Film ile ilgili planlar yaparken 'piyango sana çıksa, ne yaparsın' sorusunu cevaplayan insan heyecanını yaşadığımı fark ediyorum. Boogie'nin sessiz sedasız gidişine de bozulmuyor değilim.
25 Mart 2010 Perşembe
24 Mart 2010 Çarşamba
boogie gitmiş
- Haberin yok mu? Gibisinden dünyanın en pis cümlelerinden birini kuruyor.
- Haberim olsa bu konuyu konuşuyor olur muyduk AJ? (İnsan bazen yazar olarak geçinen kişilerin kurduğu abuk sabuk cümlelere gülüyor. Olsun. Hepimizin sıçma anları olur.)
Boogie bundan sonra reklamcılık sektörü içinde bulunmak istemediği için ajansı bir gün terk edip gitmiş.
23 Mart 2010 Salı
kim bu kadın
'Kim bu kadın?' sorusunu soran olmadı ama bakışlar bu yöndeydi. Hiç bozuntuya vermeden ikisiyle bi arada güzel bir gece geçirdim. Kendimi olgun kadınlarla 'takılan' kart zamparalar gibi hissettim. Açıkçası herkes centilmence oynuyordu. Belki piyasa değerimde bir artış olmuş olabilir.
22 Mart 2010 Pazartesi
ski
20 Mart 2010 Cumartesi
yine rüya
Tünel ve sonundaki ışık rüyasını bir daha gördüm.
Üzerinde daha fazla düşünmek istemiyorum.
19 Mart 2010 Cuma
sam (yazıldığı gibi okunur)
Bir dizi yapımcısı arıyor.
Hayat böyle bir şeydir evlat. Sen tam dükkanı kapatırken müşteri gelir. Ve hatta çoğu zaman senin kapanmış kepenklerinin önünden geçip gider, bir zamanlar orada, onun ihtiyacını karşılayacak dükkanın olduğunu bilmeksizin.
Dizinin bir müddet rafa kalktığını veya isterlerse format halinde onlara devredebileceğimizi söylüyorum.
Kabul ediyor.
Hayat böyle bir şeydir evlat. Kendi zevkin için yapmak istediğin şeyi, kendin yapmak istediğinde izin vermezler veya oyalar dururlar ama 'alın siz yapın' dediğin zaman tüm engeller kalkabilir.
Fiyat konuşmak üzere sözleşiyoruz.
Sanırım oradan aktaracağımız bütçe ile pemila endırsın'ı bile oynatabiliriz bu filmde. Tabii oynamak isterse. Bizde zorlama yok. Oyuncular da istemedikleri sahnelerde oynamak zorunda değiller.
18 Mart 2010 Perşembe
yan-masa
Starbucks'ta oturmuş Mük'ü bekliyorum. Tabii öyle kuru kuru oturmuyorum. Önümde minnacık bilgisayarım açık ve bir yandan da maillere bakıp banka hesabımın filmi kaldırıp kaldırmayacağını da hesaplıyorum bir excel tablosunda.
Kulağıma bizim trip atıp giden kreatif direktörün adını duyana kadar.
- O herifin olduğu bi yerde çalışamam ben. Diyor bir kız.
Çaktırmadan dönüp bakıyorum o tarafa. Bir güzellik abidesi kız ile ortalama bir müş-tem tipi karşılıklı oturmuş muhabbet ediyorlar.
Eğer gerçekten ajans kursaydım bir gün, vereceğim ilk ders 'asla etrafı ajanslarla dolu olmasa bile bir kafede oturup iş ile ilgili konuşurken etrafınızın duymamasına özen gösterin, gerekirse chat yaparak iletişim kurun' olurdu.
Hoşuma da gidiyor, sohbeti dinliyorum. Biraz twitlemek için de güzel bir fırsat olabilir diye düşünürken onların da o sırada twiti görebileceğini düşünerek yazmaktan vazgeçiyorum.
Aslında o sırada düşündüğüm her şeyden vazgeçiyorum. Zira yapmam gereken bir film var.
Evet, bol bol reklam ajansı p0rn0su da var elbette. Sekanslar halinde. Bizim kreatif direktörü de becerecek birkaç adam bulmak lazım aslında. Taksim'deki afrikalılarla mı vakit geçirsem biraz acaba? Tinto ustaya saygı duruşu olarak düşündüğüm aynalı sahnede, aynadan yansıyan görüntü olarak bizim kreatif direktörün düdüklenişini canlandırabiliriz belki.
Biliyorum. Acımasız bir pislikmişim gibi geliyor olabilir kulağa fakat bu tamamen AG sürtüğünün bok yemesi: Eğer o salak herife 'onunla aramızda bir şey varmış gibi' göstermeseydi herif de bana kıl olmuyor olacaktı.
Tatlı bir herifim ben yahu. Korkmayın benden o kadar.
17 Mart 2010 Çarşamba
şit iğtırs
Piyasadan birileri yine benimle uğraşmaya başlıyor.
- Bu herif yüzünden bu ajans bir türlü kreatif direktör bulamıyor, demiş. Üçüncü sınıf bir televizyon kanalındaki programlardan birinde.
Birileri bunu televizyondan yayınlıyor olabilir fakat bunun videosunu internete yükleyip, oradan da ona buna gönderen adamın aklına şaşıyorum.
Parmağını poposuna soktuktan sonra koklayıp bayılan maymunun videosunu buluyorum youtube'da ve altına yorum olarak bunu bırakması için fake bir hesap oluşturuyorum kendime.
Dün iBey'i dinlerken aklıma gelen şey gerçekten doğru olabilir.
Reklamcılık ile banka soygunculuğunu meslek edinmek arasında fark yok. Madem boka battık bi kere, sonuna kadar şit-iğtırs olalım derdinde olan bir sürü adam ve kadından bahsediyorum.
16 Mart 2010 Salı
reklamcılık ve gansterlik
iBey çıkıp geliyor ziyarete.
Mükemmel günlerde evlendiğiniz ve sonra boka saran bir evliliğin ardından sizi yeniden ziyarete gelen eşiniz gibi bir his desem, hiç de böyle bir durumla karşılaşmadığım için saçma olabilir.
- Yeni bir projem var JC. Diye anlatıyor.
Dinlerken şunun farkına varıyorum ki, reklamcılık da bir nevi banka soygunculuğu gibi. Devamlı soyacak bir müşteri var oralarda ve başka bir iş bilmedikleri için her seferinde 'bu son, tövbe edeceğim' deseler de yeni ajans kurmaya devam ediyor bu reklamcılar.
Sonra düşünüyorum da, ben kendime hiçbir zaman ajans kurmayı düşünmediğim için bunu nereden bilebilirim ki?
Ama hadi siz de, anlayın beni birazcık.
15 Mart 2010 Pazartesi
aşk-yuvası
AJ kızarkadaşından ayrılmış.
Mük ile Estel çıkmaya başlamış.
- Ne zaman başladınız? Diye soruyorum.
- Geçen hafta, hani sende kalmıştık ya o gece.
Evim tam bir 'aşk yuvası'.
Sümüklü Zerrin kapıyı çalıyor yine.
- Seni görmek ne güzel, diyerek Zerrin'i öpüyorum.
- JC, uzun süreli bir ilişki istemiyorum. Diyor açıkça. 'Biliyorsun, evlilikten yeni çıktım zaten.'
- Lafı hep ağzımdan mı alacaksın sen? Diyorum kızgın bir şekilde.
Anlıyor beni.
14 Mart 2010 Pazar
hafifmeşrep
Sümüklü Zerrin, evimde beni ziyarete geliyor.
Bazen acaba çok hafifmeşrep miyim diye düşünüyorum.
Kaç tane reklamcı vardır ki burada müşterileriyle bu kadar yüzgöz olan?
Tabii okul arkadaşı bile olsa bu kadar yüzgöz olmamak lazım müşteriyle sanırım.
Neyse, ben yine de 'cazibem' başlığı altına atıp kafamı kuma gömeyim.
13 Mart 2010 Cumartesi
biyografik hareketler
Gece çok güzel sahneler yazdığımız için ciddi biçimde gaza gelmiş bulunuyorum.
Bu film, tüm Avrupa ve Amerika sektörünü altüst edecek!
Biyografimi yazma fikrine kapılıyorum bir an. Mük'e anlatsam hikayemi de, o yazsa?
- Ben yazar değilim JC. Diyerek reddediyor beni.
O halde ben kendim yazarım:
'Çok tuhaf bir çocukluk hayatının ardından kendisini normal bir dünyanın içinde buldu.'
Bu cümle ekranda uzun süre duruyor.
İnsanın geçmişine gitmesi her zaman iyi olmuyor. Dikkat dağılabiliyor. Halbuki şu anda filmi düşünüyor olmam lazım sadece.
Otobiyografim diye bir klasör açıp bu cümleyi oraya saklıyorum.
12 Mart 2010 Cuma
buck naked
Güzel bir örneğini dün gece yaşadık.
Ayrıntılara girmeyeyim.
Ertesi gün AG sürtüğünün surat ifadesini görünce şaşırdım sadece. Beklediğimin neredeyse tam tersiydi. Sırnaşacağını sanmıştım ama. Gayet profesyonelmiş.
Mük'e filmin tamamını sadece AG sürtüğü ile halledebilir miyiz diye soruyorum. Belki başka oyuncuya ihtiyacımız kalmayabilir gerçekten.
Bilgisayar başında ne yaptığını merak ediyorum ve karşılaştığım görüntü…
- JC gayet başarılı bir buck naked olabilir senden, biliyor musun. Diyor.
- O görüntüyü tamamen tehdit edilmemiz karşılığında kullanmak için almıştık Mük! Diyorum.
Mük'e biraz sert bir şekilde konuştuğum tek repliğim buydu herhalde.
Burası bir reklam ajansı. Bir asistanın se-ks-teyp seyredebilmesi ve burada sözkonusu olan kişiyle çalışıp çalışmadığını unutması mümkün olabilir mi?
11 Mart 2010 Perşembe
aftermath
Gece rüyamda yine şu tünel ve ışık rüyasını görüyorum.
Rüya tabirlerine dair yazılmış her şeyi okuyorum.
Tatmin olmuyorum öğrendiklerimden.
Akşama başıma gelecekleri düşününce fazla odaklanamıyorum açıkçası. Tabirlerin bir suçu yok bunda. Tabir yazarlığı diye bir meslek de var mı acaba?
10 Mart 2010 Çarşamba
hayat gerçek p0rndur
AG Sürtüğüne tarihi veriyorum: Bu Perşembe.
Sebebi: Güzelim Cuma akşamımı bu karıya harcayamam.
İkinci sebebi: Ertesi gün iş olacağı için mümkün olabilecek en az eziyete katlanacağım demektir.
Üçüncü sebebi: Cuma akşamı film yazmak için bir arada geçireceğiz ve bu benim son zamanlardaki en büyük eğlencem.
Dördüncü sebep: Ertesi gün ajansta dedikodular çıkarsa araya haftasonunu almak. Ve tabii Cuma günü herkesin kafasının tatilde olacağından kelli AG Sürtüğünü iplemeyeceği düşüncesi.
Daha fazla sebep saymamı istemezsiniz değil mi.
Ben de öyle düşünmüştüm.
9 Mart 2010 Salı
patronsa teferruattır
Akşam yemeğinde Mük ile olayı planladık. Hikayenin çalışması için zorunlu bölümler var:
1. Olay kesinlikle benim kontrolümde bir yerde olacak (bu şekilde AG sürtüğünün setup'ları varsa elimine edilecek)
2. Evde yalnızmışız gibi olacağız fakat yan evde Aloe Vera ile takılan Mük her daim pencere kenarında bulunarak işaretlerime özen gösterecek (Aloe Vera'nın bir zamanlar bizim ajansta çalıştığını hatırladığını sanmıyorum AG sürtüğünün ve hatta yan komşum olduğunu bileceğini hiç!)
Bu listeyi hazırlarken bir apartman dairesine taşınma fikri geliyor aklıma. Apartman komşularımın güzel modeller olduğu hayaline de kapılıyorum tabii bir müddet. Mük'e bu araştırmayı yaparak bana güzel bir apartman dairesi bulması için direktif vermeyi kafama not ediyorum.
Patrondan teşekkür telefonu geliyor: Akşam yemeğini bok etmediğim ve çok güzel 'oynadığım' için. Patron bile anladıysa 'oynadığımı', adamların hayli hayli anlamış olmasından çekiniyorum.
Olsun, patron mutlu olduysa, gerisi teferruattır.
8 Mart 2010 Pazartesi
kadınlar günü
İnsan her dakika enerji patlaması yaşayamayan bir varlık. Pazartesi sabahı bile olsa üzerime ne kadar sahte enerji yüklenebilirim ki diye diye düşünerek ajansa geliyorum. Yolda sahte sahneler yaparak.
- Hey JC, nabersin adamım?
- Kaç! Patlayabilirim hemen. Bombayım ben!
Ha-ha. (Her bir ha için bir saniye ayırın ve bir diğerini söylemeden önce, öteki ha'daki a sesini tamamen bitirmeyi bekleyin)
Odaya girdiğimde Mük enerji havasına girmek için Love Shack'i açmış hafifçe poposunu sağa sola sallıyor.
- Eşcinsel olduğumu düşünme Mük'cüğüm. Anahtar kelime: Kendini tutmak. Diyorum.
Bu cümleyi neden söylediğimi merak ediyor tabii. Siz de merak etmişsinizdir. Açıklayayım da, kendi kafanızdan yorum yapma zahmetine boşuna girdiğinizi anlayın.
Her gün ofise gelip böyle süpper bir kızla karşılaşan bir adam, bu görüntüye en fazla bir ay dayanır ve o ayın sonunda kızı işten attırmadan onunla fingirdemeye başlar, aşık olur, iş ortaya çıkınca kızı göz önünden atarak kurtulmaya bakar ve bir müddet daha ilişkisine devam eder. Normal adam budur.
JC modeli ise, her gün bu görüntüye bayılsa bile, onunla herhangi bir duygusal ilişkiye girerek her şeyi bok etmek yerine, onu her gün olduğu hali ile (biraz efor sarf ederek) dayanmak ve hayvansı içgüdülerinden kendini kurtararak herkesin hayatına güzellik katmaktır. Ne kız işinden olsun, ne şiş yansın, ne de şişteki et.
E tabii bu cümleyi ona da anlatmak zorunda kalıyorum:
- Çok tatlısın. Diyor bana. Ona boşuna 'Mükemmel Asistan' demiyorum ben. Gerçek karakterler vardır hayatta. Şanslı olursanız birkaç tanesine rastlayabilirsiniz. Ama siz muhtemelen o şansın da içine edersiniz. Toplum baskısı! Sizi de anlıyorum. (Aslında topluma mal etmeyin bu salaklığınızı, çevrenizdeki insanlara edin. Toplum çok yuvarlak bir kavramdır. Rahatsız etmeyelim şimdi onu.)
Hayat bu kadar basittir ve özettir.
Hadi siz gidip bugünlük gözünüze dünyanın en bombası görünen kadına askıntılık edip tüm dünyayı boktan bir yer haline çevirin. Evinizdeki karınız için de aynı şeyleri hissetmiştiniz bir zamanlar. Maço müsveddeleri sizi.
6 Mart 2010 Cumartesi
saat
İçinde bulunduğum durumun sorumlusu Estel. O güzelliği olmasa kendisine daha sert davranabilirdim ama o seksilikle naiviteyi muhteşem esmerliği ile buluşturması sayesinde AG sürtüğünü bile çekebilirim. Zira bu sürtüğün şu ana kadar yaptığı en iyi şey belki de bu kızı işe almak olmuştur. Doğru ya: Durmuş saat bile günde iki defa doğru vakti gösteriyordu. Analog olsa da dijital olursa (değil, şey, belki).
5 Mart 2010 Cuma
teaser
Filmimiz kısa kısa sahnelerden oluşuyor. Bu yüzden mümkün olduğu kadar farklı yüze ihtiyacımız var. Şey, yani kuku ve pipiye diyeyim. Aslında kuku ve pipi sayısı da birbirine eşit değil zira birkaç pipi yeterli. Kuku sayısındaki fazlalık önemlidir. Sonuçta yaptığımız şey heteroları tavlamak üzerine. E tabi her cinsten izleyiciye de açık. Eminim AG sürtüğü bu filmi salonundaki koca ekranından 24 saat şekilde oynayacak biçimde kullanacak. Misafirliğe gittiğiniz evdeki ev sahibesinin size kendi filmini seyretmesine siz bile alışık değilsiniz di mi geng-beng'ciler. Okurken bile uçukladınız. İzlerken ne olacağınızı ben düşünmeyeceğim.
3 Mart 2010 Çarşamba
ron cerımi
Patron çağırıyor.
Diafondan çay isteyen müşterisine giden esnaf çaycısı gibi bir hisle gidiyorum odasına.
Kapıda Madam De La Patronaj sitemkar bir ifadeyle karşılıyor beni.
- Çoktandır görüşemiyoruz JC. Diyor.
- Çok meşgulüm son günlerde. Diyorum.
Neden her kadının selamı 'neden aramıyorsun beni' sitemiyle başlıyormuş gibi hissediyorum ki ben?
- Jey Siiii. Diyor patron. İ'leri çok seviyoruz bu dilde.
- Patron. Bir an önce yaşlanmak ve kendimi malikaneme kapatmak istiyorum artık. Diyorum.
- Saçma! Diyor. 'Ben senin yerine olmak istiyorum, sen ise benim yerimde olmak istiyorsun. Tadını çıkar evlat' Diyor.
Tadını çıkartmak çok kolay değil mi!
- Şu herifin adı neydi, ıdalt film yıldızı. Hani şey beyi ona benzetiyordun. Diyor.
- Ron Jeremy. Diyorum.
- Geçen gün merak edip baktım da, gerçekten benziyormuş. Diyor gülerek.
Gözümün önüne beyaz saçlı, yaşlı bir adamın google'da 'ron jeremy' diye aratıp çıkan şeylere baktığını hayal ediyorum.
- Ron Jeremy üzerine mi konuşacağız patron? Ben şu sıralar bol bol konuşuyorum zaten. Diyorum ve anlamıyor. Güzel.
- Sana başka bir şey söyleyeceğim. Globalde büyük bir müşteri bize geçiyor. Buradaki adamlarla bir yemek yiyerek kutlayacağız bunu. Gelmeni istiyorum. Diyor.
- Ah patron! Bir sürü takım elbiselin var burada. Benim gibi bir rock müzisyenini n'apacaksın orada?
Çatışmayı kaybediyorum tabii. Yaralar ağır değil. AG sürtüğünün açacaklarını düşünerek bir karşılaştırma yapmak gerekirse.
Mük'ün yanına gidip yemek tarihini veriyorum:
- Sen de gelirsen güzel olur. Elimi tutarsın. Hem de şu AG senaryonu gözden geçirebiliriz yemek sırasında. Diyorum.
Müşteri otomobiller üzerine fısıldaştığımızı zannederken biz bir kadını nasıl alkol komasına sokarak ertesi gün 'sevişilmiş süsü' veririz diye plan yapacağız.
2 Mart 2010 Salı
maybe
Boyalı BB odama teşrif ediyor. Adayları hakkında konuşmak için.
Global yönetim İstanbul'daki bu saçma durumdan sıkılmışmış. Bak sen!
- Beni şu Fransız topraklarına neden soktular geçen ay? Ben hala bunu bilmiyorum, beyfendiler oturdukları yerden İstanbul'da neden kreatif direktör olmadığını mı sorguluyorlar? Diye çıldırıyorum. Hedefim, Boyalı BB'den kurtulmak aslında. Sakin sakin oturursam gideceğini sanmıyorum.
Strateji tutuyor ve Boyalı BB odadan ayrılıyor. Üstüne bonus da kazanıyorum. Kapıyı siper ederek beni öpüyor tatlı tatlı:
- JC'ciğim istersen bir tatil yap. Diyor.
- Sen ne zaman çıkacaksın? Diye soruyorum.
- (Gülümsüyor) Beraber çıkmayı mı teklif edeceksin yoksa? Diyor.
- Maybe. Diyorum çapkın bir şekilde.
Hangi topraklarda olursanız olun, karşınızdaki insanlar azıcık İngilizce'ye hakimse bu kelimedeki erotizmi, davetkarlığı, oynaklığı ve parfüm kokusunu hissedebilir ve size bu kelime size güzel bir enerji olarak geri döner.
Bana da dönüyor. BB de odadan gidiyor.
Ne yapacağımı unutmuş bir halde bir saat boyunca öylece duruyorum.
1 Mart 2010 Pazartesi
gün içi reklamcıları
Sabah ilk iş olarak; casting üzerine fikirler derlendi, toparlandı ve Mük'e teslim edildi.
Artık gün sonuna kadar 'reklamcı' olabiliriz.
28 Şubat 2010 Pazar
sms
SMS düşüyor: 'Ne zaman?' Gönderen: AG sürtüğü. 'Return to sender' düğmesini niye eklemediler şu cep telefonlarına!
Korkuyla telefonu atıyorum elimden masaya.
- Kim? Diye soruyor Mük.
- Çok büyük bir derdim var Mük. Diyorum.
Anlatıyorum ona tüm hikayeyi. Gülümseyerek dinliyor beni. Avukat-müvekkil ilişkisi gibi Patron-Asistan ilişkimiz var ve gizliliğine yüzde yüz eminim. Fakat bundan emin olmam beni AIDS'den korumuyor.
- Sakin ol JC. Kızı zum yaparız bir şekilde. Set kurarız. Diyor.
- Ah, umarım senin kadar tanıyorumdur o sürtüğü. Diye bitiriyorum diyaloğu.
Sonra AJ yeni kız arkadaşı ile masamıza geliyor da, sohbet bölünüyor.
Unutmak güzel bir şey. Unutmak olmasa idi bu çağda yaşayamazdık. Unutmayın bunu.
27 Şubat 2010 Cumartesi
gecenin körü?
Şu tünel ve ışık rüyasını görüyorum, ışığa kavuşunca bir süre beyazlığın içinde dolanıp sıkılıyorum ve uyanıyorum. Yanımda birisi var:
- Kim var orada? Diye soruyorum karanlığa doğru.
- Mhmpfff. Diye bir cevap geliyor.
Işığı yakıp bakıyorum, orta boy bir havuz büyüklüğündeki yatağımın üzerinde Mük ve Estel.
- Sizin ne işiniz var burada? Diye soruyorum Mük'e.
Makyajlı haline bakılırsa Cuma gecesindeyiz halen.
Cevapsız bir şekilde geri yatıyorum. Salonda da muhtemelen AJ var.
26 Şubat 2010 Cuma
ağzımda toplantı
Karşımda Sümüklü Zerrin'i buluyorum ajansa girer girmez.
- Bir an gelmeyeceksin ve içerideki şu zibidilerle canım sıkılacak diye düşündüm. Diyor bana.
- Çok meşguldüm. Diyorum bahane olarak. Sanki 'neden aramadın' diye soruldu bana!
Kreatif direktör hergelesinin gözleri Zerrin'in klevaja takılmış şekilde toplantı yapıyoruz. Yeni bir yazar bulmuş AJ'ler, fena değil gibi görünüyor. Bu yaşta kendine bu kadar güveni olan bireylere rastlanmıyor artık. 35-40 sonrası kendini bulan reklam yöneticilerinin 'genç yetenek' diye yıllarca düdükleyip sonra tüm hevesini aldıktan sonra saldıkları yeni yetme çocuklar bunlar mı, diye düşünüyorum toplantı boyunca.
Toplantı çıkışında AG sürtüğünü yakalıyorum:
- Ağzından bir kelime kaçırırsan ve başkalarına bahsedersen bu işten kukuna beton döktürürüm, çok ciddiyim. Diyorum. (Acaba bir de ganster filmi mi çeksek hazır el atmışken, diye düşünüyorum birkaç saniye)
- Bunun için bir geceni bana ayırman gerekiyor canım. Diyor.
Büyük tehdit bu! Ama göğüslemem lazım:
- Sana randevuyu verene kadar ağzını açma. Diyerek Sümüklü Zerrin'e dönüyorum. 'Öğle yemeği?'
- Harika olur, diyerek benimle odayı terk ediyor. Arkamızda 'mutlu' bir AG bırakarak çıkıyoruz.
25 Şubat 2010 Perşembe
ışık ve tren

Şu ışık ve tünel rüyasını yine gördüm. Israrla aynı rüyayı görmemin bir sebebi olarak çoktandır tren yolculuğuna çıkmadığımı düşünüyorum. Şey, belki de hayatımda hiç trene binmedim sanırım.
credit: SuperKwast
24 Şubat 2010 Çarşamba
gizlilik
Estel'le ilgili acaba yanılıyor muyum diye düşündüren olay gerçekleşiyor: AG'ye filmden bahsetmiş ve AG beni arıyor. Mük, AJ ve ben, akşam yemeği yerken geliyor bu telefon:
- Ne var AG? Sana akşam beni ofiste göremiyorsan arama dememiş miydim?
- JC bebeğim, süper işler hazırlıyormuşsun. Estel bahsetti bu akşam bana biraz. Sen de oynuyorsan içinde, ben de bir rol rica edeceğim senden.
- Biz seni ararız AG. Hadi bay. Diyerek kapatıyorum telefonu.
Masadakilere dönüp:
- Dedikodu sütunlarına düşüyoruz. Çok az kaldı ve hatta belki de bu cümleyi size söylerken çoktan düşmüş bile olabiliriz. Diyorum.
23 Şubat 2010 Salı
clean
Casting işi için yeni fikirler attık ortaya. Bu filmin Türkiye'de kullanılmayacağını ve hatta oyuncu istemezse gerçekten oldukça farklı bir tip ile görünebileceğini yani patronlarını bırak kendi ailelerinden bile kimsenin onları tanımayacağını garanti etmemiz gerekiyor.
Fakat bunu yapmamamıza rağmen gelen başvurular bana 'acaba Türkiye reklam sektörü gerçekten ilerlemiş mi' diye düşündürtüyor.
Hani daha önce demiştik; bir ülkenin p0rn endüstrisi ne kadar ileriyse, reklam sektörü de o kadar ileridir diye. Elbette yerel Amerikan reklamcılığını hesaba katmıyoruz. Hollanda'da da boktan işler yapanlar var tabii ki.
22 Şubat 2010 Pazartesi
casting call
'Bakma böyle havalı göründüğüme, elime bir erkek eli değmeyeli neredeyse bir yıl oldu' mu yazmalı yoksa 'elime bir erkek eli değmeyeli neredeyse bir yıl oldu' mu yazmalı diye düşüyorum.
Havalı bir kadın olduğunu zaten izleyici görüyor. O halde, atabiliriz. Sinema da basitleştirme sanatı olmalıdır öyle değil mi?
Yazarlık işinden zevk almaya başlıyorum.
Halbuki reklam ajanslarında bu öyle değildir çünkü 'filminizi' yazdıktan sonra da üzerine bir elli kişi boşalır ve her boşalma sonrasında bir düzelti önerisi verir, birkaç ekleme yapar, bir yorum bırakır. Artık size ait olmayan bir kadına bakarak 'zevk vermiyorsun bana' diyebilirsiniz. Çok haklısınız.
Fakat bu benim filmim ve kimsenin önerisi, eleştirisi, yorumu umrumda bile değil.
- Sence nasıl yazayım JC? Diye soruyor içeriden mükemmel asistanım.
- Neyi?
- Sesli bir şekilde soramam, IM'ine bak. Diyor.
'Her şeye uyarım diyen pornografik aktrisler aranıyor' mu yazayım? Diyen soru ekrandan bana bakıyor.
Casting için çalışmalara daha önce başlamıştık. Arkadaşlık sitelerinde yetenek avcılığı yapıyordu Mük bir süredir. Casting direktörümüz kendisi. Estel'le birlikte. Ah bu ilana cevap verecek kızların yerinde olmak isterdim. Karşında en fazla selülitli pörsük pavyon parçaları görmeyi beklerken (ki bu en iyi ihtimal genelde kıllı bıyıklı iğrenç Türk tipleri bulma ihtimalini hesaba katarlar) first class hatunlarla karşılaştığı zaman işin ciddiyetini kirpiklerine kadar hissedecekler.
Uluslararası bir fame'den söz ediyoruz burada.
20 Şubat 2010 Cumartesi
bugün 20 mart
Siz hiç, bir ithalatçı firma yöneticilerinden birinin işteki tersliklere bozulup, bağıra çağıra istifa ettiğini ve bunun ardından yüzlerce kişinin de bunu internete taşıdığını ve bu alan üzerine yayın yapan dergilerin, şunların bunların bu olay üzerine dedikodular çevirdiğini duydunuz mu?
Duymazsınız çünkü bu kimsenin sykynde değildir.
Giriş paragrafındaki 'ihtalatçı firma' lafını 'bir reklam ajansı' olarak değiştirdiğiniz zaman olay farklı mı oluyor? Muhtemelen. Fakat yine de kimsenin sykynde olmadığını söyleyebilirim.
Reklam çoğu insana kocaman bir otuz1 malzemesidir.
Bu blog da benim malzemem. Tamam mı? Hadi dağılın.
19 Şubat 2010 Cuma
üfle
Günümü Cuma akşamı programları ile geçireceğimi düşünürken neredeyse akşama kadar telefonda geçiriyorum. Kreatif direktör neden gitmiş? Neler olmuş? Benim yüzümden miymiş gerçekten?
Dedikodu akışı sağlamak için üfleyen insanlar. Mail grubuna düşen 'imalı anlatımlar', twitter'da geçen diyaloglar ve tüm abartılı yorumlar. Bir tane de ben gireyim diyorum veeeeee, 'Art direktör, müştem grubunun başındaki hatun için eski ajansından ayrıldığını ve orada-burada çok büyük bir transfer ile gittiğini haber yaptırarak bu ajansa geçtiğini' yazıyorum. Ve ekliyorum: 'Halbuki önceki ajansından daha az bir paraya çalışıyormuş ve önceki ajansındaki sevgilisi olan junior art direktörü müştem grubunun yakışıklısına kaptırdığı için o ajanstan ayrılmak istemiş' diye fabrike ediyorum.
Herifin buradan önce hangi ajansta çalıştığını bile bilmiyorum halbuki.
Ve işin garibi, benim tamamen götümden uydurduğum hikaye doğru çıkıyor. Tek bir düzelti var hiç tanımadığım birinden geliyor: 'O kız junior art direktör değildi, junior yazarlardan biriydi' diye.
Woooooow. Kendime bayılıyorum.
18 Şubat 2010 Perşembe
ik krizi
BB odama geliyor. Uzun zamandır görüşemedik demeye. Ayrıca belki de vermek istediği mesajlar vardır.
Ben bir gün önceki konu üzerinde eklemeler yapıyorum: Reklamcılık üzerine büyük prodüksiyonlar, hikayeler neden bu kadar az diye sıraladığım maddeler. Bir yenisini daha ekliyorum, reklam ajansı içinde çalışanlar o kadar düşünmekten uzaklaşmıştır ki artık, bir hikaye yazmak için bile vakit ayıramazlar. Yani p0rn endüstrisi için üç dakikalık seks sahneleri çekmeye odaklanmış bir prodüksiyon şirketinin uzun metrajlı bir işe kafasını odaklayamaması gibi.
BB'nin suratına bakarken aklıma üç tane fikir geliyor. Birini hemen uygulamalıyım:
- AJ? Sanırım şu tekdüzelik problemi dediğin şeyi çözdüm. Neden bir hikayeye odaklanıyoruz ki, yüzlerce hikayeye odaklanalım ha? Tamam sonra konuşuruz. Deyip kapatıyorum.
İkincisi, bu yüzlerce hikaye arasında BB'den aldığım ilhamla yazacağım en az on beş hikaye daha olacak. Üçüncüsü ise BB'yi son zamanlarda gerçekten ihmal ettiğim fikri.
- Boşanma süreci tamamen bitti JC. Artık bekar bir kadınım. Diyor mutlulukla.
- Harika, o zaman bunu kutlayalım. Brooklyn Köprüsü'nün Altı tam bize göre. Diyorum.
- Wat evır. Diyor.
17 Şubat 2010 Çarşamba
hergelen
Art direktör hergelesi geliyor yanıma:
- Ne iş yaptığımı yerinde incelemeye mi geldin? Diye soruyorum.
- Şunu bil ki, akıl oyunların benim üzerimde işlemez demeye geldim. Diyor.
WOW. Kendimi ihtiras-entrikalar-iktidar üçgeni içinde geçen bir dizinin setinde hissettim.
Reklamcılık üzerine büyük prodüksiyonlar neden yoktur biliyor musunuz? Birincisi reklam ajansı içinde çalışması gereken insanlar orada çalışmaz da o yüzden, ikincisi reklamın içinde dramatize edecek bir şey yoktur hikaye olarak. Fakat bu herif sanırım buna gerçekten çok yaklaştı. Mad-men de işte bunu başardığı için sektörün dışındaki insanlar tarafından bu kadar ilgi çekti.
16 Şubat 2010 Salı
Yazışma araştırma soruşturma
Patronun odasındayız. Çoğul eki kullanma sebebimi açıklamayacağım.
Konu dünkü yazışmamız. Daha doğrusu bir mail ve bir cevaptan oluşan yazışma. Buna yazışma denirse. Ona araştırma denirse, şu anki şeye de soruşturma diyebiliriz.
- Biliyorum ki bu ajans çok sık şekilde kreatif direktör değiştirip duruyor ama bunlardan kaçı benim suçumdur? Diye soruyorum ortaya.
Patron bu konuşmanın sonunda ne olacağından çok emin bir şekilde yine masadaki kurabiyelerle oynayıp duruyor. Kimseden ses gelmeyince, devam etme ihtiyacı hissediyorum.
- Ayrıca geçen seferki toplantıda art direktör hergelesi benim bu ajansta ne işe yaradığımı sorduğu için gidip istifa mektubu falan vermedim.
AG sürtüğüyle göz göze geliyorum. Elini gömleğinden içeri sokmuş göğsüyle oynuyor ve yiyecekmiş gibi bana bakıyor. Ben yine devam ediyorum:
- Burası bir reklam ajansı değil mi? İnsanlar her şeyi niye kişiselleştiriyor?
Bu sefer de stratejik planlamadan sorumlu herifle göz göze geliyorum. 'Bu sefer ağzına sıçtık senin' dermiş gibi bakıyor suratıma. Ben yine konuşmaya devam etme zorunluluğu hissediyorum kendimde:
- Eğer gerçekten birileri bir boku benim yüzümden beceremiyorsa, ben gideyim, herkes keyfine baksın. Diyorum.
Herifin gözleri ışıldıyor. Penaltı kazanmış bir takım oyuncusu gibi, penaltıyı direkt olarak gole çevireceği için seviniyor.
Patron ağzını açıp durumun bununla ilgili olmadığını söylediği anda penaltıyı kaçırmış bir takım oyuncusu gibi yıkılıyor.
- Bence sen söylenmesi gereken şeyleri söylemişsin o zaman JC. Diyor patron. Eğer bunları bir kişi bile söylemeyecekse, kreatif direktör ve art direktör cuntası altında devam edecek anlamına gelir bu ajans. Halbuki burası ordu değil, bir reklam ajansı.
Art direktör hergelesi lafa giriyor:
- O zaman kreatif direktörümüzü kayıp mı ettik? Diye soruyor hiçbir şeyi üzerine alınmadan.
- BB. İş yine sana düşüyor. Kaçıncı kreatif direktörümüzü arıyoruz? Diye soruyor patron.
- Bilmem, ben sayamadım artık. Diye cevap veriyor BB.
- Global bir ajansa yakışmayacak kadar çok. Diye ekliyor stratejik planlamadan sorumlu herif.
- O zaman şimdiye kadarkiler de global bir ajansa yakışmayacak tiplermiş. Diye kapatıyorum lafı.
Biliyor musunuz, azıcık da olsa kendimi suçlu hissetmiyorum.
15 Şubat 2010 Pazartesi
Araştırma deme bana Corç. Araştırma deme! Araştıracağım.
Bir gün önce harika sahneler yazıp da geldiğiniz yer bir reklam ajansı ise…
Sanırım bir satış ofisinden daha güzel bir şeymiş gibi görünebilir ama inanın, reklam ajansı ile satış ofisi veya kargo şubesi arasında bir fark yoktur aslında. Hepsi de içindeki insanlarla oluşmuş kümelerdir.
Masanın üzerine stratejik planlamadan bir dosya bırakılmış. Mük'ü çağırıp dosyayı açtırıyorum. Mük okumaya ve benim için değerlendirmeye başlıyor:
- Çeşitli pazar araştırmaları yapılmış. Diye özetliyor.
Maillerime bakarken kreatif direktörden gelmiş mail ile bu dosya birleştiği zaman, kafamda şöyle bir sentez oluşuyor:
- Geçen haftaki toplantıda yaptığın tüm itirazları, bilimsel araştırmalar sonrasında elde ettiğimiz bulgular olduğu için ignore ediyoruz.
Reply all düğmesine basıp hemen cevaplıyorum:
- Gerizekalı herif. Bana araştırmalar diyerek gelme. Gelirsen senin titrin kreatif direktör değil, bilimsel direktör olur ki burada yaptığımızın tam olarak bilim olduğundan bile şüpheliyim. Her boku bilimle halledebilseydi bu dünya, kreatif direktörler de senin mezun olduğun salak okullardan gelenlerden değil de, mühendislik bölümlerinden seçilirdi et kafalı!
Mail gider gitmez telefonlar çalmaya başlıyor. İlkinin kim olduğunu merak ederek açıyorum. Ötekisini de Mük açıyor.
- JC beni manyak tahrik ediyorsun, toplantı odasında sevişelim mi?
Elbette telefonun kimden geldiğini belirtmeye gerek yok. Ben AJ'nin odasına gidip şu film üzerine düşüncelerimi açıklayayım.
14 Şubat 2010 Pazar
sevgililer günü neden çoğul
- Bir sevgililer gününü daha sevgilisiz geçirdim JC. Diyor Mük.
- Estel'le aranızda bir şeyler var sanıyordum. Diyorum.
- Henüz tanışma evresindeyiz. Diye düzeltiyor beni.
Estel odaya giriyor:
- Haydi kaldığımız yerden devam ediyoruz. Diyerek bizi tekrar bilgisayar başına alıyor.
Bu işten herkes zevk alıyor.
Eminim siz de alırdınız hikayemizi okuyabilseydiniz.
13 Şubat 2010 Cumartesi
p0rn yazmak
Dünkü toplantıdan çıktıktan sonra AG sürtüğü odamda soluğu aldı. Beni anlıyormuş, haklıymışım, zaten o art direktör de işe yaramazın tekiymiş, AG' ile aramızdaki ilişkiden dolayı bana gıcık oluyormuşmuş…
- Haaw. Diye sustuyorum AG sürtüğünü. 'Aramızdaki ilişki?'
- Herif bana aşık JC. Diyor. Dediklerine göre sadece ben bu ajanstayım diye öteki ajansında aldığı para karşılığı burada çalışmayı kabul etmiş. Diyor.
Vay be sevgili okurlar: Dünyanın neden bu kadar saçma bir yer olduğunu her dakika anlayabilirsiniz bu hikayelerle.
- AG git şu herifle evlen ve yeryüzünde en sona kalan insanlar sen ve ben olsak da önce seni öldüreceğimi ve ondan sonra intihar edeceğimi, bunun da, ben intihar edersem senin benim üzerimde nekrofili yapacağını düşündüğüm için bu sıralamada gerçekleştiğini anlat. Diyerek bitiriyorum.
Mük geliyor, Cuma akşamı olduğunu hatırlatıyor bana ve akşam için film yazımı gecesi yapacağımızı söylüyor.
Bilgisayarlarımızın başına geçip çeşitli karakterlere bürünerek, kağıt üstünde p0rn yazıyoruz.
Harika bir Cuma akşamı.
12 Şubat 2010 Cuma
Mizah dergileri ve reklamcılık
Şu mizah dergilerinden birini elime alıp inceliyorum toplantıda. Bir kreatif direktör, yanında bir sülük yazarı, onun yanında sülük yazarın partneri olan 'grafikeri' ve benim neden toplantıda bir mizah dergisi ile oynaştığımı merak eden serseri art direktör. Müşteri tarafını saymadan olmaz, AG sürtüğü, evlendiği için son aylarda çok heyecanlı göründüğünden şu anda kokain krizine girmiş gibi sıkıntılı görünen Miranda ve tek güzel görüntü: Estel. Neyse ki AG sürtüğünü art direktör ile kreatif direktör arasında bıraktım da, en fazla masa altından onlara hand-job yapıyordur. Böylece ben rahatım.
Mizah dergilerinini düşünüyorum. Kargacık burgacık yazıları okuyup kendine bir parça gülecek malzeme arayan okurlar için çıkartılıyor. Peki neredeyse her şey şekil şartlarını yerine getiriyor da bu karikatüristler bunu neden daha güzel görünen bir hale getirmiyor? Reklamcılık üzerine çıkartılan her yayında neredeyse bir 'görüntü kaygısı' varken, mizah dergilerinin bu kadar rahat ve saman kağıt üzerinde olmasını çözmeye odaklanıyorum şu anda. Reklamla mizah arasında bir ilişki yakalamaya çalışıyorum burada!
- Sen ne dersin JC? Diye biri sorduğu için düşüncelerimden kopuyorum.
- Neyle ilgili? Diye sorarak vakit kazanıyorum. Her toplantıda işe yarayan cümlelerimden hangisini seçsem diye düşünüyorum.
- Şu geçiş dönemi işleri ile ilgili. Diyor AG sürtüğü.
- Bunlar çok cafcaflı. Bence daha sade şeyler olması gerekir. Diyorum.
Art Direktor kılıklısı bozuluyor. E tabi, o kadar uğraşıp kendince sanat yapmış ve ben 'daha sade olmalı' diyorum. Bozulmaz mı. Üstelik iBey'den başka art direktörle anlaşabildiğim görülmemişken…
- Bu herif ne anlar ki, toplantıda mizah dergisi okuyor. Diye araya giriyor hergele. İşte, araştırma yapabileceğim bir adam.
Dergiyi ona uzatıp soruyorum:
- Sence bu görüntüler sade mi? Yoksa bunu herhangi bir insanın okumasını ya da bakmasını sağlayabilecek estetiğe sahip mi? Gülmek ya da eğlenmek gibi bir motivasyonun olmasa, buna bakar mısın?
- Ne ilgisi var? Diye soruyor.
Bir süre hiçbir şey demeden dergiyi onlara tutuyorum. Kargacık burgacık ve çok farklı tarzda karikatüristlerin çizim stilleri ile karışmış sayfaları onlara gösteriyorum.
- Buna bakan insanların bir motivasyonu var çünkü bu estetiksizlik yıllardır mizah olarak adlandırılmış. İstersen her yazıyı ters bas, insanlar beklentileri ile bunu okuyacaklar. Fakat senin şu ilanların 'ben art direktörüme ödül getireceğim, herkes okumasa da olur' havasından başka hiçbir şey söylemiyor bana. Eğlenmeyeceksem, neden okuyayım? Estetiği düzgün olduğu için, neden bakayım? Zira bundan çevrede yüzlercesini görebilirsin ayrıca onlarda 'kadın' var, buradaki kıllı herif kimin umrunda?
- Syktyrsyn bu herif. Zaten ne işe yaradığını çözebilmiş değilim bunun.
Polemiğe fazla girdiğimi hissederek kreatif direktöre dönüyorum:
- Strateji… diye cümleye başladığı anda sustuyorum adamı.
- Bunun ne olduğunu, yaşlı bir adam anlamadıkça… Ne anlamı var. Deyip kaçıyorum odadan.
11 Şubat 2010 Perşembe
Kağıt üstünde p0r-n
Duş alıp bilgisayarımın başına geçtiğim zaman daha iyi yazdığımı düşündüğüm için, eve girer girmez duşa gidiyorum. Estel ve Mük'ü başbaşa bırakarak.
Çıktığımda kızların boş durmadığını ve benim için minik bir film hikayesi yazdığını görüyorum.
Kağıdı elime veriyorlar.
Okumaya başlıyorum.
Okurken bile, sertleştiğimi hissediyorum, çaktırmamak için okumaya devam ederken sırtımı kızlara dönüyorum ama çok geç.
- JC, okurken bile seni yakaladığımızı görebiliyorum. Diyor Mük.
- Mük'le birlikte harikayız. Diyor Estel.
Sanırım yeni bir ilişki başlıyor. Zira.
10 Şubat 2010 Çarşamba
iBey n'aptı acaba?
iBey vardı bizim bi tane. N'aptı diye merak ediyorum.
En iyisi bilgiyi birkaç kaynaktan almaktır. Önce dedikodu hattına bağlanıyorum: Şakacı Kadın J.
- JC'ciğim, iBey ajansı açtı, birkaç müşteri aldı fakat devamı gelmedi. Şu anda eski karısının yanına yerleşti diye biliyorum.
- Bu kadar çabuk mu?
- Tatlım çabuk dediğin zaman diliminin bir buçuk sene olduğunu unutma.
- Voah o kadar olmuş mu…
iBey'i aramaya çekiniyorum. Mük'e bir şeyler yaptırayım bari. Mükemmel Asistan'lar bunun için var, değil mi?
- iBey telefonun diğer ucunda senin o güzel enerjine ihtiyacı varmış JC. Diyor Mük.
Bence rezalet bir telefon konuşması yaşıyoruz iBey'le. Sektörün puştluğundan girip, fiyat kıran hergelelere geliyoruz, sıfır liraya çalışan ajanslardan dem vuruyoruz.
- Akşama p0rn0 filmi yazacağım güya. Şu halimle çocuk tiyatrosuna bile fikir veremem Mük. Diyorum telefonu kapattıktan sonra.
- Seni akşamüstü bir cat-size paklar. Diye sesleniyor içeriden.
Estel dalıyor odaya ve 'naber' diye soruyor.
İçinde bulunduğumuz yüzyıla konsantrasyon çağı dememiz gerekiyor bence. Bir dakika önce ne yaptığımı bile unutmuş halde 'iyidir Estel, hiç p0rn seyreder misin' diye sorarak tamamen farklı bir ruh haline geçiyorum bile çoktan.
9 Şubat 2010 Salı
laptop fetişi
'Laptop fetişi' diye bir başlık atmışım ve saatlerdir tavanı seyrediyorum.
Bunu nereden mi biliyorum?
İnsanlar 'mükemmel asistanları' işte bu yüzden işe alıyor ve ben de zamanında bir tanesini almıştım. O söylüyor bana.
- Nihai yazar sen değilsin JC.
- Mükemmeli vermek istiyorum AJ'ye.
- Tatlım ben AJ'in de bunu yazabileceğinden şüpheliyim.
- Aa inan bana. P0rn filmden advertorial filmine kadar her şeyi yazar bu çocuk. Tamam belki ilk defa yazacak ama...
- Belki de yazmak için başka biri…
Mük haklı. Hikaye olacaksa ortada, onun kabasını çıkartmak yeterli. Ki, bu genre'nın izleyicileri hikayesizliğin içinde boğuldukları için osuruğa bile 'hikaye' deme cesaretini gösterebilecek kişiler.
Ben halen genre'nın gerekliliklerini yerine getirecek yenilikçi yaklaşımları alt alta sıralamakla uğraşıyorum.
- Akşam bana uğrasana Mük, şunu bir şekillendirelim.
Yüzünde gülücükler açmasını sağlayacak cümlenin bu olduğunu bilseydim en baştan söylerdim.
8 Şubat 2010 Pazartesi
7 Şubat 2010 Pazar
uçaktaki fransızlar ve aramızdaki fransızlar
Kucağımda bilgisayarım ile uçaktayım. Yanımda gece yorgunu bir fıstık var.
- Nasıldı? Diye soruyorum daha fazla merak edemeyerek.
- Sanırım Fransız kızları tipim değil. Diyor.
- Herhangi bir Fransız ürününün tipin olacağı fikrine nasıl sıcak baktığını anlamış değilim. Diyorum.
Yanımızdaki kadın rahatsız oluyor.
- İyi ki dün Fransızlar ve onların beceriksiz ordusu hakkında Fransızın birine verdiğim vaazı görmediniz. Diyorum yüksek sesle.
Sonra yaşlı morukun rahatsız olduğu şeyin Mük'ün 'Fransız kızları tipim değil' demesinden ötürü başka bir 'konu' hakkında olabileceğini düşünüyorum.
İşin tersi, sebep ikisi de olabilir!
- İçimizdeki Fransızlar. Diye mırıldanıyorum.
6 Şubat 2010 Cumartesi
parti ve tren
Dönüş yoluna geçmeden önce gece partiye götürüldük. Bisküvi ile karnını doyuran bir insana göre oldukça iyi partiliyorum. Kenarda dikilerek ve içerideki insanları izleyerek dünyanın hiçbir şekilde farklı olmadığını görebildiğim için mutluluk yaşadım. Kısa süreli mutluluk birkaç Fransız hergelesinin içeriye girmesi ile dağıldı. Baktım, Mük kendisine bir Fransız çıtırı ayarlamış 'ben odadayım, sabaha görüşürüz' diyerek odaya çıktım. Bisküvilerimi yedim. Bir kısmını sabah için sakladım ve uyudum.
Rüyamda bir tünel görüyorum. Tünelde ilerliyorum. Sonda bir ışık hüzmesi var ama... Tam olarak ne olduğunu çözemiyorum: Tren miyim yoksa bir kamera mı.
5 Şubat 2010 Cuma
bisküvi dünyanın en önemli yiyeceğidir. düşünsenize, savaş çıksa ne yiyeceğiz!
Cebimi bisküvi doldurarak toplantının yapılacağı salona gidiyorum. Neyse ki Türkiye'den gelen sadece biz varmışız yoksa bizim beceriksizler Fransız kızlarına asılmayı beceremeyip, benim yanımdaki fıstığa asılmayı tercih ederlerdi.
- Çok gerginsin JC. Rahatla biraz. Diyor Mük.
- Fransız topraklarında yaz modumu sergilememi bekleme benden Mük. Bekleme benden.
Salondaki kahveleri alıp cebimdeki bisküvilerimle sabah kahvaltımı yapıyorum.
- Güne hazırım.
Abuk sabuk görüşmeler, konuşmalar. Halen burada ne işimiz olduğunu anlamış değilim. Yeni bir yarışma mı? Yeni bir festival mi? Yoksa ajansı mı satıyoruz? Ciddi bir şey olsaydı beni göndermezlerdi diye düşünerek arkama yaslanıyorum.
Peki ya kendimi rezil etmem için gönderildiysem buraya?
Neden olmasın.
Ah politika!
4 Şubat 2010 Perşembe
bisküvi
Bisküvi ile besleniyorum dünden beri. Bu lanet Fransız topraklarında, mutfakta hazırlanmış hiçbir şeyi ağzıma sokmam!
Mük ile girdiğimiz markette Fransız yapımı olmayan bisküvileri bulmak için de baya uzun bir zaman kaybettik. Amerikan atıştırmalıkları olmasa n'apardım bilmiyorum.
Midesiz Mük, neredeyse gittiğimiz her yerde bir şeylerin tadına bakıyor.
Sadece kahve ve bisküvi ile geçireceğim iki günün ilk saatleri oldukça kötü gidiyor.
Kafede kahve içerken ayağıma takılıp düşecek gibi olan Fransız tiplemesine de güzel bir küfür savuruyorum. Türkçe. Fransızca konuşmaya başlayınca da Fransız ordusuna söven İngilizce bir küfür ediyorum. Özet olarak 'zaten yürümeyi bilseydiniz, Almanlara domalmazdınız' gibisinden bir şeyler diyorum.
Pis Fransızlar.
3 Şubat 2010 Çarşamba
black suits are watching you
Havaalanındayız. Üzerimde gayet de Hawaii'ye gidermiş gibi çiçekli bir gömlek, bol bir şort, sandalet ve güneş gözlüğü var. Kafamdaki balıkçı şapkasını da unutmayayım. Amazon'dan 12 dolara almıştım.
Mük ise halen benim neden bu şekilde giyindiğime dair sorular soruyor.
Ona sadece 'sus' diyorum. Tadını çıkar. Birlikte çıktığımız ilk yurtdışı seyahati değil mi bu?
Evet.
O zaman? Kendini JC'nin global dolaşımına bırak!
Mük'ün ciddi giyimine bakarak arada bir ürkmüyor da değilim. Yoksa gayet reklam dışı bir iş için mi çıkıyoruz diye şüphelenmeye başlıyorum.
Birkaç saat sonra Paris'teyiz.
Uçağa bineceğimiz andan itibaren nereye gideceğimizi bildiğim için ağzıma gelen tüm Türkçe küfürleri sıralıyorum.
- Hangi zırtapoz tutuşturmuştu bu kağıdı senin eline Mük? Diye soruyorum ama söylediği ismin kim olduğuna dair hiçbir fikrim yok.
Sanırım şu ajansta yeni boy göstermeye başlayan takım elbiseli tayfasından bir tanesi.
- Peki madem o! Benim uzun zamandır dışarı çıkmadığımı nereden biliyor?
Bu heriflerin yeni çalışmaya başladıkları bir yerde ilk olarak diğer çalışanların sigorta, prim ve izin kayıtlarını ve bununla da yetinmeyip şirketin önceden yaptığı tüm sözleşmeleri incelediğinden şüpheleniyordum zaten hep.
Hani büyük birader takip edecekti bizi sadece? Bu heriflerin büyük oldukları tek yer; dünya kumaş tüketimi tablosunda kapladıkları yer.
2 Şubat 2010 Salı
Mük telefonda
Gece Mük arıyor:
- Hazırlanıyorsun değil mi JC'ciğim? Diye soruyor.
- Neye hazırlanıyor muyum? Diye soruyorum.
- Yarın sabah uçağımız var canım. Nereye gittiğini bilmeden çıkacağın bir yolculuk vardı hani.
Uzun bir sessizlik yaşıyoruz çünkü ben halen şu mekan sahiplerinin neden kendi mekanlarında manitalarıyla flörtöngözlük yaptıklarını düşünüyorum. Müşterilerin orada be kadın/adam!!!
- Oradasın JC. Nefes alıp verişini duyuyorum. Cümlesi ile düşüncelerim kesiliyor.
- Evet. Kiminle görüşüyordum? Diye soruyorum (tamamen hafıza tazelemek için)
- Ben Mük.
- Hah evet. Mükcüğüm lütfen bu akşam bana uğrayıp bavulumu da gideceğimiz yere göre hazırlar mısın acaba? Diyorum.
Uzun bir sessizlik yaşıyoruz yeniden.
- Bazen acaba seni çok mu ihmal ediyorum diye düşünüyordum JC. Diyor.
- Mümkündür. Ne yapman gerekiyordu da yapmadın?
- Mesela sana aynı zamanda bir bakıcı da lazım. Diyor.
- Geliyor musun, gelmiyor musun? Diyerek telefonu kapatıyorum. Elbette cevabı dinlemeden.
İşte ona bu yüzden 'Mükemmel Asistan' diyorum. Anlatabildim mi?
1 Şubat 2010 Pazartesi
pisuarlarda sadece erkek yıldızlar keşfedilir
Dün geceden beri aklımda şu dünkü kafe olayı var.
İnsanlardaki bu p0rn0 yıldızı güveni nereden geliyor bilmiyorum. Kendine güveni olması gereken insanlarda utangaçlık var, utangaçlık hissetmesi gereken insanlarda da porno yıldızı rahatlığı var.
Lütfen bu özgüveni nereden alıyorsanız fişinizi de yanınıza alarak oraya gidin (faturayı bulamıyor olsanız da gidin) ve onlara deyin ki:
- Lanet olsun ben bu lanet kıyafeti üzerimde taşıyamıyorum ve size fişi bulamıyor olmama rağmen size iade etmek istiyorum. Hangi lanet insana satmak isterseniz satın bu lanet p0rn0 yıldızı özgüveninizi.
İşte tam o sırada aklıma AG için harika bir kurs açma fikri geliyor: Kendinize 1 günde p0rn yıldızı özgüveni enjekte edin.
Pisuardayken aklıma bunun geliyor olması, bana şu özlü atasözünü de hatırlatıyor: Pisuar deyip geçme, nice p0rn yıldızı onun sayesinde keşfedilmiştir.
Bunların sadece erkek yıldızlar olduğunu düşünmek AG'ye çok koyacak. Challanger füzesini mi ateşlesem acaba?
30 Ocak 2010 Cumartesi
mekan sahipleri üzerine düşünceler
Bence mekan sahiplerinin flört işlerini göreceği özel kafeler olmalı. Müşterilerinin içeri giremediği yerlerden bahsediyorum.
Sadece 'bu piyasada çalışan mekan sahiplerinin' manitalarıyla, onların deyişiyle 'quality time' geçireceği yerlerden bahsediyorum.
Bu işi kendi mekanlarında yapmaya kalkışmaları ev sahibi çiftin cinsel ihtiyaçlarını misafirlerinin yanında karşılıyor olmasına benziyor. Feci. Hepsini görmek istemez insanlar.
Böyle bir cümleyi, sıklıkla gittiğiniz kafenin sahibini yan masada manitasıyla flörtöngöz bir halde gördüğünüz zaman şikayet kutusuna atmak üzere yazıyorsunuz ve sonra anlaşılmayacağını düşünerek vazgeçiyorsunuz ve blogunuza koymaya karar veriyorsunuz.
28 Ocak 2010 Perşembe
toplantıların en güzel kısmı dinlerken çizilen karikatürlerdir
Toplantılar toplantılar toplantılar!
AG'yle çekeceğimiz ilk p0rn filmin ilişkiler ağını çizerek geçiriyorum vakti. AG'nin neresine, kim/kimler giriyor çıkıyor. AG'yi nasıl iğrenç bir karakter olarak gösterebilirim bölümünü düşünüyorum aslında.
Toplantı silsilesinin en sonuncusu şöyle bitiyor:
- JC uzun süredir dışarılara çıkmıyordun, o yüzden buna sen gidiyorsun!
Elime bir sayfalık print out veriliyor.
Kağıdı hiç bakmadan Mük'e uzatıyorum:
- Lütfen burada yazan yerin/ülkenin/şehrin ismini söyleme bana. Sadece organize et. Gözümü orada açmak istiyorum.
27 Ocak 2010 Çarşamba
AG'den kurtulma operasyonu
Hayat seni beklemiyor. Yapacaklarını ne kadar ertelersen, başkaları onları yapıp seni ikinci sıraya düşürüyor.
AJ ile oturup dizideki şu her filmi ve albümü bilen kro korsancı karakterini çıkartıyoruz. DVD'ci Metin'den esinlendiğimizi düşünecekler sonra.
Şu aptal dizilerdeki karakterler yüzünden çıkarttığımız karakter sayısını ben de hatırlamıyorum.
- Çok yavaş gidiyoruz AJ. Diyorum.
- Bana bilmediğim bir şey söyle. Diyor.
Bir müddet AJ'nin bilmediği bir şey düşünüyorum.
- AG'nin geçen gün senin odanda… dememe kalmadan susturuyor beni.
- Biliyorum, biliyorum. Diyor.
- O halde bilmediğin bir şey bulamadım şimdilik. Diyorum.
- Gel istersen hızlı bir şekilde ajansı diziye çevirelim. Diyorum.
- Olmaz. Mad Men'den sonra yapmam böyle bir şeyi.
İşte o sırada aklıma AG ile p-rn film yapma fikri geliyor. Her ne kadar iğrensem de. Belki ondan bu şekilde kurtuluruz. Paris Hilltın'dan daha iyi oynayacağını düşünüyorum nedense.
26 Ocak 2010 Salı
savaş sonrası
Mük soruyor:
- Nasıl geçti?
JC cevaplıyor:
- Hafif yaralarla atlattım.
Dünkü mevzumuzdan bahsediyoruz. Gece 2 saat boyunca karşımda ilkokul arkadaşım olan, büyük bir firmanın başında Türk medya sektöründen geçen paranın yüzde bilmem kaçını harcayan şirkette, bu harcama kararını veren kadın, kocasından ayrıldığı için onunla dalga geçtiğimi ve aslında daha da derine inersek, tüm insanlar bir baltaya sap, bir evliliğe tuğla olmakla uğraşırken neden ilkokul arkadaşı bu salak çocuğun her şeyi hafife alarak yalanlar dünyasında yaşamaya çalıştığını anlamaya çalışıyor.
Bu konuşmaya şahit olan tip de kesin şöyle düşünüyordu: (Evet, öyle bir tip oldu. Rakip ajanstan.)
- Bu işleri demek bu şekilde elde tutuyorlar. Karıyı memnun et, akşam yemeklerinde işi bağla. Güzel iş valla. Bir de 'etek satar' diyorlardı. Demek ki 'etek alır' aynı zamanda. (Bu kadar sofistike düşüncelerle anlatabileceğini sanmam. Hani şu modern Türk edebiyatı okuyup da, onlara hayran kalan salak tiplerden. Köşe yazarı hayranları.)
Üstümde neyse ki ses kayıt cihazı taşımıyordum çünkü konuşmaları videoya almamak için kendimi zor tuttum. Yoksa çaktırmadan almış da olabilirim. Bilmiyorum. Önemli mi?
25 Ocak 2010 Pazartesi
Sümüklü Zerrin'e itiraflar
- Tamam itiraf ediyorum. Hayatım boyunca ne bir kere evlendim, ne evlenmeye bir milim yaklaştım, ve hatta biraz daha düşünürsek sanırım ben hiçbir nikah törenine de katılmadım. Bildiklerim tamamen filmlerdeki nikah sahneleri, bir sürü arkadaşın davet edildiği evde izlenen nikah videolarından ibaret. Yani bakire bir p*rno yıldızı olmayacağı gibi, benimkiler de uydurma.
Uzun bir sessizliğin ardından:
- Peki, güzel, itiraf ediyor olman güzel bir şey. Devam edelim. Diyor. (Sümüklü Zerrin'den bahsediyorum)
- Sana da yalan söylememin temellerini kurcalamak gerekirse, neden herkes benimle tanıştıktan on dakika sonra evlilik konularına giriyor acaba diye yaptığım bir araştırmanın sonucunda elde ettiğim bulgulara dayanıyor. Onlara evlilikten bahsedersen, insanlar konuya alışıyor hemen ve çok kısa sürede bu konuyu kapatabiliyor. Tamamen bu yüzden sana böyle bir palavra attım ama bilmiyordum senin matrimonial bir hastalık çektiğini.
Bu cümleleri kurarken arkada Elton John piyanosunun tuşlarına basarak romantik bir melodi veriyormuş gibi hissediyorum. Keşke JC FM müziğinin erişebildiği bir noktada yapıyor olsaydık bu konuşmayı. Her an konuyu değiştirebilecek bir müzik çalmaya başlayabilirdi.
Zerrin gözlerimin içine bakıyor:
- Sen aklını yitirmişsin JC'ciğim. Biliyor musun?
Evet başlıyoruz.
Ben haricinde tüm dünya normal sevgili okurlarım. O yüzden siz gidin, başka yerleri okuyun. Normal şeyler onlar. Bunlar anormal. Hani sonra siz de benim gibi manyak falan olursunuz. İstemem.
22 Ocak 2010 Cuma
kimlikleri görelim
Mük'ün kız kardeşiyle tanışınca bir minik şok yaşıyorum.
Bizimkisi estetik harikası ya: Kız kardeşi bambaşka bir tip.
- Mük, kardeşinin bazen sevgilin olduğunu ve bana o şekile yutturmaya çalıştığını düşünüyorum. Demeden edemiyorum.
Masa üzerine iki tane nüfus kağıdı yığılıyor. Anne adı, baba adı aynı, doğum tarihleri uygun. Soyadlar tutuyor, nüfusun kayıtlı olduğu yerler tutuyor birbirini.
- Pes doğrusu derken, arkama yaslanıyorum. Bir puro çıkartıyorum cebimden.
- Bir dizi projeniz olduğundan bahsetti Mük, diyor kardeşi.
- A evet. Diyorum ve tüm geceyi bunun üzerinde konuşarak geçirmek üzere sohbete giriyorum.
Gece de böyle geçiyor. Bu şekilde Mük 'kızkardeşimi nereye götürsem acaba' sorunsalından kurtulmuş oluyor.
Şimdi diğer insanların dertlerine çözüm bulmam lazım.
21 Ocak 2010 Perşembe
gençlere part iki
Şimdi olan şu:
Burada reklam ajansı olmasından dolayı bir sürü insan toplanmış ve kendisini reklam ajansında çalışıyormuş hissi verecek her şeyin içerisine atıyor.
Dedikodular, birbirlerinin etleri ve reel sektörlerin onlara aktardıkları paralar ile besleniyorlar.
Bir gun bu para akışı damlamaya dönecek, birbirlerinin etlerini yemek yerine başkalarının etlerine merak salacaklar ve paranın olmadığı yerden dedikodu çekip gidecek ve yapacak hiçbir şeyleri olmayan, bir boka yaramayan insanlar olarak kalacaklar ortada. Bankacılar arasında da yaşanmıştı buna benzer şeyler.
Bu yüzden sevgili gençler. Kendinize sadece iş aramakla yetinmeyin. Biraz da zevkiniz ve bilginiz olsun. Seçtiğiniz meslek dalının tıkanma süresi, 90'lara göre daha hızlı olabilir.
JC'den gençlere nasihatler bölümünün ikincisini dinlediniz.
Dağılın şimdi.
20 Ocak 2010 Çarşamba
evren
Sümüklü Zerrin'le yemeğimiz beklediğimden ilginç geçti. Kocasını da yanında getirip içime baygınlık getireceğini düşünmüştüm halbuki.
Tek başına gelmiş.
Konuşmamız altıncı hislerimin ne kadar doğru olduğunu hatırlatarak başlıyor:
- JC, evliyim ama mutlu değilim. Boşanmayı düşünüyorum. Diyor elindeki çatalı masaya bırakırken.
Müşterisinden brief almaya hazırlanan bir dedektif gibi (70'li yıllar dedektifi) soruyorum:
- Çocuk var mı?
- Yok neyse ki. Diyor.
Bir süre ifadesiz, kıpırtısız, anlamsız bir sessizlikte oturmaya devam ediyorum.
- İzninle. Diyerek ayağa kalkıp lavaboya koşturuyorum.
Loş ışıklı koridorlardan geçerken niye lavaboya gittiğimi düşünüyorum. Sanırım biraz yalnızlığa ihtiyacım var.
Klozete oturup tavanı seyrediyorum, tuvalet kağıdını düzeltiyorum, yerlerin ne kadar temiz olduğuna bakıp 'acaba benim ev de bu kadar temiz midir' diye düşüncelere dalarak biraz uzaklaşmak istiyorum ama beceremiyorum. Soru kafamda hani şu yol kenarında dikilen devasa bayraklar gibi duruyor:
- Neden yıllar sonra karşılaştığın ilkokul arkadaşından yemek randevusu alıp, bunun bir noktasında tutup da 'boşanıyor' olduğunun bilgisini verirsin? Neden? Neden?
Kadınları anlamak güç. Zor. İmkansız. Anlamaya çalışmak ise gereksiz bir pazarlama faaliyeti. Pazar araştırmalarında götünden uyduracağın veriler dikmek için vakit geçirirken uğraştığın işlerden biri.
Kim söylemişti bana bu kızın benden hoşlanıyor olduğunu? Estel mi? Mük mü? Hatırlamıyorum bile.
Herhangi bir çözüm bulamadan sifonu çekip çok sevdiğim lavaboyu terk ediyorum.
- Nerede kalmıştık. Diyerek giriyorum sohbete.
İfadesiz bir suratla bana bakıyor:
- Beni daha fazla aşağılayamazdın. Kendimi burada bok gibi hissettim. Diyor.
- Aa şey, kusura bakma, akşam çıkarken yediğim lokmalar… Diye kıvırmaya çalışıyorum.
Kıvırılıyor. İfadesinde biraz düzelme oldu:
- Sana şunu sormak istiyorum, senin boşanma sürecin nasıl geçmişti? Dediği anda ben…
Bundan sonra uydurduğum tüm hikayeleri hatırlamak zorunda olduğumu hissediyorum.
Üzerimde bir de ses kayıt cihazı taşıyacağım demektir. Tamam.
Aldım mesajı sevgili evren.
19 Ocak 2010 Salı
dertler
Müşteri grubundaki hergelelerden biri kapıdan gelip:
- Akşam orci var JC, geliyor musun? Diye soruyor ve cevabımı bile almadan fırlıyor odadan dışarı.
Takım elbise giydikleri için biraz respect kazanmışlar.
- Doğru mu duydum ben? Diyerek içeriye geliyor Mük.
- Doğru duydun bebek. Zaten senin duyman için geldi o buraya. Onların yanında çişimi bile yapmayacağımı adı gibi biliyor. Fakat ben onun adını bilmiyorum. İyi mi?
İçim içimi yiyor, Mük bu konuda ne düşünüyor diye sorasım geliyor ama dilimi ısırıyorum sormamak için.
- Kızkardeşim geldi İstanbul'a. Sence onu nereye götürmeliyim? Diye soruyor bunun yerine.
- Senin kızkardeşin mi var mı? Diye soruyu geri gönderiyorum.
- Iyyy JC. Bu soruya soruyla cevap vermeler… Diyerek kalkıyor ve odadan çıkar gibi yapıyor.
O sırada dünyaya daha net bakabildiğimi fark ediyorum: Evet, herkesin bir derdi var.
Kiminki o akşamki orci, kimininki kız kardeşini nereye götüreceği, kimininki akşam iş çıkışı kime gideceği, kimininki akşam gidecek bir yerinin olmadığını herkeslerden gizleme isteği…
- Kim açtı şu Mark Knopfler'ı? (JC FM'de birisi What It Is için play'e bastı.)
Şu JC FM altyapısına, 'hangi şarkıyı kim çaldı' bilgisi eklemeyi o sırada akıl ediyorum.

