30 Temmuz 2009 Perşembe

şehir dışı

Şehirler madem bizi boğuyor, peki neden oralarda toplanıyoruz?

Sakın içinizden biri tutup da 'şehirler de kadınlara benziyor: Ne onlarla oluyor, ne de onlarsız' demesin. Dalarım.

29 Temmuz 2009 Çarşamba

müzik

Yolda Mük'ün bir reader mı yoksa bir writer mı olduğunu anlamaya çalışıyorum. Nerede gereksiz düşünceler fırtınası var, hepsine kapılırım ben.

28 Temmuz 2009 Salı

müzik arşivi

Mük'ün müzik arşivini almayı unuttuğumuz için yolun yarısından geriye dönüyoruz.
Hiç üşenmem. Yeter ki insanlar mutlu olsun.

27 Temmuz 2009 Pazartesi

tatile gittim, geleceğim

Bugünden itibaren blog yazmaya bir müddet ara verebilirim. Vermeyebilirim de.

Mük'le birlikte arabaya atlayıp gizli cennetler keşfetmeye gideceğiz. Bazı kısımları cehennem de olabilir.

Önemli olan şehir hayatından bir müddet uzaklaşmak.
Gideceğimiz coğrafyalar için z3 uygun olmayacağı için Jeep'i tercih ediyorum. Her zaman hayalini kurduğum karavan tatilini gelecek seneye erteliyorum.

Weapon of Choice'u açıp yola koyuluyoruz.

26 Temmuz 2009 Pazar

yo! joanne

- Seni hayatımın neresine koyacağıma karar veremiyorum JC.

Yaklaşık bir buçuk saattir dinliyorum. Ne zaman ağzımı açıp bir cümle kurmak istesem hep erteliyorum. Cümlelerim: Kırıcı olabilir, vermek istediğimden çok farklı bir mesaj verebilir, aptal görünebilir, filmin sonunu söyleyip izleme zevkinin içine edebilir, romantizm kokabilir, karşı tarafı kızdıracak bir şey olabilir...

Son cümleye geri dönüyoruz:

- Seni hayatımın neresine koyacağıma karar veremiyorum JC. Heey, sana söylüyorum. Duvarla mı konuşuyorum ben?

Masadaki küp şekerlerden bir iglo yaptığımı fark edince... Gözlerimi Joanne'e çeviriyorum.

- Bu soruya cevap verebilmem için daha önce neresinde olduğumu da bilmem lazım. Diyorum.

Cevap en ölümcülünden:
- Bilmiyorum. Diyor.
- O zaman şimdi de nereye koyduğunu veya koyacağını bilemeyeceksin. En iyisi bırak ben olduğum yerde durayım. Diyorum.

Arada bir akıllı laflar edebiliyorum sanırım.

Joanne bir reader olduğunu zannederken iflah olmaz bir writer olduğunu gösteriyor bana.

- Bir writer'sın sen. Diyorum. Anlamıyor tabii ki. Önemli değil.

Devam ediyorum:
- Senin kafanda çizdiğin erkek kalıbı olmadığım için benden uzaklaştın zaten. Sana 'yazılan' erkek tipi de değildim ben. Şimdi azıcık da olsa benden hoşlanıyorsun diye yeni bir konumlandırma yapman gerekmiyor. Bunu ben de yapamam. Kafanın şurasında olmak istiyorum diyerek kendime bir yer gösteremem Joanne. Diyorum.

Ne anlatmak istediğime dair hiçbir fikrim yok, karşı tarafın beni nasıl anladığına dair hiçbir fikrim yok. Hayatın ne olduğuna dair de şu anda bir fikrim yok. Sadece biraz tatil yapmak istiyorum.

'Görüşmek üzere' diyerek ayrılıyoruz.
- Ne zaman istersen arayabilirsin. Diyorum. Biliyorsun ki hiç sıkılmam.

25 Temmuz 2009 Cumartesi

tatil 01

Cuma akşamı ofisten çıkıp kendimizi YesName'ye attık Mük'le. Deniz Kızı Kerastes'i de çağırdım YesName'ye. Ona bir cat-size ısmarlıyorum. Tam bir reader olduğu için beğeniyor, hem içeceği hem de mekanı. Dalgın dalgın etrafa bakarken Mük'le birlikte tatil için güzel bir yer beğenmeye çalışıyoruz.

Eve geçerek daha eğlenceli müzikler dinlemeye karar veriyorum. İçeri girer girmez Push The Tempo'yu açıp, deliler gibi dans ediyorum. Mük, mutfak tezgahında haritayı kurcalıyor ve bir yandan da Google Earth ile tatil mekanlarına yukarıdan bakıyor.

Tam ben deliler gibi dans ederken kapı çalıyor ve Joanne geliyor.
- Hani döndüğünde beni arayacaktın. Diyor.

Şimdi yeni soru şu: Joanne bir reader mı, yoksa bir writer mı?

24 Temmuz 2009 Cuma

tatile gitmek lazım

Mük'le konuşurken fark ediyorum ki, tatile çıkmam gerekiyor.
Peki neredeyse herkes tatilden gelirken ve ajans artık ufaktan hareketlenmeye başlarken tatile gitmek bana bir şeyler kaybettirmez mi?

Aloe Vera dalıyor odaya.
- JC, ben bu ajanstan ve reklamcılıktan ayrılıyorum artık. Diyor.
- Beni de götür Aloe. Diyorum.
- Ben ciddiyim ama. Diyor.
- Ben de öyle. Diyorum.
- Öğle yemeği? Diyor.
- Olur. Diyorum.

Boyalı BB bana ajanstaki çalışanlarla nasıl konuşmam gerektiği üzerine bir eğitim vermeyi teklif ediyor. 'Fuck you' diyorum ona. Balyaj benim kullandığım tabirlerden rahatsız olmuş. 'Bu ajansta biraz daha zaman geçirmesini tavsiye ediyorum ona' diyorum BB'ye. Eminim, kendisi de iki ay sonra aynen benim gibi konuşacak AG sürtüğü hakkında.

- Tatile çıkman lazım JC. Diyor bana Boyalı BB de.
- Topla bavulunu Mük, tatile gidiyoruz. Diyorum.

O kadar seviniyor ki, bu kadar mutlu olacağını bilsem bu cümleyi beş ay önce kurardım.

23 Temmuz 2009 Perşembe

kulaklıklı gün

Ajans içerisinde kulaklıklarımı takarak gezmeye karar veriyorum. Hani şu DJ kulaklıklarından bir tanesini takarak insanların 'müzik dinlediğimi' düşünmesini istiyorum. Müş-tem'lerin odasına dalıyorum.
Kızlar odaya penguen gelmiş gibi beni incelemeye başlıyorlar. İçlerinden birisi, benim duymadığımı varsayarak:
- Aha geldi bizimki. Diyor.
Diğerleri gülümseyip geçiyorlar.
Bağıra bağıra ("hani müzik dinliyorum, kendi sesimi duyamıyorum, o yüzden bağırarak konuşuyorum" havasını vermek için) 'AG sürtüğü yok mu?' diye soruyorum.

Hiçbiri cevap vermiyor.

Bazen ajansta o kadar çok sıkılıyorum ki...

22 Temmuz 2009 Çarşamba

çarşamba yemeği

Sabah ajansa ulaşır ulaşmaz içeride bir hareketlilik sezinliyorum. Tatilden dönen ıstakozlar arasında biraz fazla beyaz kaldığımı düşünüyorum. Boyalı BB'yle çarpışarak güne başlamak zevkli olabiliyormuş. Parfüm kokusu ile karşılanmak güzel şey.

Büyük Patron'un telefonuna kadar ofisimde takılmak da çok zevkli oluyor. Zira AJ karşımda at yarışı gazetesi okuyarak vakit geçiriyordu, Boogie son bestelediği melodiyi mırıldanıyordu, Mük tırnak bakımını yapıyordu ve benim oda bir işbitirici ofisinden çok bir 'öğrenci evi odası' gibi görünüyordu:

- JC (elbette sondaki i'yi öyle bir uzatıyor ki...)
- Büyük Patron?
- Sen bana böyle hitap edince bir kızılderili şefi olduğumu düşünüyorum. Diyor.
- Güzel. Arama sebebine gelince...
- Odamda minik bir toplantı yapacağız. Gel. Diyor.
- (Off) Harika. Toplantılara bayılırım. Diyorum ve kapatıyorum telefonu. Sanırım Büyük Patron bir şeyler anlatırken suratına kapatmış oldum. Neyse.

Takım elbiseli bir sürü insanın arasındaki Hawaii gömleği ve şortu ile takılan tek kişi benim. Boyalı BB'nin üzerindekiler de 'takım' sayılır. Ajansın kreatif direktörü gibi görünüyorum. O sırada CD'nin başına ne geldiğini merak ediyorum. Tam o dakikada kapı açılıyor ve ikinci 'takım elbisesiz' kişi giriyor içeriye: AG sürtüğü.
- Müşteri tarafındaki kişilerin de takım giymesi gerekmez mi? Diye odadakilere soruyorum. Sonra kendi cevabımı kendim veriyorum:
- Aa doğru tabi, bu karı üzerine takım giydiğinde birinci sınıf bir Paris fahişesi gibi görünüyordu. Aa şey, biz neden çalışması için Müşteri ilişkilerine daha 'klas' insanlar almıyoruz?

En iyi savunma ofansif oynamaktır. Şu adını bilmediğim takım elbiseli herif gülmeye başlıyor. Büyük Patron tabaklardaki küçük kurabiyeleri topluyor ve bir yandan gülümsüyor. Boyalı BB'nin gözleri ise faltaşı gibi açık. Yanındaki Balyaj'ın da gözler aynı patlaklıkta.

AG sürtüğü ise hiç savaşacakmış gibi görünmüyor:
- Sana da günaydın JC'ciğim. Diyor. Harika.

Toplantı başlıyor ama CD'ye ne olduğuna dair bir gram bilgi alamıyorum. Tabaklardan birinde bulduğum minik kurabiyeyi patrona gönderiyorum masanın üzerinden. O kadar seviniyor ki. Bayılıyorum böyle patronlara.

Çıkarken bana 'JC özel hayatımla ilgili daha mantıklı uydurmalarda bulunursan sevineceğim, dün gece tam dört saat boyunca şu anki karıma seni savunmak zorunda kaldım' diyor.

Aa bu hiç aklıma gelmemişti. Neyse. Bir sonraki sefere soran olursa terzisi ile birlikte olduğunu söyleyeceğim.

Başlığın ne alaka olduğunu merak edenler için not: Her gün bir yemektir ve sen onu yemek zorunda kalırsın. Günlerden Çarşamba olunca, ne yediğini sormama gerek var mı?

21 Temmuz 2009 Salı

salı kahvesi

Reader writer meselesini açıklayayım artık.

Kadınları istediğiniz kadar 'ikiye' ayırabilirsiniz. CJ puştuna göre kadınlar 'ona verenler ve vermeyenler' olarak ikiye ayrılabilir. AJ'e göre 'okuyan kadınlar ve okumayan kadınlar' olarak ikiye ayrılabilir. AG sürtüğüne göre 'akıllı ve akılsız kadınlar' olarak ikiye ayrılabilir. Mük'e göre 'güzeller ve çirkinler' olarak ikiye ayrılabilir. Bu liste böyle uzar ve gider.

Ha bu arada Kro'ya göre kadınlar, orospular ve orospu olmayanlar olarak ikiye ayrılır: Orospu olmayanlar listesinde bulunanlar öteki kategoriye geçebilir ama orospular kategorisindekiler ağızlarıyla kuş tutsalar 'orospu olmayanlar' kategorisine geçemezler.

Böyle bir dünyadır işte içinde yaşadığımız saçmalıklar.

Benim teorime göre kadınlar reader ve writer olmak üzere ikiye ayrılabilir. Reader'lar sadece sizi 'okurlar'. Okumak derken her anlamda okumaktan bahsediyorum. Canınıza da okuyabilirler, sizi bir kitap yerine koyup satır aralarına kadar her yerinizi de okuyabilirler. Daha çok sizi dinleme halindedirler. Anlattıklarınızdan sınava sokarsanız, sınav sonuçları hep 100 olacaktır. Onlara söylenebilecek en tehlikeli cümle 'haydi bir şeyler anlat' cümlesidir. Genellikle 'ne anlatayım' diye sorarlar çünkü okumaya alıştıkları için, sorulduğunda iki satır cümle yazamazlar. Bunun için biraz zorlamanız gerekir.

Writer'lar ise devamlı size bir şeyler yazarlar. Okuma işlemini de yaparlar elbette arada bir ama genelde kendi içlerindeki şeyleri size yazmakla vakit geçirirler. Okumayı seviyorsanız, onların size yazdıkları şeyleri okuyarak bir ömür geçirebilirsiniz. Yani daha çok 'ben şunu yaptım, bunu ettim' gibisinden anlatıp duran, sizi pek fazla dinlemeyen kadın tipidir bu. Dominantlık ile birleştiği zaman kaçılması gereken bir içerik ortaya çıkmış olur. Etraflarında bir dünya oluşturmak için çabalarlar. Dünyanın kendi kontrollerinde olmasından zevk alırlar. Çevrelerini kendileri inşa ederler. Size yazdıkları şey ise daha çok 'sizin nasıl davranmanız gerektiği' üzerine çeşitlemelerdir. Ne istediklerini bilen kadınlar olarak görünmekten hoşlanırlar. Fakat şunu hiçbir zaman yazamazlar ki 'kadınlar aslında ne istediğini hiçbir zaman bilmez. Biliyormuş gibi görünmek onlar için yeterlidir.' Neyse.

Aslında daha derin bir teori fakat şu anda sadece ufak bir özet geçebilirim size. Derine girmek damarlar için de iyi olmayabilir. Basınç açısından...

Dokuzuncu kattaki kız ile kahvemizi yudumlayıp muhabbet ederken devamlı olarak bunu ölçmeye çalışıyordum. Bazen 'aha işte tam bir writer' derken, iki dakika sonra 'yok, aslında bir reader'mış' diyordum.

En iyisi ben bir süre daha, tipik bir reader olan Deniz Kızı Kerastes ile takılayım biraz.

20 Temmuz 2009 Pazartesi

dağıtık

Yine bir Pazartesi ve yine dağıtık insanlar topluluğu. Akılları bir gün öncesinde kalmış. Sanki bir gün öncesi takvimin en güzel günüymüş gibi: Pazar!!!

Büyük Patron ajans içerisinde o kadar fazla vakit geçirmeye başlıyor ki, bazen ajansı başkalarına satarak bu işlerden yırtacağını falan düşünmeye başlıyorum.

Pazar akşamı bizim Büyük Patron'un eski karılarından biri (kaçıncısı olduğunu bilmiyorum) arayıp şu sıralar bizimkinin kiminle birlikte olduğunu bilip bilmediğimi sordu. Gazetelerin birinci sayfasını ilgilendirecek bir haber olmadığı için (öyle olsa bile umrumda değil) aklıma gelen ilk senaryoyu uydurmuştum:
- Şu anda evli olduğu kadının kızı ile birlikte. Deyiverdim.

Büyük Patron, uzun bir süredir benim bu uyduruklarımı temizlemekle meşgul ama ben böyle durumlarda genel olarak Patron'un libidosunu onore edecek örnekler uydurmayı tercih ettiğim için benim uyduruklarıma hiçbir itirazda bulunamıyor.

Kadınlar neden böyle abuk sabuk şeyleri merak eder ki? Boşanmışsın gitmişsin, pipisinin kalktığından bile şüphenin olduğu yaşlı adamın kiminle çıktığını/ettiğini ne diye merak edersin ki?

Bunları düşündüğüm sırada kapımın önünde Balyaj beliriyor. Mük'ün saçları ile ilgileniyor. Aralarında bir şeyler konuşuyorlar. Kadın gider gitmez telefona sarılıyorum:
- Kuaförünü mü merak ediyormuş? Diye soruyorum.
- Görünürde bunu sordu ama bana asıldığını düşünmeye başlıyorum. Diye cevap veriyor.
- Herkes sana asılıyo Mükcüğüm. Diyerek kapatıyorum telefonu.

Off. Dokuzuncu kattaki kızı arayayım da bari bir kahve falan içelim. Reader mı writer mı olduğuna karar veremedim henüz.

19 Temmuz 2009 Pazar

haftasonu gazeteleri

Yan masamda bir çift var ve bir buçuk saattir sırf onları gözlemlemek için bu sıkıcı cafe'de oturmaya devam ediyorum [Tamam, yalanı ilk olarak okurlar yakalar, biliyorum. Evet, garson kız için oturmaya devam ediyorum ama yan masamdaki çifti bahane ediyorum].
Diyalog kadının haftasonu gazetelerinden birinde gördüğü bir haber ile, şu şekilde başlıyor:

- Bu kadının ayak bilekleri çok kalın.

Gözüm masanın altına kaymıştı doğal olarak. Muhtemelen tüm gün masada oturarak çalıştığı için kendi bacakları da Roberto Carlos'un bacaklarını andırmaya başlamıştı. Kocası olduğunu düşündüğüm adam yarı ilgili bir tavırla gazetedeki kadının ayak bileklerine bakmak üzere yerinden doğrulduktan sonra 'yapma canım, o kadar da kötü değil' dedikten sonra konuşmaları başladı.

Kadın, ayak bileklerinin kalın olmasının kötü bir şey olduğunu nereden çıkardığını adama sorarak başladı. Zira kalınlaşmış ayak bileklerini adam fark etmiyordu belki ama ben yan masadan fark etmiştim.
[Bahsettiğim bu sahne, size bunları yazmaya başlamadan bir buçuk saat önce gerçekleştiği için, bu cümle ile birlikte kulaklarım tam bir buçuk saat önce tanışmış ve 'burada ne oluyor' diyerek irkilmeye ve kedi kulağı gibi sağa-sola dönerek pozisyon almaya başlamıştı.]

Adam kendini savunmaya başladı. Artık kahvaltı sofrası bir hesaplaşmaya sahne oluyordu ve ben bunu yan masadan çaktırmadan takip eden kişi oluyordum.
- O çok sevdiğin art direktör kızın ayak bilekleri incecikti tabii. (Uuu reklamcı veya reklamveren bir adam ile karşı karşıyayım sevgili okurlarım.)

Bu cümle ile ikinci kahvemi sipariş etmeye karar vermiştim.

[Jessica Simpson, sing the chorus diye bağırıyorum içimden]

- Eski defterleri açıp durmak sana ne kazandırıyor. Diyor adam. (Şekerliği istiyorum garsondan)
- Ben sadece kadının ayak bileklerinin kalın olduğunu söylemiştim... Diye devam eden uzun bir paragraf yazıyor kadın. (Kaşığımı kasten yere düşürüp kadının ayak bileklerine bir daha bakma ihtiyacı hissediyorum)

Hararetli bir tartışma başlamışken yanda, benim şu favori garsonum geliyor:
- Bu haftasonu gazeteleri toplayamadığım için üzgünüm, diyerek yan masayı işaret ediyorum gözlerimle.

Garsonların masadaki sohbeti uzaktan da olsa takip ettiklerini de görüyorum. Masa dinleme fetişi diyelim buna.

Zaten toplum önderleri olarak (hastalığa meyilli) insan ırkının seksten çok 'seksi seyretmekten' zevk almaya başlayarak hastalık kapmaya başladığını düşünüyoruz. Love, Sex and Eating the Bones filmini seyredin siz. Ben de şu yandaki masayı dinlemeye devam edeyim.

Pazartesi AJ'ye gidip 'şu dizi projesini tekrar masanın üstüne koysak mı' demeyi not ediyorum COFTHOUGHTS klasörüme.

18 Temmuz 2009 Cumartesi

haftasonu partileri

Parti kelimesinin ne kadar farklı kılıklara bürünen bir şey olduğunu fark etmiş miydiniz? Büyük Patron'un haftasonu yaşlı/moruk tayfasını toplayarak çocuklarından, torunlarından, yatırımlarından, satın aldıkları yatlardan ve metreslerden bahsettikleri şeye de 'parti' deniyor, liseli çocukların çılgın olduğunu düşündüğü şeylere de 'parti' deniyor, üniversiteli veletlerin kafayı gözü dağıttıkları 'eğlencelere' de 'parti' deniyor.

Açıkçası ben de YesName'de Jan Garbarek dinleyerek tavandaki yıldızlar alemini seyrettiğim sırada Mük telefonla aradığında 'rahatsız etme beni, partideyim' diyorum.

Parti çok acıklı bir kelime.

Takım elbiseli yöneticigillerin, haftasonları evlerinde nasıl oturduklarını merak ediyorum. Sırf bunu görmek, haftasonu evlerine girebilmek için bir süre arkadaş olmayı denemeye karar veriyorum kendi kendime. Mük'ü bu işin dışında tutmam lazım. AJ'i de.

Bir keresinde buna benzer bir 'içe sızma'yı AJ ile birlikte yapmıştık. Dizi projemiz için. Ben çıkmıştım, o içeride kalmaya karar vermişti.

17 Temmuz 2009 Cuma

reader/writer meselesi (1)

Şu reader/writer meselesine girmeden önce ajans içerisinde devriye atarak kimin ne halt yediğini üstünkörü incelemek istiyorum.

Doni adlı çocuğu görüyorum koridorda. Asker selamı veriyor bana. Müş-tem kızlar benim ajans içerisinde askeri bir düzen kurmaya çalıştığımı düşünebilir. Kenara çekip kulağına:
- Bana bir daha o şekilde selam verirsen AG'ye aşık olman için Harry Potter büyülerinden yaparım sana. Diyorum.

Akıllı çocuk. Ne kadar büyük bir tehdit olduğunu anlayarak 'orayt men' diyor bana. (Yuppiliği mazur görebilirim.)

Boyalı BB'ye rastlıyorum koridorda.
- Merhaba güzel insan. Diyorum.
- Son zamanlarda bir kibarlaştığını hissediyorum JC'ciğim. Diyor bana.
JC'ciğim derken dudaklarının genişlemesine odaklanınca gri rujunu fark ediyorum. 'Gri ruj?' diye soruyorum, içimden, kendi kendime, 'yeni boyanmış bir striptiz direğini, boyası kurumadan önce öpmüş gibi duruyor'. Elbet moda aleminde bir karşılığı vardır. Çok fazla burnumu sokmuyorum. Zaten Boyalı BB ve sokmak kelimelerini artık aynı cümle içersinde bile kullanmamam gerekiyor. Biliyorum.

Kızın biri üzerime kahve döküyor. Deli gibi sıcak olmasına rağmen 'cool'luğumu bozmadan duruyorum. Kız nasıl özürler diliyor...
- Çok özür dilerim, af edersiniz. İnanın ki bilerek olmadı....

Elindeki peçetecik ile üzerimdekileri kuruttuğunu zannederek beni temizliyor. Bir an, 'acaba beni kuruladığını düşünmemi sağlayarak üzerimi mi arıyor' gibisinden bir şüpheye kapılıyorum.

- Tamam yavrucum, rahat ol sen. Diyorum. Elindeki peçeteyi alıp ağzıma atıyorum. Çiğnerken...

Reader/writer mevzusunu anlatmayı ertelemeye karar veriyorum.

Güzel bir Cuma akşamı için ne yapmam gerekir: YesName'ye gidip biraz gevşemek.

16 Temmuz 2009 Perşembe

balyaj

Bu sefer kapımda takım elbiseli kadın beliriyor.

- Merhaba JC. Diyor.
- (İçimden 'tanışıyor muyuz' cümlesi geçse de... Beyninden geçenle ağzından çıkan aynı olamıyor.) Shalom. Diyorum.
- Tanışalım artık. Ben Balyaj. Diyor.
- Yöneticigillerden misiniz? Diye soruyorum elimi uzatırken. O sırada aklıma şu uniform fetişleri geliyor. Eminim bundan hoşlananlar da vardır ajansta. Mesela şu CJ kılıklısının fantezilerini süslüyor olabilir. Bir reklam ajansında asla böyle bir çalışma arkadaşı olmayacağını düşünürken, hoop, 'trend' bir anda bu yöne kayıyor ve baammm!

Hiçbir şey söylemeden yüzüme bakıyor. Sonra:
- Bir şeyler düşünüyorsun galiba. Diyor. Ardından 'Aa gözlerin yeşil mi' sorusu geliyor.

Düşüncelere dalmıştım, evet, fakat şimdi hatunun kurduğu bu cümleler beni daha farklı düşüncelere atıyor. En basitinden, ajans içinde güneş gözlüğü ile gezmem gerektiğini düşünmeye başlıyorum mesela. Bir şeyler düşünürken bunu dışarıya çok fazla belli ettiğim fikrine sıklıkla kapılıyorum zaten.

- Meşgulsün galiba, ben sonra gelirim. Neyse memnun oldum. Diyerek odadan kaçıyor.

Saniyesinde Mük odaya giriyor ve:
- Yanlış mı duydum yoksa hatunun ismi gerçekten Balyaj mı? Diye soruyor.

Al işte, yeni bir düşünce silsilesi daha geliyor:
Neden kadınlar da, erkekler de 'hatun' derken bunu şahsına yönelttiğimiz kişilerin suratına söyleyemiyoruz. Mesela 'pişt hatun, bi bakar mısın' gibi bir cümle neden kurulamıyor insanlar arasında?

Ben en iyisi öğle yemeğine çıkayım. Dokuzuncu Kattaki Kız ile. Kafamı toplamayı beceriyor. Reader mı writer mı onu çözemedim ama henüz.

Aa size bu konuyu daha önce hiç anlatmamıştım değil mi? Yarın anlatırım. Şimdi Japon bahçeme geçiyorum.

15 Temmuz 2009 Çarşamba

çalıntı işler ve tüm detaylar please

CJ'in 'ödül aldım' diye her tarafa duyurduğu ilanın 'arak' olduğu ortaya çıkıyor.

Reklamcıların hepsi sırası geldikçe akbaba rolünü oynar. CJ kılıklısı şimdiye kadar 'arak' diye bok attığı işlerin ardından sıranın kendisine de geleceğini bilmeden 'mutlu' bir şekilde yaşıyordu. Hatta AG ödül aldığı için onunla seviştiğini ajans içinde herkese söyleyip duruyordu. Iyk. Biliyorum!

Ona, Clone Job ismini takarken turnayı gözünden vurmuşum. Götüm gurur duyuyor: Dokuzuncu Kattaki Kız, kafedeki garson kız, Deniz Kızı Kerastes değilseniz, elleyemezsiniz! Şey bir de belki French Maid Army olabilir ama sanırım komutanları ile aram çok kötü şu anda. O yüzden, şans yok.

AJ'in odasına gidiyorum. Herif bu olaydan dolayı üzgün. İnanamıyorum bu adama bazen! Bu kadar iyi niyetli olmak zorunda mısın be adam. Kapının önünden iki tane hergele geçiyor. Biri AG'yi görüyor koridorda:
- Herif arakmış. Boşalttıklarını geri mi vereceksin şimdi ona? Diye soruyor AG sürtüğüne.

Nasıl kocaman bir kahkaha patlatıyorum ve AG sürtüğü kuyruğunu sokuşturup gidiyor. Çocuğa dönüyorum:
- Afferin evladım. Güzel espriydi. Diyorum.
Çocuk beni güldürebildiği için mutlu oluyor. Beni ajans içinde güldürebilecek çok nadir adam ve gıcık müşterilerin söylediği şekliyle 'okazyon' vardır.

- Yazarım ben. Diyor.
Yakasından tutup AJ'nin odasına sokuyorum çocuğu:
- AJ, bu çocuğu tanıyor musun? Diye soruyorum.
- Aaa Doni n'aber? Diye soruyor AJ. Demek ki çocuk yalan söylemiyor.

İki yazar parçasını orada bırakıp odama dönüyorum. Mük yakalıyor beni kapıda:
- Anlat bakalım. Akşam n'oldu? Diye soruyor.

Neden kızlara bu soruyu sorduğumuzda 'özel' olur da, bize sordukları zaman bir şeyler anlatmak zorunda kalırız. Kızlar birbirine sorduğunda 'tüm detaylar lütfen' derler ya. Ah bu ucuzculuk değildir de nedir? Bir de benimkine 'ucuzcu' diyor bu Mük.
'Tüm detaylar lütfen. Ben göremedim ama görmüş kadar olmak istiyorum. Toplum kurallarının canı cehenneme olsaydı keşke.'

Videoya kaydetme konseptini iki tane kız keşfetmediyse ben de ne olayım!

Tüm detaylarmış!! Lütfenmiş!!

14 Temmuz 2009 Salı

simültane yollar

Büyük Patron ajansa yeni katılacak takımların (her iki anlamda da takım: elbise ve insan grubu anlamında) tamamen oluşmasını bekliyor. Hazır yaz dönemi de gelmiş... Bu yüzden bekliyoruz. Bekliyorlar. Bekliyor.

Dün yanıma gelen adamın ismini bir türlü öğrenemedim. Mad Men'den fırlamış gibi duruyor. Acaba diyorum, bu dizi yüzünden öyle bir ajans haline mi dönüyor burası? Elbette buna imkan ve ihtimal vermiyorum.
Takım elbiseli kadını da görünce 'bu kadar yeter' diyerek Mük'ün yanında alıyorum soluğu:
- Mük, lütfen beni şu karşıdaki kadının gerçek olmadığına dair inancımı tazelemek için mıncıklar mısın? Diyorum.

Mıncıklıyor: Acı gerçek, kadın gerçek. İşte orada.

Koridordan yanımıza doğru Dokuzuncu Kattaki Kız geliyor.
- Geçiyordum uğrayayım dedim. Diyor.
- Harika. Diyorum ve onu alıp odama geçiyorum. Mük arkamdan 'çok ucuzsun' diyor fısıltıyla. Bana!

İlk açığı veriyor: Masaya bıraktığı ofis kimliğinden ismini öğrenmiş bulunuyorum.
- Ne içersin İpek? Diye soruyorum. (Şaşırmıyor, ismini arkadaşına sorup öğrendiğimi düşünüyor muhtemelen. Ben de ukalalık yapmıyorum daha fazla.)
- Better Living Through Chemistry. Diyor arkadaki darbuka seslerine kulak vererek.
- (Dudaklarımı 'bravo' dermiş gibi büzüştürüyorum sadece)
- İçerim ama burada değil. Başka bir yerde içeriz diye düşünmüştüm. Diyor.
- (Harika, ikinci açığı veriyor) Bu müziği dinlemek için de uygun bir yer değil aslında burası. Diyorum ve Lollipop'ı açıyorum. Manidar.
- (Gülümsüyor) Hep böyle misin? Diye sorduktan sonra cevabımı bile almadan 'burası Mad Men seti gibi olmuş' diyor.
- Haklısın, haklısın diyorum, Budweiser reklamı ses tonu ile: True, true.

Akşama Starbucks'ta buluşmak üzere sözleşiyoruz.
Tam çıkarken 'ismimi öğrenmek için daha simultane bir yol bulamazdın herhalde. Yine de tebrikler' diyor.

G. (Ci diye okuyunuz lütfen)

13 Temmuz 2009 Pazartesi

pazartesi

İnanın ki Cumartesi akşamı, şu ajanstaki herkesten çok eğlenmişimdir ama Pazartesi günü yine geldiğim yer aynı cehennem! Madem eğlenmeyecektiniz, niye cehenneme geldiniz? Size diyorum heeey!

Diye bağırırken kapımda takım elbiseli bir herif beliriyor.
- Banka yok bu binada. Diyorum. (Üzerindeki kıyafete bakıyor. Hareketi beğendim. Çabuk yakalıyor.)

Gülümsüyor. Hafiften ısındım herifin gülümsemesine.

- Sen JC olmalısın. Diyor bana.
- Vergi memuru isen, ben de JC değilim. Diyorum. Sonra Jim Carrey gülüşlerimden birini atıyorum.

Gülümseyerek bakalım nereye kadar gidebileceğiz.
- Büyük Patron tanıştırmadan önce gelip tanışayım dedim. Adını çok sık duyuyordum. Diyor.

Evet sevgili okurlarım. Adım sağda solda duyulur.

- Umarım AG'nin o pis ağzından duymamışsındır. Diye düzelti talep ediyorum. Fuck buddy'si falan değilim onun, hiçbir zaman çıkmadık, ben lisedeyken onu tanımıyordum ve kendimden büyük kadınlarla ilgileniyordum. Yani onun ağzından duyacakların sadece birer saçmalıktır. Diyorum.

Cümlemi kesmeden sonuna kadar dinliyor.
- Sevdim seni. Haydi gel birer Heineken atıp gelelim. Diyorum.

FBI ajanı gibi durduruyor beni.
- Mümkün değil şu anda JC. Başka bir zaman yaparız onu. Üstelik, diyor ve üzerindeki takım elbiseyi gösterip 'görevdeyim' diyor.

El sallayıp odadan çıkarken ben de player'da We Made You'yu açıp (Eminem tabii ki) öksürerek rap'imi yapmaya başlıyorum:
- öhö öhö
Back by popular demand....

12 Temmuz 2009 Pazar

Mük'le telefonda

Mük'ü arıyorum:
- Mükcüğüm. Odamız değişmiyor. Hiçbir şey yenisi gibi olmayacak. Diyorum.
- Biliyorum JC, diyor.
- Nereden duydun? Diye soruyorum.
- Uff JC. İlk iş görüşmemizde sen dememiş miydin? Diyor.
- Ne demiştim? Diye soruyorum.
- Henüz çişini yapma isteğin doğmadan birileri senin çişini yapacağını varsayıp tuvalete gider ve senin çişin geldiği zaman tüm bölmelerin dolu olmasını sağlar ve sen çişini tutmak zorunda kalırsın. Diyor.
- Uu uzun cümle kurmuşum ama iyi cümleymiş. Diyorum.
- Akşama görüşürüz. Diyor ve kapatıyor.

Bu konuşma Cumartesi günü olmuştu. Ben sitenin kafesindeyken. Şu garson kızla muhabbet ederiz diye geldim ama o kadar yoğundu ki, sadece haftasonu gazetelerinin tamamını alıp kafenin çöp kutusuna koymama yardım edebildi.

11 Temmuz 2009 Cumartesi

karar sonrası

Dün sabah kararımı patrona açıklayıp odama geçtikten kısa bir süre sonra telefonlar çalmaya başlıyor. İlk arayan AJ:
- Oğlum, ne karar verdiysen arkandayım. Diyor.
- Arkamda ne işin var. Çekil oradan ve şöyle çocuğuna meslek seçimi konusunda duygu sömürüsü yapan baba rolü oynama lütfen. Diyorum. Telefonu kapatıyorum.

Ardından Boyalı BB arıyor:
- JC'ciğim. Bu karar beni şok etti açıkçası. Kariyerin için... Derken cümlenin devamını kestirdiğim için lafını kesiyorum.
- Aaah BB. Kariyer mariyer derdim yok. Umrumda değil. Diyorum ve telefonu kapatıyorum.

Ardından müştem'ler tarafından Miranda arıyor:
- JC duyduğuma göre... Derken cümlenin devamını kestirdiğim için lafını kesiyorum.
- Evet, Miranda, duyduğun doğru ben çok seksi bir erkeğim fakat seninle ilgilenmiyorum. İlgi alanımda başka kadınlar var. Bu arada senin AG'nin yerine geçmen için elimden gelen her şeyi yapacağım. Diyorum ve telefonu kapatıyorum.

Ardından CJ arıyor:
- JC, dostum... Lafın devamını kestirsem de kestirmesem de bu herifin kuracağı hiçbir cümle ile ilgim yok.
- Syktyr git CJ! Diyorum ve telefonu kapatıyorum.

Dün asansörden benimle birlikte inen tiplerin de Boyalı BB tarafından 'bu görevi JC kabul etmezse, yerine yedeklerini alalım' önerisi ile görüşülmüş kişiler olduğunu öğreniyorum. İki sap ve bir kadın. Ajans harika bir yer olacak.

Peki bu bilgileri kimden mi öğreniyorum? Boyalı BB'nin şeker asistanından. Dün odama gelip kararımdan dolayı beni tebrik ettiği için ona akşam yemeği ısmarlamıştım.

10 Temmuz 2009 Cuma

kararsızlık en kötü karardır

Demiş birisi. Kim demiş bilmiyorum. Ben de uyduruyor olabilirim.

Şehire ve ofise dönme kararı alıyorum. Aslına bakılırsa Dokuzuncu Kattaki Kız'dan tutun Deniz Kızı Kerastes ve şu sitenin kafesindeki garson kıza kadar şirin kızların hepsini özledim. Dönme sebebim açıkçası budur. Başka bir sebep aramayın.

Kararımı vermiş bir şekilde ofise dönüyorum. Asansörde Dokuzuncu Kattaki Kız'a rastlamıyorum. Bir iki uyuz adam ve yanlarındaki 'yanında iki erkek olduğu için kendini devamlı gülümsemek zorunda hisseden kadın' ile yukarı çıkıyoruz. Hepsinin benimle aynı katta inmesinden işkillenmiyorum. Elbette işkillenmem lazımmış.

Odamın nerede olduğunu hatırladığımı fark ediyorum. Halbuki dün akşam saatlerinde ofisin bile nerede olduğunu unuttuğumu sanıyordum. Mük'le karşılaşamadığım için canım sıkılıyor. Madam De Le Patronaj'a sormaya karar veriyorum: Mük izin almış ve eğer merak ediyorsam, FYI (aynen böyle dedi) ef vay ay kendisiyle de artık 'o şekilde' ilgilenmiyormuş!
- Bak sen. Diyorum ve Büyük Patron'un odasına dalıyorum.

Terzi yine orada. Patron yine 'alttan çıplak' ve terzi beni gördüğüne -yine- memnun olmuyor.

- Ooo Cey Siiiii. Diyor patron.
- Patron sana açıklamam gereken önemli bir karar var. Diyorum.

Terzisinden izin alıp, bir adım öne geliyor. Merakla:
- Evet JC? Kararın nedir? Diye soruyor.

Bu cümleyi kurmaktan her zaman zevk aldığımı hissediyorum:
- Patron, ben bir işbitiriciyim ve ajans başkanlığı gibi hödük bir isim altında anılmak istemiyorum.

Bunu söylediğim sırada gireceği şok ifadesinin bu kadar yoğun olacağını bilseydim, sırf onu kandırmak ve bir süre sonra ajanstaki herkesi kovup içeriyi boşalttıktan sonra 'burası artık kar etmiyor' deyip ajansı kapatmak ve sonra yoluma devam etmek için 'ajans başkanlığı' görevini tercih edebilirdim.
Çok fazla cümle kuruyorum, biliyorum, fakat hislerimi anlatmak için bu uzun cümlelere ihtiyacım var.

- Beni çok zor durumda bıraktın JC. Diyor. Terzisinden izin alıp koltuğuna oturuyor.

Ve ben odayı terk ediyorum.

Mutlu, gururlu ve karşısında Dokuzuncu Kattaki Kız'ı müş-tem olan arkadaşını ziyaret etmeye gelmişken gördüğüm için sevinçli bir şekilde odama doğru ilerliyorum.

9 Temmuz 2009 Perşembe

telefon dünyanın en iğrenç icatlarındandır

Bir rahat yok.

Telefonda bu sefer Büyük Patron var:
- JC oğlum. Bir kararı vermen bu kadar uzun sürüyorsa...
- Hah ben de onu diyeceğim patron. Benden ajans başkanı falan olmaz.
- Hayır, tam tersi. Kararı almayı elemanlarına bırakacaksın ve yanlış kararı verirlerse suçu onlara atıp, işten çıkartacaksın. Diyor.

Nasıl da güzel bir özet öyle değil mi?

- Haydi artık, dön ofisine. Ayrıca nasıl bir ülke bu Sri Lanka, ses kalitesi tıpkı İstanbul'daymışsın gibi. Diyor.

- Patron karşımda şu anda bir aslan var, diye fısıldamaya başlıyorum. Kapatıyorum. Diyorum ve kapatıyorum.

Oh.

6 Temmuz 2009 Pazartesi

deniz kızı kerastes

Bir anda gözümün önüne Deniz Kızı Kerastes geliyor ve telefonum çalıyor.

- Kapatmayı unutmuş muyum bu telefonu derken, ekranda Deniz Kızı Kerastes'in numarasını görüyorum.

- Alo? Diyorum. Kaptan pilotunuz konuşuyor!

Kahkahalarla gülüyor buna. Saf kızlara bayılıyorum. Bu hayattan basit, herkesin aklına gelebilecek olmasına rağmen komik bulabileceği esprileri çıkartmayı ve tadına baktıktan sonra yemeye devam ediyor.

- Nerelerdesin? Diye soruyor o gülüşmesinin arasında.
- Uzaklarda gibiyim. Diyorum. Biraz kendi başıma kalmam ve kararlar vermem gerekiyor. Diyorum.

Anlayışla karşılıyor.
- Elimden gelen bir şey olursa... Diyor.

İçimden ona Joanne'in durumunu sormak geliyor ama vazgeçiyorum. Çok fazla improvizasyon gebelikle sonuçlanabilir.

4 Temmuz 2009 Cumartesi

almalı mıyım almamalı mıyım

Ajans başkanlığı görevini istiyor musun JC?

Diye soruyorum kendime. Aynadan bakıyorum.

- CJ'in ağzına sıçma hakkı verecekse ve AG sürtüğünü kovmamı sağlayacaksa tabii ki istiyorum. Deli gibi istiyorum, deli gibi istiyorum. Diyorum.

Sonra da ben kovduğum için devamlı arkamdan saldıracak olan kemik gözlüklü, kafası kazınmış işe yaramaz bir işsiz hergele ve eskiden zevk için yaptığı orospulukları artık para kazanmak için yapmak zorunda kalacak bir sürtük geliyor gözümün önüne. Toplum buna hazır değil. Lütfen. Bu sorumluluğu benim üzerime yüklemeyin. Bırakınız ajansa gelip gitsinler ve reklamcılık oynasınlar. Aksi halde oynayacak bir şey bulamayıp insanların oraları ve buraları ile oynamaya kalkıyorlar. Diyorum.

- Hayır istemiyorum ajans başkanlığını falan. Diyorum.

Sonra gözümü açıyorum.
- Bu kadar kötü bir rüya olur mu, bir sonucu bile yok. Diyorum. Bir mesaj yok. Bir final yok. Bir heyecan yok. Diyorum.

3 Temmuz 2009 Cuma

free as a bird çalarken...

Paul McCartney'e gıcık olduğuma karar veriyorum. Bu herif yaşlandıkça daha da 'ihtiraslı' olmaya başlıyor. Artık hangi fotoğrafına baksam 'en son ölen ben olacağım, tüm paralar benim olacak' diye bakan bir yaşlı moruk görüyorum karşımda.

Free As A Bird'ü dinlerken bu düşüncelerin kafamdan uzaklaşmasını istiyorum. Biraz uğraşınca başarıyorum.

Anahtar kelime kendini müziğe vermek. Müziğin arkasındaki hergeleyi unutmak.

CJ pisliğine benzetiyorum onu şimdi. Ajansta yapılan her işin arkasında kendisi varmış gibi davranmaya nasıl bayılıyor. Hatta diğer ajanslarda yapılan işlere de etkisi olduğunu söylüyor bazen. Başka ajansın yaptığı bir filmi ilk izleyişinde, yazarın ismini söyleyip 'bunu bana söylediğinde daha güzeldi, şimdi gözüme pek öyle şey görünmedi, şey yani, şey...' demiyor mu o kemik çerçeveli gözlükleri alıp kazıtılmış kafasıyla birlikte götüne sokmak geliyor içimden.

Ama yapıyor muyum?

Gerek yok, zaten hayat onun götüne giriyor yeterince. Kürdanla hortumu karşılaştırmak gibi bir şey yani.

2 Temmuz 2009 Perşembe

cofthoughts

Düşünceler denizinde yüzüyorum.

AJ'nin bilgisayarında COFTHOUGHTS adlı bir doküman vardı. Ne olduğunu merak etmiştim. 'Düşünceler denizi orası' demişti AJ 'oraya atıyorum ve su yüzüne çıkmayı başaranlara sarılarak yüzmeye devam ediyorum.'

Faceless Man'i dinliyorum.

1 Temmuz 2009 Çarşamba

boşluk

Tamamen bir boşluk. Nerede olduğumu söylemeyeceğim. Mük'ü eve yolladım. Yapayalnızım.

İyi gibi görünüyor şimdilik.

Sıra kararlarda.