdim açıkçası.
- Saçmalama JC, burada futbol oynamıyoruz. Reklamcılık yapmaya çalışıyoruz.
- Aha! Yani reklamcılık yapmadığımızın siz de farkındasınız.
- JC lütfen benimle kelime oyunları yapma, onları genç kızlara sakla.
- Tamam tamam. Fakat ben bu teklifi reddetmek zorundayım.
- Neden? Deli misin?
- Sanırım evet patron. Ajans başkanı gibi bir tabir bana nedense siyasi parti yasasını ve memur tüzüklerini hatırlatıyor ki büzüklerim büzülüyor.
- Peki idari direktör desek?
- Ah ben daha kendi hayatımı idare edemiyorum Patron.
- Daha güzel işte, terzi kendi söküğünü dikemez lafını boşuna söylemediler.
- Bunu düşünmek için bana zaman vereceksin değil mi patron?
- Elbette oğlum. Bu senin görevin zaten. Düşünmek ve çözmek. Şimdiye kadar bunu başarıyla yaptın.
- (Ver gazı) Ver gazı! [Kafasımdan geçenle ağzımdan çıkanın aynı olduğu nadir zamanlar arasına bunu da yazıyorum.]
Yemeğe kaldığımız yerden devam ediyoruz. Başka konuşacak konu bulamadığımız için dedesi ile alışveriş merkezine gitmiş yeni ergen evlat gibi sessiz bir şekilde yemeğimizi yiyoruz.
O sırada ben hala patronların neden sıkıcı insanlar olduklarını düşünmeye devam ediyorum.
17 Haziran 2009 Çarşamba
büyük patronla diyaloglar
Büyük Patron çağırıyormuş. Madam De Le Patronaj'ın yanından geçerken 'ben bu parfümü bir yerden biliyorum ama...' diyerek odaya giriş yapıyorum.
İçeride yine terzisi var ve yine ölçü alıyor.
- Ooo JC. Gel. Diyor patron.
- Patron ben de bir pantolon diktirmek istiyorum. Diyorum.
- Jean dikmiyorlar. Diye kestirip atıyor patron. (Vaay demek, terziyle işbirliği yapıp beni bozma yarışması başladı.)
- Yaşlanmaya başladığım için tarzımı değiştirmeyi düşünüyorum patron.
Kestirip atmaya devam ediyor:
- Sen onu bunu bırak da, bu ajansta neler yapmamız gerektiği üzerine seninle bir konuşmak istiyorum. Diyor.
- Hazırım. Konuşalım. Diyorum.
- Akşam yemeği. Ritz. Sekiz buçukta. Siyah giyin. Diyor. (Aynen böyle, taksit taksit.)
- Neden şimdi konuşmuyoruz patron.... Derken ben kapı açılıyor ve içeriye Ron Jeremy geliyor. (Yani benim Ron Jeremy'e benzettiğim herif.)
Kapıdan çıkıyorum. Madam De Le Patronaj'ın yerinde olmadığını görüyorum. Masasına oturuyorum. Ekranda açık bırakılmış bir mail görüyorum. İçeriği şöyle: Beni terk edip bir karı ile birlikte mi olmaya başladın... diye başlayıp giden ve Madam De Le Patronaj'ın tüm kadınlığını yerle bir eden bir mail. Gördüğüme pişman olup yerimden kalkıyorum.
Odaya uğrayıp Mük'e sokaklarda başıboş bir şekilde gezeceğimi söylüyorum. Asansörde dokuzuncu kattaki kıza rastlıyorum. Tüm pişkinliğim ile:
- Ne zaman yemeğe çıkıyoruz. Diye soruyorum.
- Talimatlarımı bekle. Diyor.
Akşam yemeği için hazırlanmak üzere eve gidiyorum. Kapıda Aloe Vera ile karşılaşıyorum. Haydi gel sana kahve ısmarlayayım diyor. Sitenin kafesine gidiyoruz. Çok şeker bir garson kız bize ne içeceğimizi soruyor. 'Ben neden daha önce buraya gelip bu kızı görmedim ki' diye soruyorum Aloe'ye. 'Kapa çeneni de siparişini ver, kız seni duyuyor' diyor bana.
Aloe bana hayatında olup bitenleri anlatıp fikrimi sorarken benim gözüm garson kızın üstünden ayrılmıyor. Kız da bakışlarımı göğsünde yumuşatıp kahvemizi getiriyor.
- Siz hani şu Pazar sabahları yandaki markete gelip gazetelerin hepsini satın alan adam değil misiniz? Diye soruyor.
OHA!
Ben sanırım hapisten çıkıp hayatında ilk defa kadın görmüş bir erkek gibi kızın suratına odaklanıp kalmışken (belki de ağzım açılmıştır ve yan taraftan su akıyordur) kız kendi sorusunun cevabını almış gibi üzerine bir cümle daha kuruyor:
- O kadar gazeteyi bagaja koymaya çalışırken çok komik görünüyorsunuz. Diyerek tatlı tatlı gülmeye başlıyor!
OHA!
O sırada Aloe 'isterseniz ben kalkayım siz devam edin' diyor.
Kızdaki cesarete de hayran oldum, laf aramızda, hiçbir kafede bu kadar rahat garson kız görmemiştim.
İçeride yine terzisi var ve yine ölçü alıyor.
- Ooo JC. Gel. Diyor patron.
- Patron ben de bir pantolon diktirmek istiyorum. Diyorum.
- Jean dikmiyorlar. Diye kestirip atıyor patron. (Vaay demek, terziyle işbirliği yapıp beni bozma yarışması başladı.)
- Yaşlanmaya başladığım için tarzımı değiştirmeyi düşünüyorum patron.
Kestirip atmaya devam ediyor:
- Sen onu bunu bırak da, bu ajansta neler yapmamız gerektiği üzerine seninle bir konuşmak istiyorum. Diyor.
- Hazırım. Konuşalım. Diyorum.
- Akşam yemeği. Ritz. Sekiz buçukta. Siyah giyin. Diyor. (Aynen böyle, taksit taksit.)
- Neden şimdi konuşmuyoruz patron.... Derken ben kapı açılıyor ve içeriye Ron Jeremy geliyor. (Yani benim Ron Jeremy'e benzettiğim herif.)
Kapıdan çıkıyorum. Madam De Le Patronaj'ın yerinde olmadığını görüyorum. Masasına oturuyorum. Ekranda açık bırakılmış bir mail görüyorum. İçeriği şöyle: Beni terk edip bir karı ile birlikte mi olmaya başladın... diye başlayıp giden ve Madam De Le Patronaj'ın tüm kadınlığını yerle bir eden bir mail. Gördüğüme pişman olup yerimden kalkıyorum.
Odaya uğrayıp Mük'e sokaklarda başıboş bir şekilde gezeceğimi söylüyorum. Asansörde dokuzuncu kattaki kıza rastlıyorum. Tüm pişkinliğim ile:
- Ne zaman yemeğe çıkıyoruz. Diye soruyorum.
- Talimatlarımı bekle. Diyor.
Akşam yemeği için hazırlanmak üzere eve gidiyorum. Kapıda Aloe Vera ile karşılaşıyorum. Haydi gel sana kahve ısmarlayayım diyor. Sitenin kafesine gidiyoruz. Çok şeker bir garson kız bize ne içeceğimizi soruyor. 'Ben neden daha önce buraya gelip bu kızı görmedim ki' diye soruyorum Aloe'ye. 'Kapa çeneni de siparişini ver, kız seni duyuyor' diyor bana.
Aloe bana hayatında olup bitenleri anlatıp fikrimi sorarken benim gözüm garson kızın üstünden ayrılmıyor. Kız da bakışlarımı göğsünde yumuşatıp kahvemizi getiriyor.
- Siz hani şu Pazar sabahları yandaki markete gelip gazetelerin hepsini satın alan adam değil misiniz? Diye soruyor.
OHA!
Ben sanırım hapisten çıkıp hayatında ilk defa kadın görmüş bir erkek gibi kızın suratına odaklanıp kalmışken (belki de ağzım açılmıştır ve yan taraftan su akıyordur) kız kendi sorusunun cevabını almış gibi üzerine bir cümle daha kuruyor:
- O kadar gazeteyi bagaja koymaya çalışırken çok komik görünüyorsunuz. Diyerek tatlı tatlı gülmeye başlıyor!
OHA!
O sırada Aloe 'isterseniz ben kalkayım siz devam edin' diyor.
Kızdaki cesarete de hayran oldum, laf aramızda, hiçbir kafede bu kadar rahat garson kız görmemiştim.
16 Haziran 2009 Salı
radyo
Radyolardan hiçbir zaman istek şarkım olmadı. Kendi şarkımı kendim çaldım, kendim dinledim. Az önce radyolardan birinde 'istek parçalarınız için mail adresimiz...' diye bir laf duydum. Deli misiniz? İnsanlar o maili atabiliyorken istediği şarkıyı da girip internetten dinleyebilir. Dinleyemiyorsa zaten siz ona 'dinleyici' demeyin çünkü o kişi mail atmayı da beceremez! Emin olun. Güvenin bana.
Reklamcılar da reklamlarını nereye akıtacaklarını şaşırdıkları için birbirlerini yemeye başladılar. Bence ajansların müşteri sayıları sınırlanmalı ve her ajans sadece bir müşteri ile ilgilenmeli. Bu şekilde hem diğer ufak reklamcılara da iş çıkar hem de 'küçük ajans, büyük ajans' diye kavga etmezler, müşteriler de iş sırasının kendilerine gelmesini beklemek zorunda kalmaz. Oh.
Rahatladım. Artık ofisi terk edebilirim.
Reklamcılar da reklamlarını nereye akıtacaklarını şaşırdıkları için birbirlerini yemeye başladılar. Bence ajansların müşteri sayıları sınırlanmalı ve her ajans sadece bir müşteri ile ilgilenmeli. Bu şekilde hem diğer ufak reklamcılara da iş çıkar hem de 'küçük ajans, büyük ajans' diye kavga etmezler, müşteriler de iş sırasının kendilerine gelmesini beklemek zorunda kalmaz. Oh.
Rahatladım. Artık ofisi terk edebilirim.
15 Haziran 2009 Pazartesi
havadan sudan
Pazartesiyi önemsemeden yaşayacağım.
Altta reggae channel var. Reggae müziğin en güzel yanı budur. Kışın bile açsanız o moda geçebilirsiniz kolaylıkla. Ne zaman boka sarsanız, mutlaka bir reggae şarkısı dinleyin. Kendinizi toparlayamazsanız eğer, psikolog masraflarınız benden (tek şartım şu ki: Psikoloğunuzu ben seçeceğim.)
Ajans kavgasının ardından AG sürtüğünün izne kaçtığını, CD'nin de hastaneye kaldırıldığını öğreniyorum. 'Acaba bu CD işten ayrıldıktan sonra arayıp sorar mıyım' diye soruyorum kendime.
Cevabı da yine kendim veriyorum: 'Oğlum JC, sen normal zamanda da bu adamı arayıp sormuyordun ki...'
Büyük Patron'un da geldiği belli oluyor. Ofiste takım elbiseli birkaç adam gördüm. Sanırım yeni yönetici adayları gelip kendilerini beğendirmeye uğraşıyorlar. Reggae'ye kulak vereyim ben.
Ha bir de ne zaman Don't Get Me Wrong çalmaya başlasa keyfim yerine gelir: The Pretenders'dan. Siz de deneyin.
Altta reggae channel var. Reggae müziğin en güzel yanı budur. Kışın bile açsanız o moda geçebilirsiniz kolaylıkla. Ne zaman boka sarsanız, mutlaka bir reggae şarkısı dinleyin. Kendinizi toparlayamazsanız eğer, psikolog masraflarınız benden (tek şartım şu ki: Psikoloğunuzu ben seçeceğim.)
Ajans kavgasının ardından AG sürtüğünün izne kaçtığını, CD'nin de hastaneye kaldırıldığını öğreniyorum. 'Acaba bu CD işten ayrıldıktan sonra arayıp sorar mıyım' diye soruyorum kendime.
Cevabı da yine kendim veriyorum: 'Oğlum JC, sen normal zamanda da bu adamı arayıp sormuyordun ki...'
Büyük Patron'un da geldiği belli oluyor. Ofiste takım elbiseli birkaç adam gördüm. Sanırım yeni yönetici adayları gelip kendilerini beğendirmeye uğraşıyorlar. Reggae'ye kulak vereyim ben.
Ha bir de ne zaman Don't Get Me Wrong çalmaya başlasa keyfim yerine gelir: The Pretenders'dan. Siz de deneyin.
14 Haziran 2009 Pazar
after party
Partiyi Mük'le Madam De Le Patronaj'ın birlikte organize ettiğini öğrenince teşekkür etmek için onları SantiMetre'de güzel bir akşam yemeği ile ödüllendiriyorum.
- Ben yokmuşum gibi davranmak isterseniz, söyleyin arka masaya geçerim. Diyorum.
Zaten ben yokmuşum gibi davranıyorlar. Gereksiz cümle oldu.
Bu parti en azından Boyalı BB ile aramızı düzeltmeye yaradı. Benim sitede ev bakmaya başladı BB. Her ne kadar bu cümlede kötü sinyaller varmış gibi görünse de hiç umursamıyorum. En fazla bana kocasıymışım gibi davranır ki, hiçbir şekilde rahatsız edici değil: Ben AG'in eski erkek arkadaşıymışım gibi bir muamele görüp dünyanın en rezil insanı olmanın nasıl bir tat olduğunu da görmüştüm! Bundan aşağısı olamaz sevgili okurlarım. Bok boktur. İster insan boku olsun, ister eşek boku olsun, isterse de ishal bir maymunun boku olsun: Aynı!
- Ben yokmuşum gibi davranmak isterseniz, söyleyin arka masaya geçerim. Diyorum.
Zaten ben yokmuşum gibi davranıyorlar. Gereksiz cümle oldu.
Bu parti en azından Boyalı BB ile aramızı düzeltmeye yaradı. Benim sitede ev bakmaya başladı BB. Her ne kadar bu cümlede kötü sinyaller varmış gibi görünse de hiç umursamıyorum. En fazla bana kocasıymışım gibi davranır ki, hiçbir şekilde rahatsız edici değil: Ben AG'in eski erkek arkadaşıymışım gibi bir muamele görüp dünyanın en rezil insanı olmanın nasıl bir tat olduğunu da görmüştüm! Bundan aşağısı olamaz sevgili okurlarım. Bok boktur. İster insan boku olsun, ister eşek boku olsun, isterse de ishal bir maymunun boku olsun: Aynı!
13 Haziran 2009 Cumartesi
french maid party
Çok iyi bir reklamcı olmayabilirim. Çok süper bir stratejist olmayabilirim. Feci derecede kreatif bir CD olamayabilirim. Hatta sıradan bir ajans patronu bile olmayabilirim ama dünyanın en süper partileri bende. Dünyanın demeyelim haydi: Istanbul'un en süper partileri bende.
Bu partiyi kim organize ettiyse... Dokuzuncu kattaki kız, Madonna, ilkokuldayken aşık olduğum sarışın kız Neşe ve Kate Moss yok ama davet etmek isteyeceğim -neredeyse- her kadın burada. 'Monica Bellucci var mıydı' diye soran ukala okura cevabım ise burada: 'Aha işte bak, şuradaki French Maid zaten onun aynısı. Orijinalini bırak, replikasını bile rüyanda göremezsin o yüzden kapa çeneni ve defol bu hikayeden'.
Eve sığamadığımız için bahçeye taşıyoruz ve komşum Aloe Vera da kız kardeşi ile birlikte katılıyor partimize ve hiç 'bana haber vermeden parti mi organize ediyorsun JC' gibisinden salak bir cümle kurmaksızın.
Karşımda AJ'i görünce sarılıyorum. Johnny Depp'i görseydim koridorda bu kadar sevinmezdim herhalde. Boyalı BB bile en 'hafif' hali ile katılıyor aramıza. 'Artık kasmıyorsun ha' diye soruyorum sadece öperek cevap veriyor. Madam De Le Patronaj ile Mük sanki ilk defa o gece tanışıyorlarmış gibi birbirlerine mesafeliler (veya başkaları var diye öyle davranıyorlar, bilmiyorum), Boogie köşeye geçmiş bir şeyler dumanlıyor, BB'nin şeker asistanı, erkek arkadaşı olduğunu sandığım bir çocuk ile gelmiş ama çocuk galiba AJ'yi kesiyor. Böyle bir karmaşa işte.
Peki hiç aklıma bunun bir rüya olabileceği geldi mi? Kendimi hiç çimdiklettirdim mi?
Asla. Yani çimdiklettirdim ama sadece kompliman olsun diye:
- Bu kadar müthiş bir güzellikle karşılaşacağımı sanmazdım hanfendi, lütfen beni çimdikler misiniz, ardından tanışacağız! (Gülmeyin! 'Worst pick-up lines' listemde ilk sırada değil tabii ki. Onları da sayacağım size.)
Gerisi anılarımda kalsın, bu kadarcık kısmını bile anlattığıma şükredin.
Bu partiyi kim organize ettiyse... Dokuzuncu kattaki kız, Madonna, ilkokuldayken aşık olduğum sarışın kız Neşe ve Kate Moss yok ama davet etmek isteyeceğim -neredeyse- her kadın burada. 'Monica Bellucci var mıydı' diye soran ukala okura cevabım ise burada: 'Aha işte bak, şuradaki French Maid zaten onun aynısı. Orijinalini bırak, replikasını bile rüyanda göremezsin o yüzden kapa çeneni ve defol bu hikayeden'.
Eve sığamadığımız için bahçeye taşıyoruz ve komşum Aloe Vera da kız kardeşi ile birlikte katılıyor partimize ve hiç 'bana haber vermeden parti mi organize ediyorsun JC' gibisinden salak bir cümle kurmaksızın.
Karşımda AJ'i görünce sarılıyorum. Johnny Depp'i görseydim koridorda bu kadar sevinmezdim herhalde. Boyalı BB bile en 'hafif' hali ile katılıyor aramıza. 'Artık kasmıyorsun ha' diye soruyorum sadece öperek cevap veriyor. Madam De Le Patronaj ile Mük sanki ilk defa o gece tanışıyorlarmış gibi birbirlerine mesafeliler (veya başkaları var diye öyle davranıyorlar, bilmiyorum), Boogie köşeye geçmiş bir şeyler dumanlıyor, BB'nin şeker asistanı, erkek arkadaşı olduğunu sandığım bir çocuk ile gelmiş ama çocuk galiba AJ'yi kesiyor. Böyle bir karmaşa işte.
Peki hiç aklıma bunun bir rüya olabileceği geldi mi? Kendimi hiç çimdiklettirdim mi?
Asla. Yani çimdiklettirdim ama sadece kompliman olsun diye:
- Bu kadar müthiş bir güzellikle karşılaşacağımı sanmazdım hanfendi, lütfen beni çimdikler misiniz, ardından tanışacağız! (Gülmeyin! 'Worst pick-up lines' listemde ilk sırada değil tabii ki. Onları da sayacağım size.)
Gerisi anılarımda kalsın, bu kadarcık kısmını bile anlattığıma şükredin.
12 Haziran 2009 Cuma
dört bölü dört
Eşittir 1.
Aynen öyle. Telefon Boyalı BB'den geliyor:
- JC beni böyle bir zamanda ajansta yalnız bıraktığın için seni affetmeyeceğim. Ayrıca Cuma akşamı parti veriyormuşsun ve beni davet etmiyorsun ha?
Bu haberi kim uçurduysa, ben de onun kafasını uçuracağım.
- Ben de tam seni arayıp BB'ciğim bu akşamki partiye seni de bekliyorum. Yanında kimseyi getirme, üzerine hafif bir şeyler al ve gelirken elin boş gelmesin, diyecektim. Diyorum.
Telefonu kapattıktan sonra kızlara çok sert bir şekilde bağırıyorum:
- Boyalı BB'nin duyduğu partiyi AG sürtüğü de duymuş olabilir ve kapıya dayanırsa onu öldürüp hapse girmek zorunda kalacağım. Ama hayır, elbette ben hapse girmeyeceğim: Bu haberi kim yaydı ise suçu onun üzerine atacağım. Parmak izini tabancanın üzerine basacağım ve hapse onun gitmesini sağlayacağım... Son kelimeyi söylediğim gibi susadığımı hissediyorum.
Bu kadar uzun cümleleri bir seferde kurmamalıyım.
Madam De Le Patronaj yanında iki French Maid ile beni gelip sakinleştiriyor. 'Haydi kızlar, gidip parti çocuğumuzu hazırlayın' diyor.
Kızlar gardrobumda partiye uygun kıyafetlerimi ararken:
- Cidden ya, sizler kimsiniz? Nerede çalışıyorsunuz? Her gün böyle mi geziyorsunuz? Hangi ajansa bağlısınız? Gibi sorular soruyorum fakat yine susadığımı hissediyorum.
Tüm gecemi bu bilgileri elde etmek için harcayacağım. Kızların hiç konuşmadığını düşünürsek, aklıma iki ihtimal daha geliyor: Ya dilsizler ya da Rus. Rus olamayacak kadar esmer, dilsiz olamayacak kadar samimiler. Yani dil olarak.
Parti başlasın.
Aynen öyle. Telefon Boyalı BB'den geliyor:
- JC beni böyle bir zamanda ajansta yalnız bıraktığın için seni affetmeyeceğim. Ayrıca Cuma akşamı parti veriyormuşsun ve beni davet etmiyorsun ha?
Bu haberi kim uçurduysa, ben de onun kafasını uçuracağım.
- Ben de tam seni arayıp BB'ciğim bu akşamki partiye seni de bekliyorum. Yanında kimseyi getirme, üzerine hafif bir şeyler al ve gelirken elin boş gelmesin, diyecektim. Diyorum.
Telefonu kapattıktan sonra kızlara çok sert bir şekilde bağırıyorum:
- Boyalı BB'nin duyduğu partiyi AG sürtüğü de duymuş olabilir ve kapıya dayanırsa onu öldürüp hapse girmek zorunda kalacağım. Ama hayır, elbette ben hapse girmeyeceğim: Bu haberi kim yaydı ise suçu onun üzerine atacağım. Parmak izini tabancanın üzerine basacağım ve hapse onun gitmesini sağlayacağım... Son kelimeyi söylediğim gibi susadığımı hissediyorum.
Bu kadar uzun cümleleri bir seferde kurmamalıyım.
Madam De Le Patronaj yanında iki French Maid ile beni gelip sakinleştiriyor. 'Haydi kızlar, gidip parti çocuğumuzu hazırlayın' diyor.
Kızlar gardrobumda partiye uygun kıyafetlerimi ararken:
- Cidden ya, sizler kimsiniz? Nerede çalışıyorsunuz? Her gün böyle mi geziyorsunuz? Hangi ajansa bağlısınız? Gibi sorular soruyorum fakat yine susadığımı hissediyorum.
Tüm gecemi bu bilgileri elde etmek için harcayacağım. Kızların hiç konuşmadığını düşünürsek, aklıma iki ihtimal daha geliyor: Ya dilsizler ya da Rus. Rus olamayacak kadar esmer, dilsiz olamayacak kadar samimiler. Yani dil olarak.
Parti başlasın.
11 Haziran 2009 Perşembe
üç bölü dört
'Üçü dörde bölemezsin ki' diyen bir çocuk vardı okuyucular arasında. Onu bir güzel halledip bilgisayarımın başına geçiyorum.
Mük'ün evinde sıkıldığımız ve Cuma akşamki partiyi hazırlamamız gerektiği için benim eve geçiyoruz. Açıkçası apartman dairesinde yaşamayı unutmuşum. Dün gece kapının önüne çıktığımda bir bahçe ile karşılaşacağımı düşünürken Mük'ün karşı dairesinde oturan kız ile karşılaşınca 'bahçede ne işin var senin' diye bağırıp üzerine yürüdüğüm için Mük bana kızıyor. Çok züppeymişim. 'Zübbe diye mi yazdın onu sen?' diye soruyorum Mük'e. Cevap vermiyor.
Bazen tüm bu insanlar hayatımda yokmuş da, ben hepsini kafamdan uyduruyormuşum gibi hissediyorum. Mük nerede? Aha işte burada. Tam karşımda. Madam De Le Patronaj kim? İşte şurada, kollarını Mük'ün omzuna dolamış olan kız. Peki benim bu ikisinin arasında ne işim var ve bunlar ilişkilerini ne kadar rahat yaşıyorlar böyle?
- Benim en son bir kadına sarıldığımı ne zaman gördün Mük? Diye soruyorum.
- Boyalı BB'ye kapalı kapılar ardında sarıldığın söyleniyor. Sanırım en sonuncusu odur? Diye lafı geçiriyor bana!
Sonra başlıyorlar Madam De Le Patronaj ile birlikte bu olayı tekrardan açmaya. Onlar dalgasını geçerken, ben de lafı koyuyorum:
- Peki siz en son bir erkeğe ne zaman sarılmıştınız?
Çok sert oldu galiba. İkisi de bir anda şaşkın ördeğe döndü. Cevap vermek için gerçekten de düşündüler!
Sonuçta ben artık apartman hayatı için uygun değilim. İki kızın birbirini bu kadar sevmesi normal. Cuma akşamı çok sağlam bir parti bizi bekliyor. Acaba bu işi bırakıp parti organizatörlüğüne mi soyunsam? Ben hep diyorum: Kreatif, müşteri, strateji gibi kavramlarla karşılaşmadan yaşadıkları için güneydeki insanlar çok mutlu. Yoksa güneşten şundan bundan değil yani.
Mük'ün evinde sıkıldığımız ve Cuma akşamki partiyi hazırlamamız gerektiği için benim eve geçiyoruz. Açıkçası apartman dairesinde yaşamayı unutmuşum. Dün gece kapının önüne çıktığımda bir bahçe ile karşılaşacağımı düşünürken Mük'ün karşı dairesinde oturan kız ile karşılaşınca 'bahçede ne işin var senin' diye bağırıp üzerine yürüdüğüm için Mük bana kızıyor. Çok züppeymişim. 'Zübbe diye mi yazdın onu sen?' diye soruyorum Mük'e. Cevap vermiyor.
Bazen tüm bu insanlar hayatımda yokmuş da, ben hepsini kafamdan uyduruyormuşum gibi hissediyorum. Mük nerede? Aha işte burada. Tam karşımda. Madam De Le Patronaj kim? İşte şurada, kollarını Mük'ün omzuna dolamış olan kız. Peki benim bu ikisinin arasında ne işim var ve bunlar ilişkilerini ne kadar rahat yaşıyorlar böyle?
- Benim en son bir kadına sarıldığımı ne zaman gördün Mük? Diye soruyorum.
- Boyalı BB'ye kapalı kapılar ardında sarıldığın söyleniyor. Sanırım en sonuncusu odur? Diye lafı geçiriyor bana!
Sonra başlıyorlar Madam De Le Patronaj ile birlikte bu olayı tekrardan açmaya. Onlar dalgasını geçerken, ben de lafı koyuyorum:
- Peki siz en son bir erkeğe ne zaman sarılmıştınız?
Çok sert oldu galiba. İkisi de bir anda şaşkın ördeğe döndü. Cevap vermek için gerçekten de düşündüler!
Sonuçta ben artık apartman hayatı için uygun değilim. İki kızın birbirini bu kadar sevmesi normal. Cuma akşamı çok sağlam bir parti bizi bekliyor. Acaba bu işi bırakıp parti organizatörlüğüne mi soyunsam? Ben hep diyorum: Kreatif, müşteri, strateji gibi kavramlarla karşılaşmadan yaşadıkları için güneydeki insanlar çok mutlu. Yoksa güneşten şundan bundan değil yani.
10 Haziran 2009 Çarşamba
iki bölü dört
Sabahın körü.
Büyük Patron'un telefonu gecikmiyor:
- JC, ajanstaki olaylara el koydun mu?
Cevabımı hiç geciktirmiyorum:
- Patron, tatile giderken bana haber verdin mi?
Olayın içeriğini benden öğrenmesi gerekiyor. Boyalı BB falan aktarmıyor mu bunları sana Patron? Dikkati ne zaman dağılacak diye bekliyorum. Uzun sürmüyor, sanırım konuşmanın ikinci dakikasında 'oğlum JC, buraları görmen lazım, harika' diyor.
- Haber vermiş olsaydın görebilirdim. Şimdi sadece senin çektiğin titrek fotolardan görebilirim. Diyorum.
- Hayır hayır, yanımda kızım var. Biliyorsun çok güzel fotoğraf çeker. Diyor.
Büyük Patron'un bir de kızı olduğunu öğrenmek, tabii daha ilginç bir kısım oluyor benim için bu hikayede.
Madam De Le Patronaj'ı soruyor. Yakınımda mı acaba?
- Evet, diyorum, ben ofiste değilim ama tam karşımdaki yatakta sevgilisi ile birlikte yatıyor. Diyorum.
Hiç merak etmiyor tabii ki cümlenin içeriğini.
- Telefonu ona verir misin JC? Diye rica ediyor.
Mük kahvaltı hazırlamak üzere kalkıyor. Bana yerimden kıpırdamamamı emrediyor! Madam De Le Patronaj ise Büyük Patron'la konuşmasını bitirdikten sonra bana 'günaydın' diyor. 'Dün gece geldiğimde uyuyordun' diyor. 'Çok tatlı uyuyordum, uyandırmaya kıyamadın değil mi?' diyorum. 'Evet' diyor gülümseyerek.
French Maid Army'yi merak ediyorum. 'Harbiden, onlara ne oldu?' diye soruyorum. Cuma akşamı için parti planlıyoruz, diyor. Nerede diye soruyorum. Senin evde diyor. Süper süper süper. Evin şöyle bir elden geçmesi gerekiyordu zaten.
Toz şeylerini de yanlarına alıp gelirler değil mi?
9 Haziran 2009 Salı
bir bölü dört
Karmaşa zamanlarında yapılacak en iyi şey, karmaşayı çıkartan ve bununla boğuşup duran insan grubundan kaçıp gitmektir. AG sürtüğünün istediği şey, orada insanların olması çünkü önünde sonunda kendisini haklı gösterecek tahrikleri zaten toprağa ekmiş durumda. Şimdi onların filizlenmesini bekliyor sadece.
Fakat bu filiz, normal büyüme hızının da üzerinde bir hız gösterip adeta topraktan fırlıyor!
JC orada olmamalı. Resmi başvuru yapıyorum Boyalı BB'ye: 'Dört gün boyunca ofise uğramayacağız. Ben ve mükemmel asistanım. Kim ne bok yerse yesin. Acil durumlarda bile bize ulaşım yasaklanmıştır çünkü acil durumu sadece biz belirleriz!'
Oldukça haşin bir izin isteği. Şimdiye kadar izin isteğinde bulunmamıştım hiç. Bunun yapılmasını 'resmi kayıtlar' dedikleri zımbırtılara olan ihtiyacımdan istedim.
Mük ile evde yeniden bir dört gün.
- Haydi bu sefer de senin eve gidelim. Diyorum.
- Görmek istiyor musun gerçekten. Diyor.
Gidiyoruz.
Giriyoruz.
Aslında biliyor musunuz, hoşuma gitti minik apartman dairesi.
- Kızlar evine göre biraz fazla derli toplu göründü gözüme. Diyorum.
- Kız evlerine göre bir farkı var buranın şekerim. Diyor.
- Bilmem mi! Diyorum.
Mutfağa dalıyorum bir şeyler yapmak için, Mük üzerine hafif bir şeyler almaya gidiyor. Üstüne daha ne kadar hafif bir şeyler alabileceğini merak ediyorum aslında. O gelene kadar mutfakta biraz orayı burayı kurcalıyorum. Geri geldiğinde çığlıklar atıyor!
- JC mutfağımdan defooool!
N'aptım ki?
8 Haziran 2009 Pazartesi
cehennem pazartesi
AJ o kadar dert yandı Cuma akşamı ama işte Pazartesi günü, bir şekilde ulaşıyor hayatımıza, kaçış yok.
Dünyanın en sevimsiz ikinci günü, dünyanın en sevimsiz olaylarının yaşandığı günler arasına da giriyor: AG kaltağı herkesin ortasında CD ile kavga ediyor. Öyle böyle değil resmen yumruklu ve kanlı bir kavga. CD'nin ağzı burnu darmadağın, AG sürtüğünün saçları darmadağın, gözleri morarmış halde.
Gördüğüm sahnenin ardından bir ikileme düşüyorum. Ya işbitiricilik özelliklerimi hatırlayıp kavgayı ayırıp tarafları toparlayacağım ya da hiçbir şeyi umursamadan oradan kaybolup gideceğim.
Elbette ikincisini yapıyorum. Bir sürtüğün kavgası ile ilgim yok. Peki CD'nin kavgası? Ah 'kavga' başlığı altına taşınana kadar ilgimi çeken bir paragraf olabilirdi ama bu saatten sonra dönüp okumaya vakit ayıramayacağım bir kitapçık haline geliyor.
- Mük, haydi sana güzel bir öğle yemeği ısmarlayacağım. Dışarı çıkıyoruz. Diyorum ve Mükcüğümü o pis cehennemden alıp çıkartıyorum.
Asansörde dokuzuncu kattaki kızla karşılaşıyoruz. Mük'ü öyle bir inceliyor ki baştan aşağı: 'Amanın!' diyorum 'bu kızla en azından birkaç şansım var'. Peki Mük'ün bu 'scan'den haberi var mı? Dokuzuncu kattaki kızın ondan haberi olduğu kadar fazla değil tabii ki.
7 Haziran 2009 Pazar
i used to love her but i have to kill her
Pazar sabahı gazete bayindeki tüm gazeteleri alıp çöpe attıktan sonra kendimi bir kahveye attım. Bir sahil kahvesi. Kıraathane dedikleri cinsten bir yer ile Starbucks arasında kalmış bir yer desek daha iyi. Kahvemi yudumlarken kahve gibi sıradan bir içeceğin nasıl bir iş dalı olduğunu düşünmeye daldım. Neden portakal suyu kahve gibi global bir mesleğe dönmüyor? Neden sadece kahve? Tamam, biz ayrıca 'çay'dan bile kendimize iş dalı çıkartmışız ama neden portakal suyu veya sadece şerbet değil. Şerbet içilebilecek mekan yok. Peki neden sadece bir adamın sırtında taşıdığı ibriğin içinden içilmiş hep bu meret?
Pazar günleri, sağlıklı şeyler düşünmeniz veya herhangi bir şeyi düşünmemeniz için Cumartesi akşamları çılgınlar gibi eğlenmek gibi bir yol bulmuş insanoğlu. Bunu yapmadığınız zaman, aha işte benim gibi bir Pazar günü yaşayabilirsiniz. Ah nefret ediyorum bu Pazarlardan.
6 Haziran 2009 Cumartesi
Yeniden yapılanma planları
Akşam yemeğinde AJ'i dinlerken, dalıp gitmişim. Cuma akşamı çıkmadan önce dokuzuncu kattaki kızı gördüm. Yanında bir kadın vardı ve kadın tutup bizim kızı yanağından öptü! Nasıl bir iş dünyasında yaşadığımıza dair düşüncelere dalmıştım. Nesi var bu kadınların? Onca erkek nereye gitti? Neden sadece kadınlar böyle de erkekler sadece bir araya gelip playstation oynamaktan ileri gitmiyor? İnsanlıkta bir problem mi var? Seri düşüncelere dalmak fena. Çağrışımlarla gelebileceğiniz nokta Afrika'daki erkeklerin avdan sonra ne yaptıklarını düşünmeye bile geliyor ve oradan Hollywood'a geçiyor: İki kovboy n'apar?
Sadece bir yanaktan öpücükten bunları nasıl çıkartıyorsunuz diyenlere ise bir cevabım var: Bir bakıştan bile neler çıkarttığınızı ne çabuk unuttunuz.
Aaah. En iyisi reklam ajanslarının problemlerine geri dönmek. Nerede kalmıştık AJ?
Hah! CD'nin ardından şöyle bir operasyonel çözüm öneriliyor: Neden bir tane CD ile çalışıyoruz. Gruplara bölünelim. Birkaç CD olsun, ekiplerini kendileri kursun.
Yıl 2009 sevgili okurlarım ve reklam ajansları hala 'yeniden yapılanmaya' devam ediyor (Bunun nesi anormal, neredeyse tüm şirketler yeniden yapılanmaya gidiyor diyorsanız... O başka.) İnanın şu anda ajans içinde çalışmakta olan herhangi iki hergelenin de bir araya geldiğinde 'haydi gel kendi ajansımızı kuralım' diye sohbete başladığını yılın her vaktinde görebilirsiniz.
Sanırım içinde bulunduğumuz ülke ile ilgili bir problem var burada. Herhangi bir iş dalının yayılması o kadar basit ki bu topraklar üzerinde. Üstelik insan kaynağı da bol olduğu için birileri eleman bulmakta zorlanmıyor.
Bölünerek çoğalma ile sonuçlanan bir hastalık işte. Fakat bu gelen paranın her seferinde bir kademe azaldığını göz ardı ediyorlar. Problem de buradan çıkıyor: Bir petrol kuyusundan çıkan şeyi en fazla kaç kişi bölüşebilir?
Kendi ajansını kurmak, neredeyse her reklamcının hayalidir. Peki bu hayaller gerçek olur mu? Elbette hepsi için değil. Kimi yabancı ortaklara kızıp kendi ajansını açar, kimisi 'benim adım duyulmalı' diyerek bir ajans kurar, kimisi de 'abi iyi para var bu işte yaa, niye başkasına kazandıralım' cümlesi ile birlikte kurmaya kalkar. İşin garibi, bunların hepsi bir şekilde yolunu bulur tabii. Bulamayanları bohem tatil yörelerinde arayabilirsiniz.
AJ'nin CD olacağına dair bir fikre kapılıyorum bir anda. Eğer ajans içerisinde yeniden yapılanma olacaksa, bunun en azından bir kısmının içeride halledilmesi lazım. Bunun için de en güçlü aday bizim AJ. Peki CJ? O herifi CD olarak görürsem ya bu işi bırakırım ya da ajansın içinde her türlü rezilliği çıkartırım.
Sadece bir yanaktan öpücükten bunları nasıl çıkartıyorsunuz diyenlere ise bir cevabım var: Bir bakıştan bile neler çıkarttığınızı ne çabuk unuttunuz.
Aaah. En iyisi reklam ajanslarının problemlerine geri dönmek. Nerede kalmıştık AJ?
Hah! CD'nin ardından şöyle bir operasyonel çözüm öneriliyor: Neden bir tane CD ile çalışıyoruz. Gruplara bölünelim. Birkaç CD olsun, ekiplerini kendileri kursun.
Yıl 2009 sevgili okurlarım ve reklam ajansları hala 'yeniden yapılanmaya' devam ediyor (Bunun nesi anormal, neredeyse tüm şirketler yeniden yapılanmaya gidiyor diyorsanız... O başka.) İnanın şu anda ajans içinde çalışmakta olan herhangi iki hergelenin de bir araya geldiğinde 'haydi gel kendi ajansımızı kuralım' diye sohbete başladığını yılın her vaktinde görebilirsiniz.
Sanırım içinde bulunduğumuz ülke ile ilgili bir problem var burada. Herhangi bir iş dalının yayılması o kadar basit ki bu topraklar üzerinde. Üstelik insan kaynağı da bol olduğu için birileri eleman bulmakta zorlanmıyor.
Bölünerek çoğalma ile sonuçlanan bir hastalık işte. Fakat bu gelen paranın her seferinde bir kademe azaldığını göz ardı ediyorlar. Problem de buradan çıkıyor: Bir petrol kuyusundan çıkan şeyi en fazla kaç kişi bölüşebilir?
Kendi ajansını kurmak, neredeyse her reklamcının hayalidir. Peki bu hayaller gerçek olur mu? Elbette hepsi için değil. Kimi yabancı ortaklara kızıp kendi ajansını açar, kimisi 'benim adım duyulmalı' diyerek bir ajans kurar, kimisi de 'abi iyi para var bu işte yaa, niye başkasına kazandıralım' cümlesi ile birlikte kurmaya kalkar. İşin garibi, bunların hepsi bir şekilde yolunu bulur tabii. Bulamayanları bohem tatil yörelerinde arayabilirsiniz.
AJ'nin CD olacağına dair bir fikre kapılıyorum bir anda. Eğer ajans içerisinde yeniden yapılanma olacaksa, bunun en azından bir kısmının içeride halledilmesi lazım. Bunun için de en güçlü aday bizim AJ. Peki CJ? O herifi CD olarak görürsem ya bu işi bırakırım ya da ajansın içinde her türlü rezilliği çıkartırım.
5 Haziran 2009 Cuma
Cuma fetişi
Cuma günlerine karşı zaafım var. Tahrik oluyorum adeta. Cuma günleri öğle yemekleri de benim için muhteşem bir ritüel. AJ ile çıkıyoruz yemeğe. Çoktandır dertleşmediğimizi fark ediyorum çünkü AJ, CD'den girip, AG'den çıkıp, kreatif gruptaki yeni düzenlemelere kadar gidiyor.
- Hey hey hey, sakin ol. Diyerek susturmak zorunda kalıyorum.
Bunlar bir öğle yemeğinde konuşulup harcanacak konular değil. Elbette bunu sakin bir şekilde, bir akşam yemeği ile süslemek bence daha güzel olur. Kafaların da rahatlaması için. Ardından da güzel bir Cuma akşamı partisi. Ne dersin AJ?
Cuma akşam yemeklerine de bayılıyorum. Ah ben Perşembe'ye de bayılıyorum çünkü üzerinde Cuma'nın kokusu oluyor. Cumartesi de Cuma'yı sırtında taşıdığı için harika bir gün. Pazara gelince: Lanet olasıca Pazar!
- Hey hey hey, sakin ol. Diyerek susturmak zorunda kalıyorum.
Bunlar bir öğle yemeğinde konuşulup harcanacak konular değil. Elbette bunu sakin bir şekilde, bir akşam yemeği ile süslemek bence daha güzel olur. Kafaların da rahatlaması için. Ardından da güzel bir Cuma akşamı partisi. Ne dersin AJ?
Cuma akşam yemeklerine de bayılıyorum. Ah ben Perşembe'ye de bayılıyorum çünkü üzerinde Cuma'nın kokusu oluyor. Cumartesi de Cuma'yı sırtında taşıdığı için harika bir gün. Pazara gelince: Lanet olasıca Pazar!
4 Haziran 2009 Perşembe
sezon stajyerleri
Stajyer mevsimi geldi. CJ'i ortalarda görmeye başlayabiliriz sanırım. CD'nin hüzünlü bakışları beni deli ediyor. Biraz dik dur be adam!
AG sürtüğü suratındaki en pis sırıtışı ile geziniyor ajansın içinde. Yeni bir-iki stajyeri yakalamış. Neden müş-tem grubuna sadece erkek stajyer alındığı ile ilgili bir soruşturma başlatmayı planlıyorum.
Tam o sırada Mük'le Madam De Le Patronaj'ı görüyorum.
- Madam, büyük patronunuz yok mu?
- Kendisi tatilde, diyor.
- Bana haber vermeden nasıl tatile gider bu adam, anlamıyorum! Diyorum. Mük'ün umrunda olmuyor bu cümle ama Madam De Le Patronaj ufak bir sarsıntı geçiriyor sanki.
- Neden bu kadar kızdın JC'ciğim? Diye soruyor.
Mük oturduğu yerden 'off ya bebeğim, hala alışamadın mı bunun tepkilerine?' diyor.
- Bebeğim? Diye soruyorum.
- Ben onun bebeğiyim, diyor Madam De Le Patronaj.
- Merak ediyorum siz lisedeyken neler oldu diye... Bunu söyledikten sonra çekip gidiyorum.
AG sürtüğü suratındaki en pis sırıtışı ile geziniyor ajansın içinde. Yeni bir-iki stajyeri yakalamış. Neden müş-tem grubuna sadece erkek stajyer alındığı ile ilgili bir soruşturma başlatmayı planlıyorum.
Tam o sırada Mük'le Madam De Le Patronaj'ı görüyorum.
- Madam, büyük patronunuz yok mu?
- Kendisi tatilde, diyor.
- Bana haber vermeden nasıl tatile gider bu adam, anlamıyorum! Diyorum. Mük'ün umrunda olmuyor bu cümle ama Madam De Le Patronaj ufak bir sarsıntı geçiriyor sanki.
- Neden bu kadar kızdın JC'ciğim? Diye soruyor.
Mük oturduğu yerden 'off ya bebeğim, hala alışamadın mı bunun tepkilerine?' diyor.
- Bebeğim? Diye soruyorum.
- Ben onun bebeğiyim, diyor Madam De Le Patronaj.
- Merak ediyorum siz lisedeyken neler oldu diye... Bunu söyledikten sonra çekip gidiyorum.
3 Haziran 2009 Çarşamba
iki gün önce
Geçen gün Boyalı BB benim odamda hikayesini anlatmaya başladığı sırada, hikayeyi akşama saklamasını söylemiştim ya hani.
Ardından odaya giren çıkanın haddi hesabı yoktu tabii. Bazen bu kadar hengame arasında ne iş yaptığımı merak ediyorum. Eskiden prodüksiyonlara, kreatif gruba, müşteri temsilcilerine falan yardım ederdim fakat son zamanlarda sadece patronun 'şu şarkıyı kim söylüyor JC?' sorularını cevaplamak için buralarda duruyormuşum gibi hissediyorum.
Ayrıca ofisteki kızların motivasyonunu artırmak ve serserilerin düzeni ele geçirmesini engellemek üzere ajanstaki varlığım devam ediyor galiba.
Neyse, CD daldı ilk olarak odaya. 'JC ipimi çekiyorlar benim' dedi. Bilmiyormuş gibi yaparak tüm hikayeyi dinledim. Altından bol bol AG çıktı. Tipik 'kreatif direktörümüz eskidi, bu işleri satamıyoruz artık' davranışı. Ah bilmez miyiz! Peki bu işin kenarında köşesinde bir sebep arıyorum fakat bunu hemen öğrenemeyeceğimi ve sonra yıllıkları ve hatıratları okuyarak çözebileceğimi sanıyorum. Aklıma ilk gelen sebep, CD'nin artık AG'nin sürtüklüğünden rahatsız olması.
A-aa. Bir fark var: Ben AG'nin sürtüklüklerine kıl olmuyorum. Ben komple AG'nin varlığından rahatsızım. Sürtüklükleri mi? Bana sökmüyor. Dünyada en son o ve ben kalsak, ilk olarak onu öldürürüm (çünkü nekrofili diye bir kavram var) ve sonra huzur içinde ölümümü beklerim. Anlatabildim mi?
Fakat CD bunu beceremedi ve sürtük yönetimini halledemedi.
Bir anda aklıma dünyanın en düz insanı olan CD'nin asistanı geliyor. Acaba asistanını da onunla birlikte mi postalayacaklar? Bu adamdan başka bir CD'nin bu düz-karı ile çalışabileceğini sanmıyorum. Devletin memur çarkları arasında olması gereken bu kadının nasıl tüm engelleri ıskalayıp bu kata kadar çıkabildiğini merak ediyorum. Gerçi çok fazla şaşırmamak da lazım. İki sene sonra bu kadın karşıma bir PR/medya/reklam ajansı sahibi olarak da çıkabilir. Umrumda mı? Değil! O sıralarda reklam piyasasında olacağım bile meçhul.
AG odama dalmaya kalkıyor.
- CJ'i çoktandır görmüyorum ortalıkta, yoksa senin içine kaçıp orda mı kaldı? Diye soruyorum pislik AG'ye.
- Çok seviyesizsin JC, diyor. (İnanır mısınız, aslında bu tip insanların bana bu cümleyi söylemesi çok koyuyor fakat çaktırmıyorum. Polemiğe girmeye gerek yok.)
- Ne bok aramaya geldin buraya? Diye soruyorum.
- Hiiç BB'yi burda görünce... Merak ettim acaba bensiz mi sevişeceksiniz diye. Diyor.
- AG, syktyr, syktyr, syktyr! Diyerek odadan fırlatıyorum.
Mük, lütfen bana şöyle güzel bir plan hazırla bu haftasonu için. Unutmak istiyorum bugünleri.
2 Haziran 2009 Salı
akşam yemeği notları
Akşam yemeğimin nasıl geçtiğini tahmin edersiniz.
Kadınlar dinlendiklerini bildikleri zaman çook konuşuyorlar. İşte bu yüzden ortalıkta çok az radyo sunucusu kadın var çünkü radyoda dinlendiklerinden emin değiller. Halbuki biz erkekler öyle miyiz? Okunmadığı halde yıllarca yazan yazarlar gördük, izleyeni kalmadığı halde ısrarla aynı tv şovlarını yapan adamlar gördük. Görmeye de devam edeceğiz.
Neyse işte, Boyalı BB bana tüm evliliğinin bir portresini çiziyor.
- Kızgın mısın kocana? Diye soruyorum. (Psikiyatrist edası ile.)
- Hayır, tabii ki. Hatta biliyor musun JC, çok mutluyum. Biraz da kız arkadaşlarımla gezmek için vaktim olacak. Diyor.
- Şimdiye kadar kimlerle geziyordun zaten merak ediyorum. Diyorum.
Cevabını biliyorum tabii ki: Kişisel gelişimci 'çocuklar' ve bir de 'koca'. Ööggh! O günü bir daha hatırlamak istemiyorum. "Çiçekler böcekler, hepimizi syksynler"... Ah! Ne sıkıcı ve 'so gay, so nerd gay ve so loser gay' ortamlar. Öh!
Gecenin sonunda bir teşekkür alıyorum BB'den:
- Teşekkür ederim JC'ciğim bu zor günlerimde beni dinlediğin ve destek olduğun için.
Hayat küçük mutluluklar yaşamamız gerekirken büyüklerinin peşine düşüp ikisini de bulamadığımız bir koridordur.
1 Haziran 2009 Pazartesi
boyalı bb ile eski günlere dönüş
Pazartesi günü ilk iş olarak Boyalı BB odamı basıyor. Ne yapacağını şaşıran ve kötü bir kadından kaçmaya çalışan bir erkek gibi hissediyorum kendimi. Elbette BB kötü bir kadın değil fakat deneyimlerim bana boşanmak üzere olan kadınlardan uzak durmamı söylüyor.
Deneyimler! Bu zımbırtılar üzerine dikilmiş onca inşaat var ve hepsi ilk depremde yok olup gidiyor.
Ve biz hala yeni deneyimler inşa etmeye devam ediyoruz.
- Nasıl yardımcı olabilirim sevgili BB? Diye sordum sadece.
Konuşmaya başladıktan bir saat kadar sonra, kocasının evden taşındığını ve eski kız arkadaşı ile birlikte yaşamaya başladığını anlatıyor bana.
- Senin eski kız arkadaşın ile mi birlikte yaşıyor (diye sorarak konuyu dağıtmaya uğraşıyorum)
- Hayır, o başka mesele, benden önce birlikte olduğu kız ile tekrar barışmışlar. Diyor.
- Başka mesele olan ne? Diye soruyorum. Kendimi romana kaptırmış giderken, son sayfaya gelmeden önce gizemi çözme umudu ile sayfadaki her kelimenin ardında anlamlar arayan sıradan bir okur gibi hissediyorum ama inanın bazen böyle davranmak enteresan sonuçlar veriyor. (Şu anda olduğu gibi)
- Yani benim, daha önceden bir kız arkadaşımın olmuş olması. Diyor BB.
Neler duyuyorum böyle? Boyalı BB ve bir kız arkadaşı? Aman Allahım. Bu kadınlar bana gelip 'erkek yok artık dünyada' demesinler. Boyalı BB'nin stilinden dolayı böyle bir şeyi Hayal edemediğimi fark ediyorum. Boyalı BB ve bir kız arkadaşı. Birlikteler. El ele tutuşuyorlar falan. Ne biliyim. Akşamları... Uymuyor sahneye. Ne bileyim yanlış bir casting sözkonusuymuş gibi geliyor bana. Robert De Niro'yu travesti rolünde oynatmak gibi ya da ne bileyim Meatloaf'tan zayıf bir adamı canlandırmasını beklemek gibi geliyor. Anlıyor musunuz? Oturmuyor yani.
- JC'ciğim biraz ciddileşir misin?
- Ben bir önceki sahnede kaldım BB'ciğim.
- Nesi var? Olamaz mı? Bir dönem arayışlardaydım. Üstelik bunun şu anki konumuzla ilgisi yok. Ayrıca ve ayrıca senin açık fikirli olduğunu düşünürdüm hep.
- Açık fikirlilikle ilgisi yok... (Derken susturuyor beni) ve anlatmaya devam ediyor.
Off daha fazla uzatamayız bunu:
- İstersen bunları akşam yemeğinde konuşalım, ne dersin BB'ciğim? Sorusu dökülüyor ağzımdan çünkü bir yandan benimle gözgöze gelerek mesajını iletmek isteyen Mük'ü görüyorum, kapının etrafında ikinci turunu atan ve muhtemelen içine bir şeyleri atmış halde yanıma gelip, benimle konuşmak isteyen CD'yi görüyorum, olandan bitenden azıcık da olsa haberi olan AG'nin (mutlaka her şeyden haberi vardır o sürtüğün tabii) de akbaba gibi benim odamın çevresinde gezindiğini görüyorum. Elbette Boyalı BB'nin bana tüm hikayelerini bir seferde anlatıp bitirmesini de istemiyorum.
Akşam yemeği mi dedim? Hay kafama edeyim. Evlenmek üzere olan kadınlardan kaçman gerekirken akşam yemeğine çıkartıyorsun. Harikasın JC. Gerçekten harikasın!
Ayrıca açık fikirlilikle, tutuculukla falan ilgisi yok bunu garip karşılamamın. Anlattım size. Anlamadıysanız, bir daha hayatınız boyunca bir bok okumayın siz. Kitapların kapaklarına bakın, onun üzerinden konuşun, olur mu? Clear?
Kaydol:
Yorumlar (Atom)
