Sabahki sıkıcı toplantıdan döner dönmez Mük elime bir davetiye uzatıyor: 'Zırt ve Gırt evleniyorlar. Aramızda sizide görmek isteriz' yazıyor. Zırt ve Gırt isimleri lafın gelişi. Bu ikinci evlilik denemeleri. Uzun süredir birlikte olan iki arkadaşımız bunlar fakat ilk evlilik denemeleri enteresan bir şekilde nikah masasında başarısızlıkla sonuçlandı. İnat ettiler ve ikincisi için yeniden bir araya geldiler.
Davetiye üzerinde takıldığım nokta şu: Neden 'sizide' yazarken -de'yi ayırmamışlar? Bundan rahatsızlıklık duyacağını bildiğim için AJ'e davetiyeyi göstermeden düğünde yanımda olmasını istiyorum. Düğünler o kadar sıkıcı ve tehlikeli şeyler ki: Hiçbir şekilde birbirinden hoşlanmayan insanlar, sadece evlenmek adı altında bir araya gelmeyi deneyebilir. Evliliğe niyeti olmayan bir kız, beş dakika hoşlandığı için hayatı boyunca nefret edeceği bir adamla tanışıp bir sonraki nikah programını yapabilir. Ayrıca bir tehlikesi daha vardır, burada akşam mutlaka kendisini ispat etmek için kendisine ilgi duyan ilk kişinin hayatını bir geceliğine bile olsa zindan edecek kadın/erkek grupları bir araya gelebilir.
En çirkin kıyafetimi ve beyaz çoraplarımı giyerek düğüne katılacağım. Deodorant sürmediğimi ve düğünden iki gün önce de son duşumu aldığımı vurgulayayım. Bunları tamamen kendi mutluluğum için yapıyorum. Her seferinde. İnanın.
30 Kasım 2009 Pazartesi
27 Kasım 2009 Cuma
şükür
Bazı günler oturup da ciddi bir şekilde reklamın kreatif tarafında çalışmadığım için şükretme seansları düzenliyorum. Ajanstaki kreatiflerin halini gördükçe onlara bağış yapasım falan geliyor ama onlar kendilerini bu kreativite olayına o kadar vermiş durumdalar ki, aslında çok da paraya ihtiyaçları yok. Kendilerini öyle kandırıyorlar. Hani ben hiçbir zaman görmedim ki, maaşı arttıkça, satın alabildiği şeyler de çoğaldığı için kreativitesi artan bir kreatif eleman olsun. Dünyanın hiçbir yerinde yok!
26 Kasım 2009 Perşembe
japon bahçesi bitkileri ve ketfayt
Evdeki herkesi postaladıktan sonra minik Japon bahçeme geçerek bir sigara yakıyorum. Yazabilmek için öncelikle şiddetli bir gürültüye ve ardından gelen aşırı sessizliğe ihtiyacım var. AJ bunun arkasında şizofren kaynaklar arıyor ama hangimizde bir miligram bile olsa şizofreni yok ki? Hadi ama!
Bazı geceler o kadar sessiz oluyor ki -mesela bu gece- minik Japon bahçemdeki bitkilerin aralarında Japonca konuştuğunu duyar gibi oluyorum. Belki de onların konuşmasını istediğim için böyle algılıyor da olabilirim. Hani kadın kavgaları gibi. Ne alakası var demeyin, siz onların kavga ederken birbirlerini sevme ihtimali olduğu için öyle algılıyorsunuz. Yoksa ciddi ciddi kavga ediyorlar. Öldüresiye! Ben şimdiye kadar hiçbir kadına rastlamadım ki, 'biz aslında görsel malzeme olsun diye birbirimizle kavga ediyoruz' cümlesinin altına imza atsın. Mümkün değil. Açıkçası kadınların da umrunda değil bu görüntüler.
Konuyu çok fazla dağıtmadan yazdıklarıma getirmeyi isterdim fakat siz bunları dizi olarak izleyeceksiniz. Günü gelecek, o sahneleri benim yazdığımı bile fark etmeyeceksiniz, gün gelecek eski tv dizileri gibi bunu da unutacaksınız. İtiraf edin ki, en kıyak dizinizi unutmak için bile sadece bir seneye ihtiyacınız var ve bu da o kadar kısa bir zaman ki.
Bazı geceler o kadar sessiz oluyor ki -mesela bu gece- minik Japon bahçemdeki bitkilerin aralarında Japonca konuştuğunu duyar gibi oluyorum. Belki de onların konuşmasını istediğim için böyle algılıyor da olabilirim. Hani kadın kavgaları gibi. Ne alakası var demeyin, siz onların kavga ederken birbirlerini sevme ihtimali olduğu için öyle algılıyorsunuz. Yoksa ciddi ciddi kavga ediyorlar. Öldüresiye! Ben şimdiye kadar hiçbir kadına rastlamadım ki, 'biz aslında görsel malzeme olsun diye birbirimizle kavga ediyoruz' cümlesinin altına imza atsın. Mümkün değil. Açıkçası kadınların da umrunda değil bu görüntüler.
Konuyu çok fazla dağıtmadan yazdıklarıma getirmeyi isterdim fakat siz bunları dizi olarak izleyeceksiniz. Günü gelecek, o sahneleri benim yazdığımı bile fark etmeyeceksiniz, gün gelecek eski tv dizileri gibi bunu da unutacaksınız. İtiraf edin ki, en kıyak dizinizi unutmak için bile sadece bir seneye ihtiyacınız var ve bu da o kadar kısa bir zaman ki.
25 Kasım 2009 Çarşamba
teknoloji ve reklam (bu konuya da sık sık döneceğiz)
Hani şu teknolojiden medet umanlar var ya: Bitiyorum bu insanlara. Bunları dinlediğinizde fonda çalan müziğin aslında 'bir hit olmak üzere tasarlanmadığını' anlatırlar size: Yemek müziği. Ardından dünya çapında hit şarkı üretmek için formüller olduğuna ve hatta notaların öncelikle 'hit maker' adlı bilgisayar programına bir kere dinletilmesi gerektiğini düşünürsünüz.
Bu insanlar bir gün gerçekten 220 yıl yaşayacaklarını falan düşünürler ve nedense bu 220 yıllık buluşun kendileri ölmeden önce bulunup, paketlenip marketlerde satışa sunulacağını veya bir USB girişinden vücutlarına aktarılacağını düşünürler.
Küresel ısınma üzerine de garip bilgileri vardır ve hepsi 'bilimseldir'. Sakın yanlış anlamayın. Reklamcılar da en çok okunan, en çok izlenen reklam formülleri üretirler ve fakat bu formüller aynı zaman diliminde bir yerlerde varken, koskoca ajansların koskoca sıçışlardan kendilerini kurtaramadığı gerçeğini göz ardı ederler.
Son zamanlarda bu tipleri 'live' yakalayamıyorum. Genelde televizyonda banttan yayında falan yakalıyorum. Karşılarına geçip çok soru sorasım var. Bunlardan birkaç tanesi bizim ajansta çalışıyor ama nedense ben yanlarına geldiğimde susuyorlar. Ben de dedikodu sütunlarında 'geri kafalı' olarak bahsediliyorum.
Be adam! Madem bunun kuralları belli, o zaman neden 'strateji geliştireceğim' diye kıçını yırtıyorsun?
Haa, eğer 'bu bilgiler dünyada var fakat belirli bir zümrenin kullanımına açık bilgiler olarak İsviçre'de güvenli bir kasada saklanıyor' demeye devam ediyorsan, ben seni hiç kesmeyeyim, direkt olarak canlı yayına bağlayayım da, şu 220 yıllık ömrün boyunca izleyip eğlenecek kendine ait bir görüntün olsun bu dünyada. Hani yaşlanınca insanın stres sahibi olmaması gerekiyor ya... Ondan yani. Başka bir şeyden değil.
Bu insanlar bir gün gerçekten 220 yıl yaşayacaklarını falan düşünürler ve nedense bu 220 yıllık buluşun kendileri ölmeden önce bulunup, paketlenip marketlerde satışa sunulacağını veya bir USB girişinden vücutlarına aktarılacağını düşünürler.
Küresel ısınma üzerine de garip bilgileri vardır ve hepsi 'bilimseldir'. Sakın yanlış anlamayın. Reklamcılar da en çok okunan, en çok izlenen reklam formülleri üretirler ve fakat bu formüller aynı zaman diliminde bir yerlerde varken, koskoca ajansların koskoca sıçışlardan kendilerini kurtaramadığı gerçeğini göz ardı ederler.
Son zamanlarda bu tipleri 'live' yakalayamıyorum. Genelde televizyonda banttan yayında falan yakalıyorum. Karşılarına geçip çok soru sorasım var. Bunlardan birkaç tanesi bizim ajansta çalışıyor ama nedense ben yanlarına geldiğimde susuyorlar. Ben de dedikodu sütunlarında 'geri kafalı' olarak bahsediliyorum.
Be adam! Madem bunun kuralları belli, o zaman neden 'strateji geliştireceğim' diye kıçını yırtıyorsun?
Haa, eğer 'bu bilgiler dünyada var fakat belirli bir zümrenin kullanımına açık bilgiler olarak İsviçre'de güvenli bir kasada saklanıyor' demeye devam ediyorsan, ben seni hiç kesmeyeyim, direkt olarak canlı yayına bağlayayım da, şu 220 yıllık ömrün boyunca izleyip eğlenecek kendine ait bir görüntün olsun bu dünyada. Hani yaşlanınca insanın stres sahibi olmaması gerekiyor ya... Ondan yani. Başka bir şeyden değil.
24 Kasım 2009 Salı
google'a reklam veriyorlar. hadi bakalım. öyle böyle değil (!)
'Google'a reklam verelim' cümlesini duyduğumda kaşlarım çatılmıştı zaten. 'Neden ki?' diye düşündüm. 'Haydi belki destekleyici olabilir ama…' diye adamın beyninin içine girmiş oralarda 'nasıl manzaralar var acaba' diye gezinirken adam konuşmaya devam ediyordu:
- Şu anda dünyada milyarlarca insan her gün nereye bakıyor? Diye sorup kendi kendine cevabı vereceğini de belli ediyor: 'Google hepimizin baktığı yer olarak orada duruyor işte. Neden buraya ilan vermeyelim?'
Kaşlarım çatık duruyorum. Dönüp Mük'e 'bu ne toplantısıydı?' diye soruyorum. O benim yaşlandığımı düşünüyor olabilir fakat ben gerçekten bu cümleleri duymaktan bıktım. Birisi de 'tüm internet sitelerinde reklam çıkartmak istiyorsak bunu nasıl yapabiliriz?' diye sormuştu yıllar önce. Hadi o yıllar önce idi - cehalet mazur görülebilirdi - fakat şu anda masa takvimine bakıyorum ve 2009'u gösteriyor o kağıt parçası bana.
- Şimdiye kadar kimse bunu denemedi. Diyerek argümanlarına devam ediyor.
Koskoca adamsın. Diyorum içimden.
Bas emekliliğini, çek git. Diyorum.
Olmayan ilgimi de kaybettim artık. Düşünün ki sizin de ulaşmaya çalıştığınız kitle kafa olarak benimle aynı halde.
- Daha güzel bir öneride bulunayım mı? Diyorum dışımdan.
- (Heyecanlı bakışları ile bana dönüyor) Söyleyin JC Bey, diyor.
- Youtube'daki tüm videoları bir daha çekip, sizin logoyu da içine bir yerlere monte edelim ve tekrar Youtube'a yükleyelim mi? Ne dersiniz? Bunu da kimse denemedi. Gerçi biraz pahalı olur ama… Olsun.
Odadaki herkesi şaşkın bakışlar içerisinde bırakıp odadan çıkıyorum. Mük'ün kulağına 'lütfen bu toplantının devamında edilecek komik cümleleri de not edip twitter'dan basar mısın hepimizin mutluluğu için?' diye de ekliyorum.
Umarım müşteri tarafındaki kendini akıllı zannedenlerden biri kendi patronunun salak önerisini görmezden gelip benimle ilgili 'çok salak önerilerde bulunuyor' diyecek kadar işini ciddiye almıyordur.
Geçenlerde birisi de, yine bu kodamanlardan birinin 'internet ucuz olduğu için oraya da para harcıyoruz' dediğini söylemişti.
Hepsinin ortak yönleri şu idi: Saçları bembeyazdı ve kafaları kel falan değildi.
Sanırım gerçekten de akıllı başta saç durmuyor. Aynaya bakmak üzere ajansın lavabosuna giriyorum. Saçlarımı kontrol etmek üzereyken unisex lavaboda AG sürtüğünün eteğini yukarı çekmiş halde klozette otururken kapıyı kapatmamayı tercih ettiğini hatırlamak için geç kaldığımı fark ediyorum.
- Şu anda dünyada milyarlarca insan her gün nereye bakıyor? Diye sorup kendi kendine cevabı vereceğini de belli ediyor: 'Google hepimizin baktığı yer olarak orada duruyor işte. Neden buraya ilan vermeyelim?'
Kaşlarım çatık duruyorum. Dönüp Mük'e 'bu ne toplantısıydı?' diye soruyorum. O benim yaşlandığımı düşünüyor olabilir fakat ben gerçekten bu cümleleri duymaktan bıktım. Birisi de 'tüm internet sitelerinde reklam çıkartmak istiyorsak bunu nasıl yapabiliriz?' diye sormuştu yıllar önce. Hadi o yıllar önce idi - cehalet mazur görülebilirdi - fakat şu anda masa takvimine bakıyorum ve 2009'u gösteriyor o kağıt parçası bana.
- Şimdiye kadar kimse bunu denemedi. Diyerek argümanlarına devam ediyor.
Koskoca adamsın. Diyorum içimden.
Bas emekliliğini, çek git. Diyorum.
Olmayan ilgimi de kaybettim artık. Düşünün ki sizin de ulaşmaya çalıştığınız kitle kafa olarak benimle aynı halde.
- Daha güzel bir öneride bulunayım mı? Diyorum dışımdan.
- (Heyecanlı bakışları ile bana dönüyor) Söyleyin JC Bey, diyor.
- Youtube'daki tüm videoları bir daha çekip, sizin logoyu da içine bir yerlere monte edelim ve tekrar Youtube'a yükleyelim mi? Ne dersiniz? Bunu da kimse denemedi. Gerçi biraz pahalı olur ama… Olsun.
Odadaki herkesi şaşkın bakışlar içerisinde bırakıp odadan çıkıyorum. Mük'ün kulağına 'lütfen bu toplantının devamında edilecek komik cümleleri de not edip twitter'dan basar mısın hepimizin mutluluğu için?' diye de ekliyorum.
Umarım müşteri tarafındaki kendini akıllı zannedenlerden biri kendi patronunun salak önerisini görmezden gelip benimle ilgili 'çok salak önerilerde bulunuyor' diyecek kadar işini ciddiye almıyordur.
Geçenlerde birisi de, yine bu kodamanlardan birinin 'internet ucuz olduğu için oraya da para harcıyoruz' dediğini söylemişti.
Hepsinin ortak yönleri şu idi: Saçları bembeyazdı ve kafaları kel falan değildi.
Sanırım gerçekten de akıllı başta saç durmuyor. Aynaya bakmak üzere ajansın lavabosuna giriyorum. Saçlarımı kontrol etmek üzereyken unisex lavaboda AG sürtüğünün eteğini yukarı çekmiş halde klozette otururken kapıyı kapatmamayı tercih ettiğini hatırlamak için geç kaldığımı fark ediyorum.
23 Kasım 2009 Pazartesi
sıradan pazartesi
- …. You got, homeless people, with no food to eat….
JC FM'in sabah seansında bu şarkıyı açan kişi kimdir diye merak ederek güne başlıyorum. Salonda bangır bangır çalan radyoyu kapatmam uzun bir zaman alıyor.
Mutfak masasında bir adet Lucky Strike buluyorum. Kahveyi beklerken yakıyorum. İlk yudumu aldıktan sonra evin içine bakınıyorum. O sırada aklıma nedense şu yıllar önce gece ajanstan çıkıp eve dönerken 'ıssız adam' pozları ile yoldan hiç tanımadığı bir hatun kaldırdıktan sonra soyulan herifi hatırlıyorum. Ah bu reklamcılar. Ertesi gün gazeteye çıkarttığı ilanla birlikte kendi haberini de çıkartmayı hayalinde kuruyor muydu acaba? Eminim bu şekilde değildir.
Bu duygularla arabaya atlayıp ajansa gidiyorum. Asansöre binerken dokuzuncu kattaki kıza rastlıyorum. İçim rahatlıyor.
İnsanın kendisine böyle çok fazla samimiyeti olmamasına rağmen gördüğü zaman mutluluk duyduğu insanlar seçmesi güzel bir davranış. Emeklilikte yazmak üzere bir kişisel gelişim kitabı yazmayı da o sırada kafama not ediyorum ve bunu da bir madde olarak eklemeyi yanına yazıyorum.
Sırf bu büyünün kalkacağını düşündüğüm için yaklaşmıyorum bu kıza daha fazla. Aslında sadece bu kıza değil, daha birçok kıza. Onlar uzakta ve tek başlarına olmalılar sanki. Hani uzun zamandır bayılıp kafanda bir şekillere soktuğun insanla tanıştıktan üç dakika sonra hayallerinin gerçekten hayal olduğunu görüp yıkılmak gibi.
Biliyor musunuz? Bu teori yüzünden insanlar sadece ilk tanıştıkları sırada aşık olduğu insanlarla evlenmeyi tercih ediyorlar.
Tabi bu öyle bir zar ki… Ya altılı atıyorsun ya birli. Ha bir de öteki anlamı ile kullanırsak zarı: Ya hapşurunca patlar ya da bıçak batırsan bile delinmez. Öyle bir meret bu.
JC FM'in sabah seansında bu şarkıyı açan kişi kimdir diye merak ederek güne başlıyorum. Salonda bangır bangır çalan radyoyu kapatmam uzun bir zaman alıyor.
Mutfak masasında bir adet Lucky Strike buluyorum. Kahveyi beklerken yakıyorum. İlk yudumu aldıktan sonra evin içine bakınıyorum. O sırada aklıma nedense şu yıllar önce gece ajanstan çıkıp eve dönerken 'ıssız adam' pozları ile yoldan hiç tanımadığı bir hatun kaldırdıktan sonra soyulan herifi hatırlıyorum. Ah bu reklamcılar. Ertesi gün gazeteye çıkarttığı ilanla birlikte kendi haberini de çıkartmayı hayalinde kuruyor muydu acaba? Eminim bu şekilde değildir.
Bu duygularla arabaya atlayıp ajansa gidiyorum. Asansöre binerken dokuzuncu kattaki kıza rastlıyorum. İçim rahatlıyor.
İnsanın kendisine böyle çok fazla samimiyeti olmamasına rağmen gördüğü zaman mutluluk duyduğu insanlar seçmesi güzel bir davranış. Emeklilikte yazmak üzere bir kişisel gelişim kitabı yazmayı da o sırada kafama not ediyorum ve bunu da bir madde olarak eklemeyi yanına yazıyorum.
Sırf bu büyünün kalkacağını düşündüğüm için yaklaşmıyorum bu kıza daha fazla. Aslında sadece bu kıza değil, daha birçok kıza. Onlar uzakta ve tek başlarına olmalılar sanki. Hani uzun zamandır bayılıp kafanda bir şekillere soktuğun insanla tanıştıktan üç dakika sonra hayallerinin gerçekten hayal olduğunu görüp yıkılmak gibi.
Biliyor musunuz? Bu teori yüzünden insanlar sadece ilk tanıştıkları sırada aşık olduğu insanlarla evlenmeyi tercih ediyorlar.
Tabi bu öyle bir zar ki… Ya altılı atıyorsun ya birli. Ha bir de öteki anlamı ile kullanırsak zarı: Ya hapşurunca patlar ya da bıçak batırsan bile delinmez. Öyle bir meret bu.
22 Kasım 2009 Pazar
gizli
Pazar günümü blog yazmak için ayırdığıma bakarak hakkımda yargılara kapılmayın.
Aman, ne diyorum ben. Hayat yargılara kapılıp gitmekten başka bir şey değil zaten. Ne kadar aksini iddia eden insan olsa da böyle olacak herhalde.
Sitenin kafesindeki bayıldığım garson kız olmadığı için çoktandır uğramıyordum. O arada yeni bir kız başlamış işe. Servisi çok iyi. Muhabbet dersen tıkırında. Fakat o garson kıza karşı duyduğum ilgiyi kendimde göremiyorum.
Aloe Vera çıkıp geliyor.
- Yine markette hiç gazete kalmamış, diyor.
- (kıs kıs gülüyorum içimden) Gazeteler kadar gereksiz bir şey yoktur. Orman düşmanı. Diyorum dışımdan.
Sabah erken kalkıp marketteki tüm gazeteleri satın alıp geri dönüşüme gönderdiğimi Aloe Vera'nın nasıl hiç duymadığına şaşırıyorum. Sanırım insanların hakkımda bilmediği çok şey var ve bunu pekiştirmek için daha fazla blog yazmam ve onu gizlemem gerekiyor.
Ne demişler? İnsanların bir şeyi bulamamasını istiyorsanız onu gözlerinin önüne koyun. Aha işte o mantık.
Aman, ne diyorum ben. Hayat yargılara kapılıp gitmekten başka bir şey değil zaten. Ne kadar aksini iddia eden insan olsa da böyle olacak herhalde.
Sitenin kafesindeki bayıldığım garson kız olmadığı için çoktandır uğramıyordum. O arada yeni bir kız başlamış işe. Servisi çok iyi. Muhabbet dersen tıkırında. Fakat o garson kıza karşı duyduğum ilgiyi kendimde göremiyorum.
Aloe Vera çıkıp geliyor.
- Yine markette hiç gazete kalmamış, diyor.
- (kıs kıs gülüyorum içimden) Gazeteler kadar gereksiz bir şey yoktur. Orman düşmanı. Diyorum dışımdan.
Sabah erken kalkıp marketteki tüm gazeteleri satın alıp geri dönüşüme gönderdiğimi Aloe Vera'nın nasıl hiç duymadığına şaşırıyorum. Sanırım insanların hakkımda bilmediği çok şey var ve bunu pekiştirmek için daha fazla blog yazmam ve onu gizlemem gerekiyor.
Ne demişler? İnsanların bir şeyi bulamamasını istiyorsanız onu gözlerinin önüne koyun. Aha işte o mantık.
20 Kasım 2009 Cuma
müziksel sı.ış
AJ ile çoktandır müzik yapmadığımızı fark ediyorum. Atlayıp prova salonuna gidiyoruz. AJ facebook'tan duyurusunu öğlen saatlerinden itibaren yapmış olduğu için akşamki kalabalık fena değil. Yeni bir gitarist bulmuşlar. Onu da test etmiş oluruz.
İçki servisi başlıyor. Kafalar biraz daha toplanmaya başlıyor.
Bateristleri de fena değil. Biraz da gitar mı denesem acaba diyorum. Yeni çocuk beni hafiften gaza getiriyor. Anladığımız kadarıyla Van Halen'ımızın bir rakibe ihtiyacı var bu gece:
- Satriani değilim ama deneriz bir şeyler, diyorum.
Hung in a Bad Place'i deniyoruz. Bir iki deneme sonrası herkes rolünü benimsiyor ve mikrofondan duyurumuzu yapıp başlıyoruz. Ritim gitarda fena değilim bugün. Yeni çocuk baya iyi ama. Bilhassa soloyu duyduktan sonra bu hisse daha fazla kapıldım. Vokaldeki çocuk da iyiydi baya. Mikrofonu Liam gibi yüksekte tutup altına eğilerek söylemesi pek özgün bir adam hissi vermedi ama iyi bir imitasyondu.
- Nerede çalışıyosun? Diye soruyorum gitarist çocuğa ve cevap olarak hiç tahmin etmediğim bir yer söylüyor: Müşteri tarafında, üstelik marketing bile değil. Production adamı. Kesin mühendis!
O gece kendimi bateride de o kadar iyi hissetiyorum. Bir gün öncesindeki istatistik başarısızlığımı da hatırlayınca Cuma gecesi çekilmez bir hal alıyor.
Dikkatimi dağıtıp kendimi iyi hissetmek için Madam De Le Patronaj'ı da yanımıza alarak Mük'le birlikte takılmaya çıkıyoruz. Rock'tan çıkıp Eurodance'e atıyorum kendimi. Biliyorum. Tuhaf bir adamım ama hayatın zevklerinin çoğunun farkındayım.
İçki servisi başlıyor. Kafalar biraz daha toplanmaya başlıyor.
Bateristleri de fena değil. Biraz da gitar mı denesem acaba diyorum. Yeni çocuk beni hafiften gaza getiriyor. Anladığımız kadarıyla Van Halen'ımızın bir rakibe ihtiyacı var bu gece:
- Satriani değilim ama deneriz bir şeyler, diyorum.
Hung in a Bad Place'i deniyoruz. Bir iki deneme sonrası herkes rolünü benimsiyor ve mikrofondan duyurumuzu yapıp başlıyoruz. Ritim gitarda fena değilim bugün. Yeni çocuk baya iyi ama. Bilhassa soloyu duyduktan sonra bu hisse daha fazla kapıldım. Vokaldeki çocuk da iyiydi baya. Mikrofonu Liam gibi yüksekte tutup altına eğilerek söylemesi pek özgün bir adam hissi vermedi ama iyi bir imitasyondu.
- Nerede çalışıyosun? Diye soruyorum gitarist çocuğa ve cevap olarak hiç tahmin etmediğim bir yer söylüyor: Müşteri tarafında, üstelik marketing bile değil. Production adamı. Kesin mühendis!
O gece kendimi bateride de o kadar iyi hissetiyorum. Bir gün öncesindeki istatistik başarısızlığımı da hatırlayınca Cuma gecesi çekilmez bir hal alıyor.
Dikkatimi dağıtıp kendimi iyi hissetmek için Madam De Le Patronaj'ı da yanımıza alarak Mük'le birlikte takılmaya çıkıyoruz. Rock'tan çıkıp Eurodance'e atıyorum kendimi. Biliyorum. Tuhaf bir adamım ama hayatın zevklerinin çoğunun farkındayım.
19 Kasım 2009 Perşembe
istatistiksel sı.ış
Dün akşam beni zorla bir toplantıya soktular. Toplantıyı duyurmak için Estel'i göndermiş olması, AG'nin sürtüklükte ne kadar zirve yaptığını gösterdiği gibi aynı zamanda beğendiğim şeyleri nasıl da çabuk kaptığını gösteriyor. Neyse.
Toplantıda yanıma Estel'in düşmüş olması ise tamamen bir tesadüf.
Fısıltıyla konuşmak gerektiği zamanları nedense çok seviyorum. Estel'in mis gibi parfüm kokusunu içime çekerek ve yanağına dokunma ihtimaline heyecanlanarak zırt pırt bir şeyler söylüyorum.
Bu tip durumlarda karşı taraf ile aynı anda bir şey söylemek için birbirinize döndüğünüzde öpüşme ihtimali de vardır. Sanırım Estel de bunun farkında zira zırt pırt birbirimizin kulağına bir şeyler fısıldamaktan ötürü toplantının hangi konuda olduğundan bile haberdar değilim.
Toplantının sonunda ise artık fısıldaşmaya gerek kalmayan bir bölüm geliyor. AG Sürtüğü yerinden kalkıyor ve diyor ki:
- Sevgili Miranda'mız bu ay sonunda evleniyor. Diye açıklama yapıyor.
Kameram, Miranda'nın üzerine kayıyor:
- Kimle? Diye bağırıyorum.
Sesimin yüksek perdeden çıkmış olması 'benden başka kimseyle evlenemez' perdesi olarak algılanıyor ama sadık okurlarımın da bildiği gibi olay bu yüzden değil. O kızın kalbi bir başkasına ait ve o adamla evleniyor olma şansı, benim istatistiklerimle bakıldığında % 0 (yazıyla yüzde sıfır).
Bana ismi söylüyorlar.
- Bir dakika, diyerek odadan çıkıyorum.
Kreatif grubun odasına girerek, o çocuğa bakınıyorum. Görüyorum. Yanına gidip 'senin ismin ne?' diye soruyorum.
Çocuğun bana söylediği isim, toplantı odasında söylenen ismin aynısı.
- Holly Shit! Diyorum ve toplantı odasına dönmek yerine eve dönmeyi tercih ediyorum.
Evlilik konusu üzerine güzel bir chapter daha yazacağımı iliklerime kadar hissediyorum. Merakla bekleyiniz. Elbette bazı gözlemlerim doğru çıkmayabilir ama o maçtaki yenilgimi telafi edecek bir rövanş maçım her zaman olacaktır. Üstelik buradaki yenilgiden sadece sizin haberiniz var. Çaktırsanız da olur. Rövanş maçındaki oyunumu görünce hastır diyeceksiniz!
Toplantıda yanıma Estel'in düşmüş olması ise tamamen bir tesadüf.
Fısıltıyla konuşmak gerektiği zamanları nedense çok seviyorum. Estel'in mis gibi parfüm kokusunu içime çekerek ve yanağına dokunma ihtimaline heyecanlanarak zırt pırt bir şeyler söylüyorum.
Bu tip durumlarda karşı taraf ile aynı anda bir şey söylemek için birbirinize döndüğünüzde öpüşme ihtimali de vardır. Sanırım Estel de bunun farkında zira zırt pırt birbirimizin kulağına bir şeyler fısıldamaktan ötürü toplantının hangi konuda olduğundan bile haberdar değilim.
Toplantının sonunda ise artık fısıldaşmaya gerek kalmayan bir bölüm geliyor. AG Sürtüğü yerinden kalkıyor ve diyor ki:
- Sevgili Miranda'mız bu ay sonunda evleniyor. Diye açıklama yapıyor.
Kameram, Miranda'nın üzerine kayıyor:
- Kimle? Diye bağırıyorum.
Sesimin yüksek perdeden çıkmış olması 'benden başka kimseyle evlenemez' perdesi olarak algılanıyor ama sadık okurlarımın da bildiği gibi olay bu yüzden değil. O kızın kalbi bir başkasına ait ve o adamla evleniyor olma şansı, benim istatistiklerimle bakıldığında % 0 (yazıyla yüzde sıfır).
Bana ismi söylüyorlar.
- Bir dakika, diyerek odadan çıkıyorum.
Kreatif grubun odasına girerek, o çocuğa bakınıyorum. Görüyorum. Yanına gidip 'senin ismin ne?' diye soruyorum.
Çocuğun bana söylediği isim, toplantı odasında söylenen ismin aynısı.
- Holly Shit! Diyorum ve toplantı odasına dönmek yerine eve dönmeyi tercih ediyorum.
Evlilik konusu üzerine güzel bir chapter daha yazacağımı iliklerime kadar hissediyorum. Merakla bekleyiniz. Elbette bazı gözlemlerim doğru çıkmayabilir ama o maçtaki yenilgimi telafi edecek bir rövanş maçım her zaman olacaktır. Üstelik buradaki yenilgiden sadece sizin haberiniz var. Çaktırsanız da olur. Rövanş maçındaki oyunumu görünce hastır diyeceksiniz!
18 Kasım 2009 Çarşamba
dış ses ve iç ses
Acı verici bir deneyim kapıdan içeri giriyor. CJ kılıklısı.
- JC, diyor. Bana yardım etmen lazım.
- Gebermeden önce syktyr CJ, diyorum.
- Vı- dediği sırada susturuyorum tekrar ve:
- Benle yazılı iletişim kuracağına dair bir memo göndermiş olmam gerekiyor sana Mükemmel Asistanımla. Diyorum. Mümkün olduğu kadar snobiş hareketler ve ses tonu ile yapıyorum bunu.
Hani insanın kendi kafa sesi farklıdır ya. 'Acaba seslendirme yapmaya mı başlasam bu ses tonumla?' diye düşünüyorum bir an. Neyse ki bizim dizide oldukça fazla dış ses kullanımı yapacağız.
Evet! N'olmuş? 70'lerin 80'lerin ve 90'ların ürünleriyiz biz! Dış-ses bizim için harika bir enstrümandı. Ve bir gün herkes bizim bu on yıllarda yaptığımız ürünlerimizi beğenecek.
Ben bunları düşünürken CJ kılıklısı odamdan def olup gitmiş.
JC FM* çalmaya başlıyor alttan. Hangi DJ bu şarkı için play'e bastıysa artık: After Dark (Tito & Tarantula) Bu sahne için daha iyi bir müzik olamazdı herhalde. Kıçını dönüp giden bir CJ kılıklısı ve After Dark.
Bir gun zevk için film çekmeye başladığım zamanlar bu CJ kılıklısına 'it herif' rolü oynatacağım. Ve izlerken ne kadar iyi bir casting'ci olduğumu kendime mırıldanıp duracağım.
* 'JC FM de ne ola?' diye soran alıklar için de link burada.
- JC, diyor. Bana yardım etmen lazım.
- Gebermeden önce syktyr CJ, diyorum.
- Vı- dediği sırada susturuyorum tekrar ve:
- Benle yazılı iletişim kuracağına dair bir memo göndermiş olmam gerekiyor sana Mükemmel Asistanımla. Diyorum. Mümkün olduğu kadar snobiş hareketler ve ses tonu ile yapıyorum bunu.
Hani insanın kendi kafa sesi farklıdır ya. 'Acaba seslendirme yapmaya mı başlasam bu ses tonumla?' diye düşünüyorum bir an. Neyse ki bizim dizide oldukça fazla dış ses kullanımı yapacağız.
Evet! N'olmuş? 70'lerin 80'lerin ve 90'ların ürünleriyiz biz! Dış-ses bizim için harika bir enstrümandı. Ve bir gün herkes bizim bu on yıllarda yaptığımız ürünlerimizi beğenecek.
Ben bunları düşünürken CJ kılıklısı odamdan def olup gitmiş.
JC FM* çalmaya başlıyor alttan. Hangi DJ bu şarkı için play'e bastıysa artık: After Dark (Tito & Tarantula) Bu sahne için daha iyi bir müzik olamazdı herhalde. Kıçını dönüp giden bir CJ kılıklısı ve After Dark.
Bir gun zevk için film çekmeye başladığım zamanlar bu CJ kılıklısına 'it herif' rolü oynatacağım. Ve izlerken ne kadar iyi bir casting'ci olduğumu kendime mırıldanıp duracağım.
* 'JC FM de ne ola?' diye soran alıklar için de link burada.
17 Kasım 2009 Salı
ertelenmişler klasörü
- Bu ajansın kreatif direktörü kim? Diye soruyorum yoldan geçen bir kreatif elemana.
- AJ Bey, diye cevap verince
- Afferim, diyorum. Yeraltı hareketi engellenemez!
Koridorda karşılaştığım insanları bir daha görme olasılığım gün geçtikçe azalıyor. Bunu 2000'lerin başından iyice hissetmeye başlamıştım. Artık her geçen gün bu hislerimin doğruluğunu anlayıp 'yaşlandın JC' diyorum kendi kendime. Özel ilgi alanlarıma yönelmeliyim artık. Yerime yeni bir işbitirici bulmam da gerekiyor fakat bunu devamlı erteliyorum. Bunun da farkına ne zaman vardım biliyor musunuz? Şimdi, size bu satırları yazarken.
Evet. Erteliyorum.
- AJ Bey, diye cevap verince
- Afferim, diyorum. Yeraltı hareketi engellenemez!
Koridorda karşılaştığım insanları bir daha görme olasılığım gün geçtikçe azalıyor. Bunu 2000'lerin başından iyice hissetmeye başlamıştım. Artık her geçen gün bu hislerimin doğruluğunu anlayıp 'yaşlandın JC' diyorum kendi kendime. Özel ilgi alanlarıma yönelmeliyim artık. Yerime yeni bir işbitirici bulmam da gerekiyor fakat bunu devamlı erteliyorum. Bunun da farkına ne zaman vardım biliyor musunuz? Şimdi, size bu satırları yazarken.
Evet. Erteliyorum.
16 Kasım 2009 Pazartesi
pazartesi teorisi
Haftasonunu mutlu geçiren bir birey için Pazartesi ne kadar ölü bir gün. Düşünsenize daha bir onbeş-yirmi saat önce neler yapıyordunuz ve şimdi neler düşünüyorsunuz?
Koridorda ilerlerken Estel'e rastlıyorum.
- Good morning sunshine, diyor bana! Bana!
Nutkum tutulduğu için gülümseyip geçmekle yetiniyorum. Nutkum neden tutuluyor? Hayır, kızın güzelliğinden değil. Beklemediğim anda beklemediğim bir tepkiyle karşılaştığımdan. İşe yeni başladığını çok fazla belli ediyor. Galiba şöyle diyebiliriz: Eğer bir Pazartesi günü, işyerinizde mutlu sözler eden bir tip görüyorsanız ya işe yeni başlamıştır ya da yeni bir iş teklifi almıştır.
Koridorda ilerlerken Estel'e rastlıyorum.
- Good morning sunshine, diyor bana! Bana!
Nutkum tutulduğu için gülümseyip geçmekle yetiniyorum. Nutkum neden tutuluyor? Hayır, kızın güzelliğinden değil. Beklemediğim anda beklemediğim bir tepkiyle karşılaştığımdan. İşe yeni başladığını çok fazla belli ediyor. Galiba şöyle diyebiliriz: Eğer bir Pazartesi günü, işyerinizde mutlu sözler eden bir tip görüyorsanız ya işe yeni başlamıştır ya da yeni bir iş teklifi almıştır.
13 Kasım 2009 Cuma
cuma günlerine özen gösterin: o sizin sevgilinizdir
Cuma günlerine karşı nasıl bir davranış sergilediğimizi düşünüyorum. İnsanlar Cuma günlerine gereken önemi gerçekten veriyor mu? İş olarak demiyorum, davul olasıcalar. İş kimin umrunda? Patronun mu? Valla size şöyle diyeyim: Şimdiye kadar işi hayatının önüne geçiren patron görmedim. Hayatı derken karısı-çoluğu-çocuğundan bahsetmiyorum: Kendisinden. Yani onlar da aslında işi kullanıyorlar.
Hepimiz bir şeyleri kullanıyoruz.
Ben de blogu kullanıyorum.
Hepimiz bir şeyleri kullanıyoruz.
Ben de blogu kullanıyorum.
12 Kasım 2009 Perşembe
AJ'de değişiklikler
AJ'in odasına gidiyorum.
Girer girmez köpürüyor:
- Starbucks'ta değildin geçen gün. Diyor.
- Starbucks'taydım ama başka bir şubede. Diyorum.
- Heyecanını kaçırdın tüm olayın. Diyor.
- Ne oldu? Diyorum.
- Haberin yok mu? Diye soruyor.
- Haberim varmış gibi mi duruyorum? Diye soruyorum.
- O halde benden öğrenemeyeceksin. Diyor.
İnatçılık ne zaman bu çocuğun huyları arasına girdi acaba?
Girer girmez köpürüyor:
- Starbucks'ta değildin geçen gün. Diyor.
- Starbucks'taydım ama başka bir şubede. Diyorum.
- Heyecanını kaçırdın tüm olayın. Diyor.
- Ne oldu? Diyorum.
- Haberin yok mu? Diye soruyor.
- Haberim varmış gibi mi duruyorum? Diye soruyorum.
- O halde benden öğrenemeyeceksin. Diyor.
İnatçılık ne zaman bu çocuğun huyları arasına girdi acaba?
11 Kasım 2009 Çarşamba
aloe vera ltd
Aloe Vera şirketi kurmuş. İlk bana haber veriyormuş. Tebrik ediyorum.
- Prodüksiyon işlerinde de birlikte çalışacağız, sonradan bozuk atmak yok. Diyorum.
- JC senle çalışmak büyük bir zevktir. Diyor.
Bakın, ben demiyorum, Aloe Vera diyor. Sonra kendi reklamımı yaptığımı düşünüp oturduğunuz yerde bıkbık etmeyin.
- Prodüksiyon işlerinde de birlikte çalışacağız, sonradan bozuk atmak yok. Diyorum.
- JC senle çalışmak büyük bir zevktir. Diyor.
Bakın, ben demiyorum, Aloe Vera diyor. Sonra kendi reklamımı yaptığımı düşünüp oturduğunuz yerde bıkbık etmeyin.
10 Kasım 2009 Salı
eleştiri postası
Kadın düşmanı olduğumu düşünmeyin. Kadın düşmanı olsaydım, erkeklerle takılıyor veya en azından götümü onlara dayayıp düşmanlık yapıyor olurdum.
Halbuki, ne düşmanlık yapıyorum, ne götümü erkeklere dayıyorum, ne de erkeklerle takılıyorum. Dikkatinizi çeker, arz ederim.
İlla ıssız adam tartışması yapmak istiyorsanız, sokak ıssız adam rolü oynayan gizli geylerle dolu. Gidin, onlarla sabaha kadar konuşun: Zaten adamcıkların ne konuşacak konuları var, ne de konuşacak arkadaşları. Vah vah.
Halbuki, ne düşmanlık yapıyorum, ne götümü erkeklere dayıyorum, ne de erkeklerle takılıyorum. Dikkatinizi çeker, arz ederim.
İlla ıssız adam tartışması yapmak istiyorsanız, sokak ıssız adam rolü oynayan gizli geylerle dolu. Gidin, onlarla sabaha kadar konuşun: Zaten adamcıkların ne konuşacak konuları var, ne de konuşacak arkadaşları. Vah vah.
9 Kasım 2009 Pazartesi
düşük bel
Düşük bel pantolon giymiş ve fakat zırt pırt o pantolonu yukarı çekip duruyor.
- Sen müştem grubundandın değil mi? Diye soruyorum kıza.
Ters bakışlarla: Evet. Diyor.
- Ama gözlüğünü sevdim, diyorum.
Güneş gözlüğünü yüzüne taktığı zaman güzelleşen kızlar var. Bu da onlardan biri. Pantolonunu çekip durmasa, akşam yemeği ısmarlayabilirdim ona. A bir de şu surattaki ters bakışlar olmasa idi.
Her daim savunma halinde olan kadınlar. Ürkütüyorlar beni. Zira yüzlerini güldürmeyi becerebiliyorum ama artık onca zahmete girmektense, ne olursa olsun yüzü gülen kadınlar var, onlardan alıyorum. Amerikayı bir daha keşfetmeye gerek yok. (Bu da nasıl bir cümledir: Amerikayı tekrar keşfetmeye gerek yok. Otomatikleşmenin anayasasındaki ilk cümle. Kesin bir kadının eseridir.)
- Sen müştem grubundandın değil mi? Diye soruyorum kıza.
Ters bakışlarla: Evet. Diyor.
- Ama gözlüğünü sevdim, diyorum.
Güneş gözlüğünü yüzüne taktığı zaman güzelleşen kızlar var. Bu da onlardan biri. Pantolonunu çekip durmasa, akşam yemeği ısmarlayabilirdim ona. A bir de şu surattaki ters bakışlar olmasa idi.
Her daim savunma halinde olan kadınlar. Ürkütüyorlar beni. Zira yüzlerini güldürmeyi becerebiliyorum ama artık onca zahmete girmektense, ne olursa olsun yüzü gülen kadınlar var, onlardan alıyorum. Amerikayı bir daha keşfetmeye gerek yok. (Bu da nasıl bir cümledir: Amerikayı tekrar keşfetmeye gerek yok. Otomatikleşmenin anayasasındaki ilk cümle. Kesin bir kadının eseridir.)
7 Kasım 2009 Cumartesi
notlar
Dün starbucks'ta otururken fark etmiştim. Not aldım:
- Bizde kadınlar, bir başka kadına anlatmak isteyecekleri şeyleri yaşamayı tercih ediyor. Mesela evlilik bunlardan bir tanesi; bir kadın, diğerine evlilik ile ilgili binbir türlü şey anlatabilir. Ama hiçbiri kocasının kendisini aldattığı kızı gösterip 'işte bak, kocam beni bununla aldattı' diye bir cümle kurmayacağı için, bu bilgiyi es geçer. Bu yüzden kadınlar, alışveriş, evlilik, kendi ofis başarıları, diğer kadınların sürtüklükleri ve faturalardan başka bir şeyden bahsetmezler. Eğer elinizde bunlarla ilgili bir malzeme varsa, hepsini onlara satabilirsiniz. Dildo mu? I-ıhh. Arkadaşlarına anlatamayacakları bir şeyi satın almak istemezler. Genel olarak bahsediyorum tabii. Yoksa elbette istisnalar kaideyi bozmaz. (Bu da nasıl bir cümledir: İstisnalar kaideyi bozmaz. Eminim, bu cümle bir kadının eseridir.)
- Bizde kadınlar, bir başka kadına anlatmak isteyecekleri şeyleri yaşamayı tercih ediyor. Mesela evlilik bunlardan bir tanesi; bir kadın, diğerine evlilik ile ilgili binbir türlü şey anlatabilir. Ama hiçbiri kocasının kendisini aldattığı kızı gösterip 'işte bak, kocam beni bununla aldattı' diye bir cümle kurmayacağı için, bu bilgiyi es geçer. Bu yüzden kadınlar, alışveriş, evlilik, kendi ofis başarıları, diğer kadınların sürtüklükleri ve faturalardan başka bir şeyden bahsetmezler. Eğer elinizde bunlarla ilgili bir malzeme varsa, hepsini onlara satabilirsiniz. Dildo mu? I-ıhh. Arkadaşlarına anlatamayacakları bir şeyi satın almak istemezler. Genel olarak bahsediyorum tabii. Yoksa elbette istisnalar kaideyi bozmaz. (Bu da nasıl bir cümledir: İstisnalar kaideyi bozmaz. Eminim, bu cümle bir kadının eseridir.)
6 Kasım 2009 Cuma
saçmalık yarışı
Bir önceki postta bahsettiğim şey, Mük ile geliştirdiğimiz 'Saçmalık yarışı' idi.
Bu seferkini de ben kazandım. Durum 6-3 oldu.
Bu seferkini de ben kazandım. Durum 6-3 oldu.
5 Kasım 2009 Perşembe
starbucks
Mük'le kahvelerimizi yudumlayıp çevre masalarda oturanları keserken telefon da bizim sohbetimizi kesiyor.
- Ne var?
Telefondaki AJ.
- JC, oğlum, neredesin?
- Starbucks'tayız.
- Sakın kaybolmayın geliyorum. Diyor ve kapatıyor.
Ama hangi starbucks'ta olduğumuzu sormayı unuttuğu için, sanırım önümüzdeki birkaç saat içerisinde görüşmemiz olası değil.
- Ben kazandım. Diyorum Mük'e.
- Neyi kaçırdım? Diye soruyor.
- Arkandaki kız çantasını kurcalarken, dildosunu düşürdü.
- İnanmam! Diyerek arkasını dönüyor ve ben devam ediyorum:
- Sonra onun bir şemsiye olduğunu hatırlayıp etraftan gören biri oldu mu diye bakmaktan vazgeçti. Diyorum.
- Ne var?
Telefondaki AJ.
- JC, oğlum, neredesin?
- Starbucks'tayız.
- Sakın kaybolmayın geliyorum. Diyor ve kapatıyor.
Ama hangi starbucks'ta olduğumuzu sormayı unuttuğu için, sanırım önümüzdeki birkaç saat içerisinde görüşmemiz olası değil.
- Ben kazandım. Diyorum Mük'e.
- Neyi kaçırdım? Diye soruyor.
- Arkandaki kız çantasını kurcalarken, dildosunu düşürdü.
- İnanmam! Diyerek arkasını dönüyor ve ben devam ediyorum:
- Sonra onun bir şemsiye olduğunu hatırlayıp etraftan gören biri oldu mu diye bakmaktan vazgeçti. Diyorum.
4 Kasım 2009 Çarşamba
önemli toplantı(!)
Takım elbiseliler odama dalıyorlar. İki oğlan bir kız.
- Şanslı günümdeyim galiba. Yoksa doğum günü sürprizi mi? Üstünüzdekileri çıkarttığınızda altınızdan güreşçi kıyafetleri mi çıkacak?
Daha fazla konuşup, cümle kurmama izin vermiyorlar.
- Çok önemli gelişmeler var JC. Toplantı odasına gelmeni istiyoruz. Diyorlar bana.
Tüh, ben de bir bok var sanmıştım.
- Geliyorum geliyorum. Diyerek, Mük'ü kolundan tuttuğum gibi asansörlere gidiyorum.
- Hani beni özlemiştin ya, hadi bugün özlem giderelim. Ajans dışında. Diyorum.
Takım elbiselilerle ajansta toplantı: Çok da tınnn.
- Şanslı günümdeyim galiba. Yoksa doğum günü sürprizi mi? Üstünüzdekileri çıkarttığınızda altınızdan güreşçi kıyafetleri mi çıkacak?
Daha fazla konuşup, cümle kurmama izin vermiyorlar.
- Çok önemli gelişmeler var JC. Toplantı odasına gelmeni istiyoruz. Diyorlar bana.
Tüh, ben de bir bok var sanmıştım.
- Geliyorum geliyorum. Diyerek, Mük'ü kolundan tuttuğum gibi asansörlere gidiyorum.
- Hani beni özlemiştin ya, hadi bugün özlem giderelim. Ajans dışında. Diyorum.
Takım elbiselilerle ajansta toplantı: Çok da tınnn.
3 Kasım 2009 Salı
telefon
Akşam telefon çalıyor. Arayan Mük.
- JC nerelerdesin?
- Aloe Vera'daydım.
- Peki neden telefonunu açmıyorsun?
- Ev telefonundan arayıp durduğunu fark etmiyor musun?
- (bir süre sessizlik) Aa ne zaman kaydettim bu numarayı ben?
- Neden arayıp duruyorsun beni?
- Seni özledim JC.
- E yarın görüşeceğiz işte.
- İyi peki. Haydi görüşürüz.
Telefonu kapatır kapatmaz bu telefon konuşmasını bir sahne olarak yazmak için notlarımın arasına yazıyorum.
- JC nerelerdesin?
- Aloe Vera'daydım.
- Peki neden telefonunu açmıyorsun?
- Ev telefonundan arayıp durduğunu fark etmiyor musun?
- (bir süre sessizlik) Aa ne zaman kaydettim bu numarayı ben?
- Neden arayıp duruyorsun beni?
- Seni özledim JC.
- E yarın görüşeceğiz işte.
- İyi peki. Haydi görüşürüz.
Telefonu kapatır kapatmaz bu telefon konuşmasını bir sahne olarak yazmak için notlarımın arasına yazıyorum.
2 Kasım 2009 Pazartesi
yapraklar
Eve geldiğimde kapıda Aloe Vera'yı buluyorum. Kapımın önüne birikmiş yaprakları süpürüyor.
- Bunları ben yapmasam, senin evde bir ölü var zannedecekler. Diye tepki gösteriyor bana. Hafiften gergin gibi.
Süpürgesini elinden alıp, 'nen var?' diyorum. Benzetme gibi olsun; süpürgeli bir cadı olmuş adeta. Ben de 70'lerden bir Türk film karakteri gibi konuşuyorum adeta.
Freelance işlerden canı sıkılmış meğersem. Kimse parasını ödemiyormuş, borcu olan adam gelip iş istemeye devam ediyormuş, falanmış filanmış.
İşbitiricilik damarım kabarıyor akşam akşam: Kuzum sen bir şirket kursana, diyorum ona. Faturayı kes yolla!
Yüzündeki gerginlik ifadesi hafiften kalkıyor. Ben de mutlu oluyorum.
- Haydi şimdi bana bir margarita yap, ben de senin kapının önündeki yaprakları süpüreyim, diyorum.
- Kapımın önünde yaprak yok ki, diyor.
- E zaten bunu bildiğim için öyle dedim, diyorum. Hafiften bir prodüktörlük bulaştı üstüme galiba son zamanlarda. Bu hınzırlık, doğuştan gelen özelliklerim arasında yoktu.
- Bunları ben yapmasam, senin evde bir ölü var zannedecekler. Diye tepki gösteriyor bana. Hafiften gergin gibi.
Süpürgesini elinden alıp, 'nen var?' diyorum. Benzetme gibi olsun; süpürgeli bir cadı olmuş adeta. Ben de 70'lerden bir Türk film karakteri gibi konuşuyorum adeta.
Freelance işlerden canı sıkılmış meğersem. Kimse parasını ödemiyormuş, borcu olan adam gelip iş istemeye devam ediyormuş, falanmış filanmış.
İşbitiricilik damarım kabarıyor akşam akşam: Kuzum sen bir şirket kursana, diyorum ona. Faturayı kes yolla!
Yüzündeki gerginlik ifadesi hafiften kalkıyor. Ben de mutlu oluyorum.
- Haydi şimdi bana bir margarita yap, ben de senin kapının önündeki yaprakları süpüreyim, diyorum.
- Kapımın önünde yaprak yok ki, diyor.
- E zaten bunu bildiğim için öyle dedim, diyorum. Hafiften bir prodüktörlük bulaştı üstüme galiba son zamanlarda. Bu hınzırlık, doğuştan gelen özelliklerim arasında yoktu.
Kaydol:
Yorumlar (Atom)
