30 Ocak 2010 Cumartesi

mekan sahipleri üzerine düşünceler

Bence mekan sahiplerinin flört işlerini göreceği özel kafeler olmalı. Müşterilerinin içeri giremediği yerlerden bahsediyorum.

Sadece 'bu piyasada çalışan mekan sahiplerinin' manitalarıyla, onların deyişiyle 'quality time' geçireceği yerlerden bahsediyorum.

Bu işi kendi mekanlarında yapmaya kalkışmaları ev sahibi çiftin cinsel ihtiyaçlarını misafirlerinin yanında karşılıyor olmasına benziyor. Feci. Hepsini görmek istemez insanlar.


Böyle bir cümleyi, sıklıkla gittiğiniz kafenin sahibini yan masada manitasıyla flörtöngöz bir halde gördüğünüz zaman şikayet kutusuna atmak üzere yazıyorsunuz ve sonra anlaşılmayacağını düşünerek vazgeçiyorsunuz ve blogunuza koymaya karar veriyorsunuz.

28 Ocak 2010 Perşembe

toplantıların en güzel kısmı dinlerken çizilen karikatürlerdir

Toplantılar toplantılar toplantılar!

AG'yle çekeceğimiz ilk p0rn filmin ilişkiler ağını çizerek geçiriyorum vakti. AG'nin neresine, kim/kimler giriyor çıkıyor. AG'yi nasıl iğrenç bir karakter olarak gösterebilirim bölümünü düşünüyorum aslında.


Toplantı silsilesinin en sonuncusu şöyle bitiyor:

- JC uzun süredir dışarılara çıkmıyordun, o yüzden buna sen gidiyorsun!


Elime bir sayfalık print out veriliyor.


Kağıdı hiç bakmadan Mük'e uzatıyorum:

- Lütfen burada yazan yerin/ülkenin/şehrin ismini söyleme bana. Sadece organize et. Gözümü orada açmak istiyorum.

27 Ocak 2010 Çarşamba

AG'den kurtulma operasyonu

Hayat seni beklemiyor. Yapacaklarını ne kadar ertelersen, başkaları onları yapıp seni ikinci sıraya düşürüyor.

AJ ile oturup dizideki şu her filmi ve albümü bilen kro korsancı karakterini çıkartıyoruz. DVD'ci Metin'den esinlendiğimizi düşünecekler sonra.

Şu aptal dizilerdeki karakterler yüzünden çıkarttığımız karakter sayısını ben de hatırlamıyorum.

- Çok yavaş gidiyoruz AJ. Diyorum.

- Bana bilmediğim bir şey söyle. Diyor.


Bir müddet AJ'nin bilmediği bir şey düşünüyorum.

- AG'nin geçen gün senin odanda… dememe kalmadan susturuyor beni.

- Biliyorum, biliyorum. Diyor.

- O halde bilmediğin bir şey bulamadım şimdilik. Diyorum.

- Gel istersen hızlı bir şekilde ajansı diziye çevirelim. Diyorum.

- Olmaz. Mad Men'den sonra yapmam böyle bir şeyi.


İşte o sırada aklıma AG ile p-rn film yapma fikri geliyor. Her ne kadar iğrensem de. Belki ondan bu şekilde kurtuluruz. Paris Hilltın'dan daha iyi oynayacağını düşünüyorum nedense.

26 Ocak 2010 Salı

savaş sonrası

Mük soruyor:

- Nasıl geçti?

JC cevaplıyor:

- Hafif yaralarla atlattım.


Dünkü mevzumuzdan bahsediyoruz. Gece 2 saat boyunca karşımda ilkokul arkadaşım olan, büyük bir firmanın başında Türk medya sektöründen geçen paranın yüzde bilmem kaçını harcayan şirkette, bu harcama kararını veren kadın, kocasından ayrıldığı için onunla dalga geçtiğimi ve aslında daha da derine inersek, tüm insanlar bir baltaya sap, bir evliliğe tuğla olmakla uğraşırken neden ilkokul arkadaşı bu salak çocuğun her şeyi hafife alarak yalanlar dünyasında yaşamaya çalıştığını anlamaya çalışıyor.


Bu konuşmaya şahit olan tip de kesin şöyle düşünüyordu: (Evet, öyle bir tip oldu. Rakip ajanstan.)

- Bu işleri demek bu şekilde elde tutuyorlar. Karıyı memnun et, akşam yemeklerinde işi bağla. Güzel iş valla. Bir de 'etek satar' diyorlardı. Demek ki 'etek alır' aynı zamanda. (Bu kadar sofistike düşüncelerle anlatabileceğini sanmam. Hani şu modern Türk edebiyatı okuyup da, onlara hayran kalan salak tiplerden. Köşe yazarı hayranları.)


Üstümde neyse ki ses kayıt cihazı taşımıyordum çünkü konuşmaları videoya almamak için kendimi zor tuttum. Yoksa çaktırmadan almış da olabilirim. Bilmiyorum. Önemli mi?

25 Ocak 2010 Pazartesi

Sümüklü Zerrin'e itiraflar

- Tamam itiraf ediyorum. Hayatım boyunca ne bir kere evlendim, ne evlenmeye bir milim yaklaştım, ve hatta biraz daha düşünürsek sanırım ben hiçbir nikah törenine de katılmadım. Bildiklerim tamamen filmlerdeki nikah sahneleri, bir sürü arkadaşın davet edildiği evde izlenen nikah videolarından ibaret. Yani bakire bir p*rno yıldızı olmayacağı gibi, benimkiler de uydurma.


Uzun bir sessizliğin ardından:

- Peki, güzel, itiraf ediyor olman güzel bir şey. Devam edelim. Diyor. (Sümüklü Zerrin'den bahsediyorum)


- Sana da yalan söylememin temellerini kurcalamak gerekirse, neden herkes benimle tanıştıktan on dakika sonra evlilik konularına giriyor acaba diye yaptığım bir araştırmanın sonucunda elde ettiğim bulgulara dayanıyor. Onlara evlilikten bahsedersen, insanlar konuya alışıyor hemen ve çok kısa sürede bu konuyu kapatabiliyor. Tamamen bu yüzden sana böyle bir palavra attım ama bilmiyordum senin matrimonial bir hastalık çektiğini.


Bu cümleleri kurarken arkada Elton John piyanosunun tuşlarına basarak romantik bir melodi veriyormuş gibi hissediyorum. Keşke JC FM müziğinin erişebildiği bir noktada yapıyor olsaydık bu konuşmayı. Her an konuyu değiştirebilecek bir müzik çalmaya başlayabilirdi.


Zerrin gözlerimin içine bakıyor:

- Sen aklını yitirmişsin JC'ciğim. Biliyor musun?


Evet başlıyoruz.

Ben haricinde tüm dünya normal sevgili okurlarım. O yüzden siz gidin, başka yerleri okuyun. Normal şeyler onlar. Bunlar anormal. Hani sonra siz de benim gibi manyak falan olursunuz. İstemem.

22 Ocak 2010 Cuma

kimlikleri görelim

Mük'ün kız kardeşiyle tanışınca bir minik şok yaşıyorum.

Bizimkisi estetik harikası ya: Kız kardeşi bambaşka bir tip.


- Mük, kardeşinin bazen sevgilin olduğunu ve bana o şekile yutturmaya çalıştığını düşünüyorum. Demeden edemiyorum.


Masa üzerine iki tane nüfus kağıdı yığılıyor. Anne adı, baba adı aynı, doğum tarihleri uygun. Soyadlar tutuyor, nüfusun kayıtlı olduğu yerler tutuyor birbirini.


- Pes doğrusu derken, arkama yaslanıyorum. Bir puro çıkartıyorum cebimden.

- Bir dizi projeniz olduğundan bahsetti Mük, diyor kardeşi.

- A evet. Diyorum ve tüm geceyi bunun üzerinde konuşarak geçirmek üzere sohbete giriyorum.


Gece de böyle geçiyor. Bu şekilde Mük 'kızkardeşimi nereye götürsem acaba' sorunsalından kurtulmuş oluyor.

Şimdi diğer insanların dertlerine çözüm bulmam lazım.

21 Ocak 2010 Perşembe

gençlere part iki

Şimdi olan şu:

Burada reklam ajansı olmasından dolayı bir sürü insan toplanmış ve kendisini reklam ajansında çalışıyormuş hissi verecek her şeyin içerisine atıyor.

Dedikodular, birbirlerinin etleri ve reel sektörlerin onlara aktardıkları paralar ile besleniyorlar.

Bir gun bu para akışı damlamaya dönecek, birbirlerinin etlerini yemek yerine başkalarının etlerine merak salacaklar ve paranın olmadığı yerden dedikodu çekip gidecek ve yapacak hiçbir şeyleri olmayan, bir boka yaramayan insanlar olarak kalacaklar ortada. Bankacılar arasında da yaşanmıştı buna benzer şeyler.


Bu yüzden sevgili gençler. Kendinize sadece iş aramakla yetinmeyin. Biraz da zevkiniz ve bilginiz olsun. Seçtiğiniz meslek dalının tıkanma süresi, 90'lara göre daha hızlı olabilir.


JC'den gençlere nasihatler bölümünün ikincisini dinlediniz.

Dağılın şimdi.

20 Ocak 2010 Çarşamba

evren

Sümüklü Zerrin'le yemeğimiz beklediğimden ilginç geçti. Kocasını da yanında getirip içime baygınlık getireceğini düşünmüştüm halbuki.

Tek başına gelmiş.

Konuşmamız altıncı hislerimin ne kadar doğru olduğunu hatırlatarak başlıyor:

- JC, evliyim ama mutlu değilim. Boşanmayı düşünüyorum. Diyor elindeki çatalı masaya bırakırken.

Müşterisinden brief almaya hazırlanan bir dedektif gibi (70'li yıllar dedektifi) soruyorum:

- Çocuk var mı?

- Yok neyse ki. Diyor.


Bir süre ifadesiz, kıpırtısız, anlamsız bir sessizlikte oturmaya devam ediyorum.

- İzninle. Diyerek ayağa kalkıp lavaboya koşturuyorum.


Loş ışıklı koridorlardan geçerken niye lavaboya gittiğimi düşünüyorum. Sanırım biraz yalnızlığa ihtiyacım var.


Klozete oturup tavanı seyrediyorum, tuvalet kağıdını düzeltiyorum, yerlerin ne kadar temiz olduğuna bakıp 'acaba benim ev de bu kadar temiz midir' diye düşüncelere dalarak biraz uzaklaşmak istiyorum ama beceremiyorum. Soru kafamda hani şu yol kenarında dikilen devasa bayraklar gibi duruyor:

- Neden yıllar sonra karşılaştığın ilkokul arkadaşından yemek randevusu alıp, bunun bir noktasında tutup da 'boşanıyor' olduğunun bilgisini verirsin? Neden? Neden?


Kadınları anlamak güç. Zor. İmkansız. Anlamaya çalışmak ise gereksiz bir pazarlama faaliyeti. Pazar araştırmalarında götünden uyduracağın veriler dikmek için vakit geçirirken uğraştığın işlerden biri.


Kim söylemişti bana bu kızın benden hoşlanıyor olduğunu? Estel mi? Mük mü? Hatırlamıyorum bile.


Herhangi bir çözüm bulamadan sifonu çekip çok sevdiğim lavaboyu terk ediyorum.


- Nerede kalmıştık. Diyerek giriyorum sohbete.

İfadesiz bir suratla bana bakıyor:

- Beni daha fazla aşağılayamazdın. Kendimi burada bok gibi hissettim. Diyor.

- Aa şey, kusura bakma, akşam çıkarken yediğim lokmalar… Diye kıvırmaya çalışıyorum.


Kıvırılıyor. İfadesinde biraz düzelme oldu:


- Sana şunu sormak istiyorum, senin boşanma sürecin nasıl geçmişti? Dediği anda ben…


Bundan sonra uydurduğum tüm hikayeleri hatırlamak zorunda olduğumu hissediyorum.

Üzerimde bir de ses kayıt cihazı taşıyacağım demektir. Tamam.

Aldım mesajı sevgili evren.


19 Ocak 2010 Salı

dertler

Müşteri grubundaki hergelelerden biri kapıdan gelip:

- Akşam orci var JC, geliyor musun? Diye soruyor ve cevabımı bile almadan fırlıyor odadan dışarı.


Takım elbise giydikleri için biraz respect kazanmışlar.

- Doğru mu duydum ben? Diyerek içeriye geliyor Mük.

- Doğru duydun bebek. Zaten senin duyman için geldi o buraya. Onların yanında çişimi bile yapmayacağımı adı gibi biliyor. Fakat ben onun adını bilmiyorum. İyi mi?


İçim içimi yiyor, Mük bu konuda ne düşünüyor diye sorasım geliyor ama dilimi ısırıyorum sormamak için.

- Kızkardeşim geldi İstanbul'a. Sence onu nereye götürmeliyim? Diye soruyor bunun yerine.

- Senin kızkardeşin mi var mı? Diye soruyu geri gönderiyorum.

- Iyyy JC. Bu soruya soruyla cevap vermeler… Diyerek kalkıyor ve odadan çıkar gibi yapıyor.


O sırada dünyaya daha net bakabildiğimi fark ediyorum: Evet, herkesin bir derdi var.

Kiminki o akşamki orci, kimininki kız kardeşini nereye götüreceği, kimininki akşam iş çıkışı kime gideceği, kimininki akşam gidecek bir yerinin olmadığını herkeslerden gizleme isteği…


- Kim açtı şu Mark Knopfler'ı? (JC FM'de birisi What It Is için play'e bastı.)


Şu JC FM altyapısına, 'hangi şarkıyı kim çaldı' bilgisi eklemeyi o sırada akıl ediyorum.

18 Ocak 2010 Pazartesi

teori

Starbucks'tayım.

Gözlemevi bakışlarıma bürünmüş bir halde etrafı izliyorum.

Karşı masada dün aklıma gelen sümsük kızlar gibi bir tip var. Sümsük sümsük oturuyor. Tek başına.


Bu tip sahnelerle karşılaştığımda, hep 'daha düzgün şeyler düşünmem lazım' diyorum kendime.

Sanırım aklına hep kötü şeyler getiren insanların başının boktan kurtulmaması gibi bir durum bu. Bunu bir araştırsın insanlar.


Kızı izliyorum, gözlüyorum, bakıyorum. Baktığımı fark edince biraz dötü kalkıyor. Off diyorum. Neyse bari yanına gidip araştırma yapayım.


Cevabın ne olacağını bile bile yaklaşıyorum yanına:

- Şey afedersiniz. Ben bir roman yazarıyım. Acaba bana bir konuda yardımcı olabilir misiniz? Diye soruyorum.

- Ah tabii ki elbette. Diyor.

- Şimdi karakterim bir kadın. Size benzer bir davranışı var. G-eylerle arası çok iyi olan bir kadın. Sizin de arkadaşlarınız var mı? Diye soruyorum.

- A evet, benim g-e-y arkadaşlarım var tabii ki. Diyor. O kadar büyük bir istekle söylüyor ki bunu, biraz daha gaza getirsem 'benim bütün arkadaşlarım öyle, başka kimseyle konuşmuyorum' bile diyebilir gibi geliyor bana.


Roman yazarı kılığından uzaklaşmam lazım.

- Peki çok teşekkür ederim diyerek ayrılıyorum sahneden.


Biliyor musunuz, benim de bir zamanlar böyle bi arkadaşım olmuştu. İleride çocuğu olunca onun g-ey olmasından falan bahsediyorduk. Allah korusun! diye bağırdı. Öyle bir büyük korkuyla söyledi ki bunu. O günden beri bu sümsük kızların sadece sitişmekten korktukları için kendilerine asla dokunmayacak adamları kendisine arkadaş olarak seçtiklerini düşünüyorum nedense.

15 Ocak 2010 Cuma

telefon melefon

Dokuzuncu Kattaki Kız arıyor ve diyor ki:

- Bu gece benimsin. Çılgın bir yolculuğa çıkacağız. Diyor.

- Tamam, diyorum ve kapatıyorum telefonu.


Şu herkesin bayıldığı manken kız da arıyor:

- Bu gece ne yapıyorsun JC'ciğim? Diyor.

- Dokuzuncu Kattaki Kız'a aitim. Diyorum.

- Onuncu kata ne zaman sıra gelir? Diye soruyor.

- Aşağı doğru iniyorum ben tatlım. Dönüşte uğrasam sana olur mu?


Sümüklü Zerrin arıyor:

- Yarınki yemeği unutmuyorsun değil mi JC'ciğim? Diyor.

- Elbette unutmuyorum Zerrinciğim. Nasıl unutabilirim ki. Diyorum.


Hani gey arkadaşları ile muhabbet etmeye bayılan sümsük kızlar olur ya. Onlara kıl oluyorum. Bir anda aklıma bu cümle geliyor ve Mük'ü arıyorum:

- Hani gey arkadaşları ile muhabbet etmeye bayılan sümsük kızlar olur ya. Onlara kıl oluyorum. Diyorum.

- Bu konuya nereden geldik JC'ciğim? Diye soruyor.

- Az önce önümden Müş-tem grubundaki şu sümsük kızlardan biri geçti. Muhtelemen onu görünce aklıma geldi. Diyorum.

- Tamam tatlım. Seni onlardan korurum. Diyor Mük.

- İşte bu yüzden Mükemmel Asistanımsın. Diyorum.


Kapatıyoruz.

13 Ocak 2010 Çarşamba

take 5

Sümüklü Zerrin sözünü duymadan geçirdiğim bir gün.


Zerrin arıyor.


- Yeni lakabımı armağan ettiğin için teşekkür edecektim JC'ciğim. Diyor.

- Rica ederim tatlım. Ben de seni utandırmamak için o pis herife benzemek üzere bıçak altına yatmak üzereyim.


Aradan geçen yıllar şakacılığı da aşılamış Zerrin'in üstüne. Gülümseyip geçiyor:

- JC'ciğim, yıllar sonra karşılaşmamızın şerefine, seni akşam yemeğine çıkarmak istiyorum. Diyor.

- Bu şerefi neye borçluyum. Diyorum.

- Ajansının güzel çalışmalarına destek olmana. Emin değilim gerçi, beş yıldır ilk defa karşılaşıyor olmamız seni başka bir lige sokuyor sanki.

- Eh. Belki de beni görmemen için saklanmışımdır.

- Ama bu sefer saklanamayacaksın. Asistanım sana ayrıntıları ulaştıracak.


Telefon kapanır kapanmaz Mük odaya damlıyor.

- JC sana sürtünebilir miyim biraz? Şu kadınlar beni niye aramıyor?

- Emekliye ayrıldıktan sonra sürtünebilirsin bana tatlım. Öteki türlü aramızdaki ilişkiyi farklı bir boyuta taşımak istemem.

12 Ocak 2010 Salı

take 4

- Sümüklü Zerrin demek, diyerek içeriye Madam De Le Patronaj geliyor bu sefer.


(Sıktı artık biliyorum)


Uzun süredir küs olduğu için benimle, bu kadarcık bir ilgi için bile katlanabiliyorum şu duymaktan bıktığım lafa.

- Evet canım. Sümüklü. Sen neyli Madam De Le Patronaj'sın bakayım? Vanilyalı mı? Çilekli mi?


Kahkaha atıp oturuyor karşıma. Bacak bacak üstüne atıp:

- E anlat bakalım, neler oldu? Diyor.

- Ayrıntılarıyla mı anlatayım? Diye soruyorum.

- Ay tabii. Diyor.

- Peki o zaman, iyi dinle.


Dünyanın en saçma hikayelerini uydurduğum için bir gün tutuklanır mıyım bilmiyorum. Belki de soğuk savaş dönemine gidip bu hikayelerden bol bol üretmem gerekirdi. Sonuçta Le Carre'si, Forsyth'i, şusu busu o dönemlerde bu hikayelerle köşe olmadı mı? Güzel hayat yaşadılar. Ben de belki şundan daha güzel bir hayat yaşardım.


Bu arada bu anlattıklarımı Zerrin duysa, eminim ajans ile ilişkileri keserdi.


Odadan dışarı çıkmaması için, Madam De Le Patronaj'ı çıkışta uyarmayı ihmal etmiyorum.


Bozuluyor tabi.


Hayat da bir dakikalık mutluluk için yaşam boyu didinmek demek değil mi? O dakikayı geçtim mi yoksa hala o yönde gidiyor muyum, bilmiyorum.

11 Ocak 2010 Pazartesi

take 3

- Sümüklü Zerrin, diyerek biri daha giriyor içeriye. Bu seferki AJ. Elinde de bir küpür.

- Hay Zerrini şimdi. Diyorum aksice ama sonra AJ'ye olan sempatimden ötürü tavrımı hızla değiştirip, arkadaşça:

- Aaa ne küpürü o? Diye soruyorum.

- Sümüklü Zerrin gazetelerde, dergilerde. Yılın reklamvereni seçilmiş, ödül alıyor.

- Reklam ajansı da biz miyiz?

- Evet.

- Halbuki ilk defa karşılaşıyoruz daha.

- İşlerle çok ilgilenmiyorsun JC.


Araştırmayı uzatıyorum ona:

- Al, lazım olur sana. Ben her bir basamağının nasıl üretildiğini biliyorum. Diyerek.

- Patron bile 'Büyük Patrondan sevgilerle' diye gönderiyor şu şeyleri. Çok burnu büyüksün JC. Diyor.


Sonra çıkıyor gidiyor.

Ben de rastgele bir numara seçip 'üzerinde ne var' diye SMS atıyorum cep telefonumdan.

Merak etmeyin bu mesajların AG sürtüğüne gitme olasılığı sıfırın altında çünkü telefonumun hafızasında onun numarası yok! Tamam mı? Haydi aklınıza daha güzel şeyler getirin ve buradan gidin artık.

8 Ocak 2010 Cuma

take 2

- Sümüklü Zerrin ha? Diye başlıyor yine ertesi gün sohbetleri. Bu sefer Mük.

- Bir kişi daha Sümüklü Zerrin derse onu da Sümüklü yapacağım. Bu yaşta sümük, sert olur. Diyorum.


Önüme bir araştırma bırakıp gidiyor Mük.

- Büyük Patron'dan sevgilerle. Diye de ekliyor.


Tam çıkarken:

- Baksana sen şu BB'nin vermeye bayıldığı diksiyon kurslarına falan mı gittin yoksa?

- O nasıl söz. Tipim değil. Deyip çıkıp gidiyor.


Cevaba bakarak sorumuzu hatırlıyoruz biz galiba. Kısa dönemli hafıza sahibi yeni nesil insanlar. Cevap anlamsız olduğu için, sorumu da unutuyorum.


Hayat böyle akıp geçiyor işte.

7 Ocak 2010 Perşembe

Take 1

- Sümüklü Zerrin ha? Diyor kapıdan AG sürtüğü.

Duymazdan geliyorum, iş yapıyormuş gibi görünerek porn klasörümü açıyorum. Bu sefer gidip Mük'e sataşıyor. Eli orasında burasında. Mük'e de acıyorum bazen.

- Sümüklü Zerrin ha? Diyor kapıdan bu sefer Estel.

Bu kişi bu odaya girebilir. Halimi tavrımı değiştirerek Estel'e dönüyorum:

- Evet, bizim Sümüklü Zerrin, olmuş sana businesswoman Zerrin.

- Seni seviyormuş herhalde o zamanlar. İlgisi varmış en azından. Diyor.

- Ah bırak bunu. Facebook'tan arkadaşım bile değil. Diyorum.

Tam o sırada inbox'a bir mail düşüyor. Bilmem kim sizi facebook'ta arkadaş olarak ekledi. Bakıyorum, Z ile başlıyor.

Kendi kendime bir oyun oynayarak 'Zorro' diyorum. Estel bunu anlamadığı için 'Zor o' olarak algılıyor ve:

- Neden zor olsun hayatım. Kim bilir belki de senin de ilgini çeker. Ne de olsa ilgi alanına girebilecek tiplerden.

- Sen benim tiplerimi nereden biliyorsun af edersin? Diye soruyorum.

- Ah, bırak bunları JC. Her kadın az buçuk bilir.


Yazıyı buradan okumaya başlayan okuyucular için 'tipim yok benim, klasım var Estelcim' adlı şarkıyı söylüyorum. Evet. Tipim yok. Tip diye bir şeyin olması fena olurdu. Düşünsene, AG Sürtüğünün senin 'tipin' olduğunu. Böööğk. Klas lazım klas. Tip herkeste olur.

6 Ocak 2010 Çarşamba

eskiler, eski günler

Yine dünkü toplantıya dönelim. Masa altında enteresan bir ilişki hakimdi toplantıya. AG sürtüğünün bir ayağı toplantı boyunca benim kasıklarımın üstündeydi ve hareket ederek kadınların dikkatini çekmek istemiyordum. Mük elimi tutuyordu bu sahne karşısında bana destek olmak için. Estel de karşımdan bana esmer esmer gülücükler atıyor ve Sümüklü Zerrin deyip duruyordu, elbette dudak hareketleriyle. Sümüklü Zerrin ise BB akımından bir yönetici olarak karşımda dikiliyordu. Elbette toplantıya konsantre olamadım ve Zerrin'e her bakışta kendimden biraz daha utandım. Ona baya bir çektirmiş olsam gerek.

İnsan bazen böyle eski arkadaşlarıyla yüzyüze gelmeli bence. Hadi bırakın şu klasik facebook martavallarını: 'Yahu ben onunla görüşmek isteseydim, zaten görüşüyor olurduk. Şimdi napıyim yani. Facebook'ta buldu diye arkadaşım mı olacak?'. Haydi saçmalamayın. Arada bir dönün geriye bakın. Belki de karşınızdaki size bakarken sizin kendinizini gördüğünüzden daha güzel bir insan görüyordur. Onlara bu şansı verin ve aynaya baktığınızda göremediğiniz şeyi, en azından onların görmesine izin verin.

Sonra da dağılın. Ben de tutup ilkokul arkadaşınızla evlenin demiyorum.


Zaten Zerrin evlenmiş. Altıncı hislerim boşanmak üzere olduğunu söylüyor ya. Neyse.

Toplantı sonrasına geliyoruz:

- Eee JC anlat bakalım. Evlendin mi bari?


Eveet. JC'nin feyk hayat hikayesini yeniden yazıp anlatayım da bari eğlence olsun. Belki bana acır ve bir daha toplantıya gelmeden önce 'ya ben bu ismi bir yerden hatırlıyorum, ilkokul arkadaşım mı acaba?' diye düşünür ve üç-beş dergi gazete veya google açıp bir bakar kimmiş bu diye.


- Şimdi Zerrocuğum. Üniversitenin ilk yılında deli gibi aşık olup…


Haydi siz dağılın, ona özel olarak anlatıyorum. Çok merak ederseniz size de anlatırım arada bir.

5 Ocak 2010 Salı

Zerrin, sümük ve Kennedy

İddia ediyorum: İnsanları hatırlamak üzerine dünyada verilecek tüm eğitimleri almış biri bile benimle insan hatırlama konusunda yarışamaz. Toplantıda karşımdaki kadının kim olduğunu hatırladım. Şak diye:

- Hey sen. Dedim. İsmini hemen söylemedim. Şok olmasın diye.

Şaşkın şaşkın suratıma bakan bir kadından bahsediyoruz. Üstelik yaşıtım. Siz hesap edin gerisini.

- Efendim? Diye soruyor.


Şu anda reklam ajansı ile toplantıya gelmiş. Adını sıklıkla duyduğu adamla henüz tanışmamış. Ve bu kişi muhtemelen şu anda karşısında dikilen insan grubundan bir tanesi olduğunu bilerek temkini elden bırakmıyor. Yanımdakileri sayayım: Mükemmel Asistanım, AG sürtüğü, AJ ve Estel. Yani iki erkek, bir kadın, bir de mahlukattan garip bir şey işte (AG sürtüğünden bahsediyorum tabii ki). AJ'in uzun saçlarına ve tavırlarına bakarak o adını duyduğu kişinin bu olmadığından emin olması lazım ama kadınlar işte…

- Çıkaramadım, diyerek bakıyor bana. Hafiften bir gülümseme takınıyor. BB'nin almaya bayıldığı gülümseme ve pozitif enerji verme eğitimlerinden birinden kapmış olması lazım. Dünkü sümüklü halinde böyle bir gülümseme yoktu çünkü.

- Dur yardım edeyim, diyorum ve gözlerinin içine bakıyorum.


O sırada içeriye CJ kılıklısı giriyor:

- Merhabalar, hoş geldiniz. (Ses tonuna verdiği şu BB'nin insanları göndermeye bayıldığı diksiyon eğitimlerindeki ton var ve ben bu tona gıcık oluyorum) diyor hatuna.

- JC Bey siz olmalısınız, diyor kadın.

- Sümüklü Zerrin! Diyorum artık. Evet. İlkokul 3C, 317 Zerrin. Sümüklü Zerrin.

Kadın bana bakıp kalıyor ve:

- JC?

- Yok, ben küstüm artık. Şu dazlak, kemik gözlüklü, yapmacık gülüşlü herifi ben sandığın için artık seni ilkokul arkadaşım olmaktan atıyorum. Diyorum.


Size başta da söylemiştim. Hiçbir insan, benim kadar iyi insan hatırlamaz. Eminim o dönemlerde CIA'de çalışıyor olsaydım şu anda size Kennedy'yi kimin vurduğunu da söylerdim. Onu vuranı vuranı da söylerdim. Onu vuranı vuranı vuranı da söylerdim. Ya da hepsinin haricindeki asıl kişiyi söylerdim. Şansınıza küsün.