9 Mart 2009 Pazartesi

shine on

Ajans koridorlarında gezinirken Ron Jeremy'yi gördüğümü sanıyorum bir an.
Madam De Le Patronaj'ın yanında alıyorum soluğu.
- Az önce içeriye giren adam Ron Jeremy miydi? Diye soruyorum.
- Kim?
- Ron. Ron Jeremy.
- O kim?

Ron Jeremy'yi tanımadığı için yadırgamama gerek yok. Traci Lords'u da tanımaz. Seka desem de eski kağıt fabrikası zanneder. Farkındayım. İnsanlar bu hatayı çok sık yapar: Kendi bildiklerini herkesin bildiğini varsayar. Bu yüzden reklamcılık diye bir meslek yok mu zaten? Reklamcılığın içindeki insanlar bile bu hatayı yapıyorsa varın gerisini siz düşünün. Aslında cümleyi yanlış kurdum: Reklamcılar dahil olmak üzere herkes bu hatayı yapar diyecektim. Bu hastalığın en acı versiyonu reklamveren tarafında görülür. Size daha önce hiç söylemedikleri bir bilgiyi, gerektiğinden çok sonra 'ama bu böyleydi' diyerek verirler. İşte bu tip şeyler olmasın diye işbitiriciler vardır. Elbette her ajansta yoktur. MLFO şanslı bir ajans çünkü bana sahipler. 

İçeriye girenin kim olduğunu görmek için ben de peşinden dalıyorum. Elbette, Büyük Patron'un odasına girdiğimde yine terzisini orada görüyorum. Ölçü alıyor.
- (Terziyle ilgili bir şeyler söylemek üzereyken içime atıp, ünlem yapıyorum suratımla) Patron!
- Oo JC. Diyor.

Gözüm hemen Ron Jeremy sandığım adama kayıyor. Benim baktığımı görünce, Türkçe:
- Merhaba. Diyor. (Evet, aksanı çalıştığı müddetçe bu kelimeyi söyleyen kişinin Türk olup olmadığını anlayamazsınız. Testimize devam ediyoruz.)
- Merhaba. Ben JC. Bana lütfen JC deyin ya da bana JC deyin lütfen. Diyorum.
- Okey. Diyor. (Testimiz sürüyor.)
- Sizinle İstanbul'da tanışacağımızı hiç düşünmezdim. Diyorum.
- (Şaşırıyor.) Neden ki? (Diye sorduğu anda bu adamın Ron Jeremy olmadığını anlıyorum artık. Testimiz bitmiştir ve kırılmıştır.)

Hayalkırıklığı ile kendimi dışarıya atıyorum. Kapıdan çıkar çıkmaz Madam De Le Patronaj bana içeridekinin bilmem kim olduğunu söylüyor. Reklam ajansını değiştirmeyi düşünen ve bunun için o ajans senin bu ajans benim gezinen bir adam. Tekrar içeriye dalmaya karar veriyorum. Dalıyorum.
- Ron Jeremy'ye benzediğinizi söylesem... Diyorum.
- (Suratıma bakıyor aval aval.) Kime benzettiğinizi söyleseniz? Diye soruyu geri gönderiyor.
- Ron Jeremy diyorum. Hedgehog!
- Tanımıyorum. Diyor. (Ya çok iyi palavra atıyor ya da gerçekten tanımıyor.)
- Okey. Çok güzel. Memnun oldum. Deyip yine hayalkırıklığı ile kendimi dışarı atıyorum.

Kendimi sosyal olarak sendikasına ve onun çevresine kilitlenip kalmış ve sendika üst yönetiminden başka ünlü(!) tanımadığı için benzetme yaptığı insanları bu üst yönetimdeki insanlar arasından seçen ve karşısındaki kişi anlamadığı için bozulan kişiler gibi hissediyorum. Fakat benim için daha önemli bir benzetme şu ki, bir adamı Elvis Presley'e benzetiyorsunuz (yaşı da uygun) ve adam size 'o kim?' diye soruyor. Daha ileri götürürsek 'şu kadın Madonna'ya benzemiyor mu?' diye soruyorsun ve karşındaki kişi sana 'Madonna kim?' diye soruyor  ve bu sohbet 17nci yüzyılda falan yapılmıyor! Ah neden televizyonlardaki şu talk-show'larda dönüp dolaşıp aynı kişiler üzerinde gezdiklerini daha iyi anlıyorum. Veya bu tamamen onların suçu. İnsanlara daha fazla ünlü kişi vermeniz gerekiyor. Ünlülerin de onları tanımayan kişilere karşı daha toleranslı davranması gerekiyor. (Lafım sana; kendini 'sendikasına' kilitleyip kalmış insan!)

Mesela ben! Bizim kapris makinesi şarkıcı geçtiğimiz aylarda onu tanımadığım için neredeyse ajansla müşterinin arasını açıp ilişkiyi bitiriyordu. 
- Muhtemelen porno film izlediği sanılacağı için tanımazlıktan geldi. Diyorum Madam De Le Patronaj'a.
- Ah canım sağlam bir porno film çekti JC. Diyor bana.
Kafamı çevirip yüzünü inceliyorum. Samimi bir şekilde söylüyor. 
- Pis çapkın. Diyorum (bu sefer tabancayı ilk çeken kişi benim.)
Göz kırpıyor bana. Bir an Mük'ün okuduğu IM'lerden biri olan 'Birbiriyle sevişen kızları seyrederek kendimi okşuyorum' konulu mesajı bana Madam De Le Patronaj'ın atıp atmadığından şüpheleniyorum. Gözlerinde o cümleyi arıyorum ama Ron Jeremy şaşkınlığı üzerimdeyken bunu yakalamıyorum.
- IM'in var mıydı senin, diye soruyorum Madam De Le Patronaj'a.
- JC, kaç defa vereceğim? Diye soruyu geri gönderiyor. Bu aralar herkes soruya soru ile cevap veriyor sanki.

- Aha! (Şüpheli konumuna geldi bir daha.)

Odama dönüyorum. Mük yazlık kıyafetler giymiş üstüne. Üstünü nerede değiştirdiğini sormak istemiyorum. 
- Yazın gelmesine daha çok var. Diyorum. Bazen tam bir mood-killer olabiliyorum.
- (Kurşunlarım Mük'e işlemiyor) Bekle, diyerek odaya dalıyor. İçeriden müzik sesi artarak gelmeye başlıyor.

Yüz ifadem değişiyor (sanırım). 'Ron Jeremy'yi nasıl tanımaz bu herif' ifadesinden, 'yaz geliyor, evet, geliyor' bakışına ve dansına geçiyorum. R.I.O.'dan Shine On çalıyor Mük bana.

Boşuna Mükemmel Asistanım demiyorum ona. Bu plaza yığınının içinde bile algılarımı hızlı bir biçimde değiştirebiliyor.

Hiç yorum yok: