28 Şubat 2010 Pazar

sms

SMS düşüyor: 'Ne zaman?' Gönderen: AG sürtüğü. 'Return to sender' düğmesini niye eklemediler şu cep telefonlarına!

Korkuyla telefonu atıyorum elimden masaya.

- Kim? Diye soruyor Mük.

- Çok büyük bir derdim var Mük. Diyorum.


Anlatıyorum ona tüm hikayeyi. Gülümseyerek dinliyor beni. Avukat-müvekkil ilişkisi gibi Patron-Asistan ilişkimiz var ve gizliliğine yüzde yüz eminim. Fakat bundan emin olmam beni AIDS'den korumuyor.

- Sakin ol JC. Kızı zum yaparız bir şekilde. Set kurarız. Diyor.

- Ah, umarım senin kadar tanıyorumdur o sürtüğü. Diye bitiriyorum diyaloğu.


Sonra AJ yeni kız arkadaşı ile masamıza geliyor da, sohbet bölünüyor.

Unutmak güzel bir şey. Unutmak olmasa idi bu çağda yaşayamazdık. Unutmayın bunu.

27 Şubat 2010 Cumartesi

gecenin körü?

Şu tünel ve ışık rüyasını görüyorum, ışığa kavuşunca bir süre beyazlığın içinde dolanıp sıkılıyorum ve uyanıyorum. Yanımda birisi var:

- Kim var orada? Diye soruyorum karanlığa doğru.

- Mhmpfff. Diye bir cevap geliyor.

Işığı yakıp bakıyorum, orta boy bir havuz büyüklüğündeki yatağımın üzerinde Mük ve Estel.

- Sizin ne işiniz var burada? Diye soruyorum Mük'e.

Makyajlı haline bakılırsa Cuma gecesindeyiz halen.

Cevapsız bir şekilde geri yatıyorum. Salonda da muhtemelen AJ var.

26 Şubat 2010 Cuma

ağzımda toplantı

Karşımda Sümüklü Zerrin'i buluyorum ajansa girer girmez.

- Bir an gelmeyeceksin ve içerideki şu zibidilerle canım sıkılacak diye düşündüm. Diyor bana.

- Çok meşguldüm. Diyorum bahane olarak. Sanki 'neden aramadın' diye soruldu bana!


Kreatif direktör hergelesinin gözleri Zerrin'in klevaja takılmış şekilde toplantı yapıyoruz. Yeni bir yazar bulmuş AJ'ler, fena değil gibi görünüyor. Bu yaşta kendine bu kadar güveni olan bireylere rastlanmıyor artık. 35-40 sonrası kendini bulan reklam yöneticilerinin 'genç yetenek' diye yıllarca düdükleyip sonra tüm hevesini aldıktan sonra saldıkları yeni yetme çocuklar bunlar mı, diye düşünüyorum toplantı boyunca.


Toplantı çıkışında AG sürtüğünü yakalıyorum:

- Ağzından bir kelime kaçırırsan ve başkalarına bahsedersen bu işten kukuna beton döktürürüm, çok ciddiyim. Diyorum. (Acaba bir de ganster filmi mi çeksek hazır el atmışken, diye düşünüyorum birkaç saniye)

- Bunun için bir geceni bana ayırman gerekiyor canım. Diyor.


Büyük tehdit bu! Ama göğüslemem lazım:

- Sana randevuyu verene kadar ağzını açma. Diyerek Sümüklü Zerrin'e dönüyorum. 'Öğle yemeği?'

- Harika olur, diyerek benimle odayı terk ediyor. Arkamızda 'mutlu' bir AG bırakarak çıkıyoruz.

25 Şubat 2010 Perşembe

ışık ve tren


Şu ışık ve tünel rüyasını yine gördüm. Israrla aynı rüyayı görmemin bir sebebi olarak çoktandır tren yolculuğuna çıkmadığımı düşünüyorum. Şey, belki de hayatımda hiç trene binmedim sanırım.


credit: SuperKwast

24 Şubat 2010 Çarşamba

gizlilik

Estel'le ilgili acaba yanılıyor muyum diye düşündüren olay gerçekleşiyor: AG'ye filmden bahsetmiş ve AG beni arıyor. Mük, AJ ve ben, akşam yemeği yerken geliyor bu telefon:

- Ne var AG? Sana akşam beni ofiste göremiyorsan arama dememiş miydim?

- JC bebeğim, süper işler hazırlıyormuşsun. Estel bahsetti bu akşam bana biraz. Sen de oynuyorsan içinde, ben de bir rol rica edeceğim senden.

- Biz seni ararız AG. Hadi bay. Diyerek kapatıyorum telefonu.


Masadakilere dönüp:

- Dedikodu sütunlarına düşüyoruz. Çok az kaldı ve hatta belki de bu cümleyi size söylerken çoktan düşmüş bile olabiliriz. Diyorum.

23 Şubat 2010 Salı

clean

Casting işi için yeni fikirler attık ortaya. Bu filmin Türkiye'de kullanılmayacağını ve hatta oyuncu istemezse gerçekten oldukça farklı bir tip ile görünebileceğini yani patronlarını bırak kendi ailelerinden bile kimsenin onları tanımayacağını garanti etmemiz gerekiyor.

Fakat bunu yapmamamıza rağmen gelen başvurular bana 'acaba Türkiye reklam sektörü gerçekten ilerlemiş mi' diye düşündürtüyor.

Hani daha önce demiştik; bir ülkenin p0rn endüstrisi ne kadar ileriyse, reklam sektörü de o kadar ileridir diye. Elbette yerel Amerikan reklamcılığını hesaba katmıyoruz. Hollanda'da da boktan işler yapanlar var tabii ki.

22 Şubat 2010 Pazartesi

casting call

'Bakma böyle havalı göründüğüme, elime bir erkek eli değmeyeli neredeyse bir yıl oldu' mu yazmalı yoksa 'elime bir erkek eli değmeyeli neredeyse bir yıl oldu' mu yazmalı diye düşüyorum.

Havalı bir kadın olduğunu zaten izleyici görüyor. O halde, atabiliriz. Sinema da basitleştirme sanatı olmalıdır öyle değil mi?

Yazarlık işinden zevk almaya başlıyorum.

Halbuki reklam ajanslarında bu öyle değildir çünkü 'filminizi' yazdıktan sonra da üzerine bir elli kişi boşalır ve her boşalma sonrasında bir düzelti önerisi verir, birkaç ekleme yapar, bir yorum bırakır. Artık size ait olmayan bir kadına bakarak 'zevk vermiyorsun bana' diyebilirsiniz. Çok haklısınız.

Fakat bu benim filmim ve kimsenin önerisi, eleştirisi, yorumu umrumda bile değil.


- Sence nasıl yazayım JC? Diye soruyor içeriden mükemmel asistanım.

- Neyi?

- Sesli bir şekilde soramam, IM'ine bak. Diyor.


'Her şeye uyarım diyen pornografik aktrisler aranıyor' mu yazayım? Diyen soru ekrandan bana bakıyor.

Casting için çalışmalara daha önce başlamıştık. Arkadaşlık sitelerinde yetenek avcılığı yapıyordu Mük bir süredir. Casting direktörümüz kendisi. Estel'le birlikte. Ah bu ilana cevap verecek kızların yerinde olmak isterdim. Karşında en fazla selülitli pörsük pavyon parçaları görmeyi beklerken (ki bu en iyi ihtimal genelde kıllı bıyıklı iğrenç Türk tipleri bulma ihtimalini hesaba katarlar) first class hatunlarla karşılaştığı zaman işin ciddiyetini kirpiklerine kadar hissedecekler.

Uluslararası bir fame'den söz ediyoruz burada.

20 Şubat 2010 Cumartesi

bugün 20 mart

Siz hiç, bir ithalatçı firma yöneticilerinden birinin işteki tersliklere bozulup, bağıra çağıra istifa ettiğini ve bunun ardından yüzlerce kişinin de bunu internete taşıdığını ve bu alan üzerine yayın yapan dergilerin, şunların bunların bu olay üzerine dedikodular çevirdiğini duydunuz mu?


Duymazsınız çünkü bu kimsenin sykynde değildir.

Giriş paragrafındaki 'ihtalatçı firma' lafını 'bir reklam ajansı' olarak değiştirdiğiniz zaman olay farklı mı oluyor? Muhtemelen. Fakat yine de kimsenin sykynde olmadığını söyleyebilirim.


Reklam çoğu insana kocaman bir otuz1 malzemesidir.

Bu blog da benim malzemem. Tamam mı? Hadi dağılın.

19 Şubat 2010 Cuma

üfle

Günümü Cuma akşamı programları ile geçireceğimi düşünürken neredeyse akşama kadar telefonda geçiriyorum. Kreatif direktör neden gitmiş? Neler olmuş? Benim yüzümden miymiş gerçekten?


Dedikodu akışı sağlamak için üfleyen insanlar. Mail grubuna düşen 'imalı anlatımlar', twitter'da geçen diyaloglar ve tüm abartılı yorumlar. Bir tane de ben gireyim diyorum veeeeee, 'Art direktör, müştem grubunun başındaki hatun için eski ajansından ayrıldığını ve orada-burada çok büyük bir transfer ile gittiğini haber yaptırarak bu ajansa geçtiğini' yazıyorum. Ve ekliyorum: 'Halbuki önceki ajansından daha az bir paraya çalışıyormuş ve önceki ajansındaki sevgilisi olan junior art direktörü müştem grubunun yakışıklısına kaptırdığı için o ajanstan ayrılmak istemiş' diye fabrike ediyorum.

Herifin buradan önce hangi ajansta çalıştığını bile bilmiyorum halbuki.

Ve işin garibi, benim tamamen götümden uydurduğum hikaye doğru çıkıyor. Tek bir düzelti var hiç tanımadığım birinden geliyor: 'O kız junior art direktör değildi, junior yazarlardan biriydi' diye.


Woooooow. Kendime bayılıyorum.

18 Şubat 2010 Perşembe

ik krizi

BB odama geliyor. Uzun zamandır görüşemedik demeye. Ayrıca belki de vermek istediği mesajlar vardır.

Ben bir gün önceki konu üzerinde eklemeler yapıyorum: Reklamcılık üzerine büyük prodüksiyonlar, hikayeler neden bu kadar az diye sıraladığım maddeler. Bir yenisini daha ekliyorum, reklam ajansı içinde çalışanlar o kadar düşünmekten uzaklaşmıştır ki artık, bir hikaye yazmak için bile vakit ayıramazlar. Yani p0rn endüstrisi için üç dakikalık seks sahneleri çekmeye odaklanmış bir prodüksiyon şirketinin uzun metrajlı bir işe kafasını odaklayamaması gibi.


BB'nin suratına bakarken aklıma üç tane fikir geliyor. Birini hemen uygulamalıyım:

- AJ? Sanırım şu tekdüzelik problemi dediğin şeyi çözdüm. Neden bir hikayeye odaklanıyoruz ki, yüzlerce hikayeye odaklanalım ha? Tamam sonra konuşuruz. Deyip kapatıyorum.

İkincisi, bu yüzlerce hikaye arasında BB'den aldığım ilhamla yazacağım en az on beş hikaye daha olacak. Üçüncüsü ise BB'yi son zamanlarda gerçekten ihmal ettiğim fikri.

- Boşanma süreci tamamen bitti JC. Artık bekar bir kadınım. Diyor mutlulukla.

- Harika, o zaman bunu kutlayalım. Brooklyn Köprüsü'nün Altı tam bize göre. Diyorum.

- Wat evır. Diyor.

17 Şubat 2010 Çarşamba

hergelen

Art direktör hergelesi geliyor yanıma:

- Ne iş yaptığımı yerinde incelemeye mi geldin? Diye soruyorum.

- Şunu bil ki, akıl oyunların benim üzerimde işlemez demeye geldim. Diyor.


WOW. Kendimi ihtiras-entrikalar-iktidar üçgeni içinde geçen bir dizinin setinde hissettim.


Reklamcılık üzerine büyük prodüksiyonlar neden yoktur biliyor musunuz? Birincisi reklam ajansı içinde çalışması gereken insanlar orada çalışmaz da o yüzden, ikincisi reklamın içinde dramatize edecek bir şey yoktur hikaye olarak. Fakat bu herif sanırım buna gerçekten çok yaklaştı. Mad-men de işte bunu başardığı için sektörün dışındaki insanlar tarafından bu kadar ilgi çekti.

16 Şubat 2010 Salı

Yazışma araştırma soruşturma

Patronun odasındayız. Çoğul eki kullanma sebebimi açıklamayacağım.

Konu dünkü yazışmamız. Daha doğrusu bir mail ve bir cevaptan oluşan yazışma. Buna yazışma denirse. Ona araştırma denirse, şu anki şeye de soruşturma diyebiliriz.


- Biliyorum ki bu ajans çok sık şekilde kreatif direktör değiştirip duruyor ama bunlardan kaçı benim suçumdur? Diye soruyorum ortaya.

Patron bu konuşmanın sonunda ne olacağından çok emin bir şekilde yine masadaki kurabiyelerle oynayıp duruyor. Kimseden ses gelmeyince, devam etme ihtiyacı hissediyorum.

- Ayrıca geçen seferki toplantıda art direktör hergelesi benim bu ajansta ne işe yaradığımı sorduğu için gidip istifa mektubu falan vermedim.

AG sürtüğüyle göz göze geliyorum. Elini gömleğinden içeri sokmuş göğsüyle oynuyor ve yiyecekmiş gibi bana bakıyor. Ben yine devam ediyorum:

- Burası bir reklam ajansı değil mi? İnsanlar her şeyi niye kişiselleştiriyor?

Bu sefer de stratejik planlamadan sorumlu herifle göz göze geliyorum. 'Bu sefer ağzına sıçtık senin' dermiş gibi bakıyor suratıma. Ben yine konuşmaya devam etme zorunluluğu hissediyorum kendimde:

- Eğer gerçekten birileri bir boku benim yüzümden beceremiyorsa, ben gideyim, herkes keyfine baksın. Diyorum.

Herifin gözleri ışıldıyor. Penaltı kazanmış bir takım oyuncusu gibi, penaltıyı direkt olarak gole çevireceği için seviniyor.

Patron ağzını açıp durumun bununla ilgili olmadığını söylediği anda penaltıyı kaçırmış bir takım oyuncusu gibi yıkılıyor.


- Bence sen söylenmesi gereken şeyleri söylemişsin o zaman JC. Diyor patron. Eğer bunları bir kişi bile söylemeyecekse, kreatif direktör ve art direktör cuntası altında devam edecek anlamına gelir bu ajans. Halbuki burası ordu değil, bir reklam ajansı.


Art direktör hergelesi lafa giriyor:

- O zaman kreatif direktörümüzü kayıp mı ettik? Diye soruyor hiçbir şeyi üzerine alınmadan.

- BB. İş yine sana düşüyor. Kaçıncı kreatif direktörümüzü arıyoruz? Diye soruyor patron.

- Bilmem, ben sayamadım artık. Diye cevap veriyor BB.

- Global bir ajansa yakışmayacak kadar çok. Diye ekliyor stratejik planlamadan sorumlu herif.

- O zaman şimdiye kadarkiler de global bir ajansa yakışmayacak tiplermiş. Diye kapatıyorum lafı.


Biliyor musunuz, azıcık da olsa kendimi suçlu hissetmiyorum.

15 Şubat 2010 Pazartesi

Araştırma deme bana Corç. Araştırma deme! Araştıracağım.

Bir gün önce harika sahneler yazıp da geldiğiniz yer bir reklam ajansı ise…


Sanırım bir satış ofisinden daha güzel bir şeymiş gibi görünebilir ama inanın, reklam ajansı ile satış ofisi veya kargo şubesi arasında bir fark yoktur aslında. Hepsi de içindeki insanlarla oluşmuş kümelerdir.


Masanın üzerine stratejik planlamadan bir dosya bırakılmış. Mük'ü çağırıp dosyayı açtırıyorum. Mük okumaya ve benim için değerlendirmeye başlıyor:

- Çeşitli pazar araştırmaları yapılmış. Diye özetliyor.

Maillerime bakarken kreatif direktörden gelmiş mail ile bu dosya birleştiği zaman, kafamda şöyle bir sentez oluşuyor:

- Geçen haftaki toplantıda yaptığın tüm itirazları, bilimsel araştırmalar sonrasında elde ettiğimiz bulgular olduğu için ignore ediyoruz.


Reply all düğmesine basıp hemen cevaplıyorum:

- Gerizekalı herif. Bana araştırmalar diyerek gelme. Gelirsen senin titrin kreatif direktör değil, bilimsel direktör olur ki burada yaptığımızın tam olarak bilim olduğundan bile şüpheliyim. Her boku bilimle halledebilseydi bu dünya, kreatif direktörler de senin mezun olduğun salak okullardan gelenlerden değil de, mühendislik bölümlerinden seçilirdi et kafalı!


Mail gider gitmez telefonlar çalmaya başlıyor. İlkinin kim olduğunu merak ederek açıyorum. Ötekisini de Mük açıyor.

- JC beni manyak tahrik ediyorsun, toplantı odasında sevişelim mi?


Elbette telefonun kimden geldiğini belirtmeye gerek yok. Ben AJ'nin odasına gidip şu film üzerine düşüncelerimi açıklayayım.


14 Şubat 2010 Pazar

sevgililer günü neden çoğul

- Bir sevgililer gününü daha sevgilisiz geçirdim JC. Diyor Mük.

- Estel'le aranızda bir şeyler var sanıyordum. Diyorum.

- Henüz tanışma evresindeyiz. Diye düzeltiyor beni.


Estel odaya giriyor:

- Haydi kaldığımız yerden devam ediyoruz. Diyerek bizi tekrar bilgisayar başına alıyor.

Bu işten herkes zevk alıyor.

Eminim siz de alırdınız hikayemizi okuyabilseydiniz.


Neden çoğul ki bu meret? Kalabalık psikolojisi olsun diye mi: Two's a crowd demişler!

13 Şubat 2010 Cumartesi

p0rn yazmak

Dünkü toplantıdan çıktıktan sonra AG sürtüğü odamda soluğu aldı. Beni anlıyormuş, haklıymışım, zaten o art direktör de işe yaramazın tekiymiş, AG' ile aramızdaki ilişkiden dolayı bana gıcık oluyormuşmuş…

- Haaw. Diye sustuyorum AG sürtüğünü. 'Aramızdaki ilişki?'

- Herif bana aşık JC. Diyor. Dediklerine göre sadece ben bu ajanstayım diye öteki ajansında aldığı para karşılığı burada çalışmayı kabul etmiş. Diyor.


Vay be sevgili okurlar: Dünyanın neden bu kadar saçma bir yer olduğunu her dakika anlayabilirsiniz bu hikayelerle.


- AG git şu herifle evlen ve yeryüzünde en sona kalan insanlar sen ve ben olsak da önce seni öldüreceğimi ve ondan sonra intihar edeceğimi, bunun da, ben intihar edersem senin benim üzerimde nekrofili yapacağını düşündüğüm için bu sıralamada gerçekleştiğini anlat. Diyerek bitiriyorum.


Mük geliyor, Cuma akşamı olduğunu hatırlatıyor bana ve akşam için film yazımı gecesi yapacağımızı söylüyor.

Bilgisayarlarımızın başına geçip çeşitli karakterlere bürünerek, kağıt üstünde p0rn yazıyoruz.


Harika bir Cuma akşamı.

12 Şubat 2010 Cuma

Mizah dergileri ve reklamcılık

Şu mizah dergilerinden birini elime alıp inceliyorum toplantıda. Bir kreatif direktör, yanında bir sülük yazarı, onun yanında sülük yazarın partneri olan 'grafikeri' ve benim neden toplantıda bir mizah dergisi ile oynaştığımı merak eden serseri art direktör. Müşteri tarafını saymadan olmaz, AG sürtüğü, evlendiği için son aylarda çok heyecanlı göründüğünden şu anda kokain krizine girmiş gibi sıkıntılı görünen Miranda ve tek güzel görüntü: Estel. Neyse ki AG sürtüğünü art direktör ile kreatif direktör arasında bıraktım da, en fazla masa altından onlara hand-job yapıyordur. Böylece ben rahatım.


Mizah dergilerinini düşünüyorum. Kargacık burgacık yazıları okuyup kendine bir parça gülecek malzeme arayan okurlar için çıkartılıyor. Peki neredeyse her şey şekil şartlarını yerine getiriyor da bu karikatüristler bunu neden daha güzel görünen bir hale getirmiyor? Reklamcılık üzerine çıkartılan her yayında neredeyse bir 'görüntü kaygısı' varken, mizah dergilerinin bu kadar rahat ve saman kağıt üzerinde olmasını çözmeye odaklanıyorum şu anda. Reklamla mizah arasında bir ilişki yakalamaya çalışıyorum burada!


- Sen ne dersin JC? Diye biri sorduğu için düşüncelerimden kopuyorum.

- Neyle ilgili? Diye sorarak vakit kazanıyorum. Her toplantıda işe yarayan cümlelerimden hangisini seçsem diye düşünüyorum.

- Şu geçiş dönemi işleri ile ilgili. Diyor AG sürtüğü.

- Bunlar çok cafcaflı. Bence daha sade şeyler olması gerekir. Diyorum.

Art Direktor kılıklısı bozuluyor. E tabi, o kadar uğraşıp kendince sanat yapmış ve ben 'daha sade olmalı' diyorum. Bozulmaz mı. Üstelik iBey'den başka art direktörle anlaşabildiğim görülmemişken…

- Bu herif ne anlar ki, toplantıda mizah dergisi okuyor. Diye araya giriyor hergele. İşte, araştırma yapabileceğim bir adam.


Dergiyi ona uzatıp soruyorum:

- Sence bu görüntüler sade mi? Yoksa bunu herhangi bir insanın okumasını ya da bakmasını sağlayabilecek estetiğe sahip mi? Gülmek ya da eğlenmek gibi bir motivasyonun olmasa, buna bakar mısın?

- Ne ilgisi var? Diye soruyor.


Bir süre hiçbir şey demeden dergiyi onlara tutuyorum. Kargacık burgacık ve çok farklı tarzda karikatüristlerin çizim stilleri ile karışmış sayfaları onlara gösteriyorum.

- Buna bakan insanların bir motivasyonu var çünkü bu estetiksizlik yıllardır mizah olarak adlandırılmış. İstersen her yazıyı ters bas, insanlar beklentileri ile bunu okuyacaklar. Fakat senin şu ilanların 'ben art direktörüme ödül getireceğim, herkes okumasa da olur' havasından başka hiçbir şey söylemiyor bana. Eğlenmeyeceksem, neden okuyayım? Estetiği düzgün olduğu için, neden bakayım? Zira bundan çevrede yüzlercesini görebilirsin ayrıca onlarda 'kadın' var, buradaki kıllı herif kimin umrunda?

- Syktyrsyn bu herif. Zaten ne işe yaradığını çözebilmiş değilim bunun.


Polemiğe fazla girdiğimi hissederek kreatif direktöre dönüyorum:

- Strateji… diye cümleye başladığı anda sustuyorum adamı.

- Bunun ne olduğunu, yaşlı bir adam anlamadıkça… Ne anlamı var. Deyip kaçıyorum odadan.

11 Şubat 2010 Perşembe

Kağıt üstünde p0r-n

Duş alıp bilgisayarımın başına geçtiğim zaman daha iyi yazdığımı düşündüğüm için, eve girer girmez duşa gidiyorum. Estel ve Mük'ü başbaşa bırakarak.


Çıktığımda kızların boş durmadığını ve benim için minik bir film hikayesi yazdığını görüyorum.

Kağıdı elime veriyorlar.

Okumaya başlıyorum.

Okurken bile, sertleştiğimi hissediyorum, çaktırmamak için okumaya devam ederken sırtımı kızlara dönüyorum ama çok geç.


- JC, okurken bile seni yakaladığımızı görebiliyorum. Diyor Mük.

- Mük'le birlikte harikayız. Diyor Estel.


Sanırım yeni bir ilişki başlıyor. Zira.

10 Şubat 2010 Çarşamba

iBey n'aptı acaba?

iBey vardı bizim bi tane. N'aptı diye merak ediyorum.

En iyisi bilgiyi birkaç kaynaktan almaktır. Önce dedikodu hattına bağlanıyorum: Şakacı Kadın J.


- JC'ciğim, iBey ajansı açtı, birkaç müşteri aldı fakat devamı gelmedi. Şu anda eski karısının yanına yerleşti diye biliyorum.

- Bu kadar çabuk mu?

- Tatlım çabuk dediğin zaman diliminin bir buçuk sene olduğunu unutma.

- Voah o kadar olmuş mu…


iBey'i aramaya çekiniyorum. Mük'e bir şeyler yaptırayım bari. Mükemmel Asistan'lar bunun için var, değil mi?


- iBey telefonun diğer ucunda senin o güzel enerjine ihtiyacı varmış JC. Diyor Mük.


Bence rezalet bir telefon konuşması yaşıyoruz iBey'le. Sektörün puştluğundan girip, fiyat kıran hergelelere geliyoruz, sıfır liraya çalışan ajanslardan dem vuruyoruz.

- Akşama p0rn0 filmi yazacağım güya. Şu halimle çocuk tiyatrosuna bile fikir veremem Mük. Diyorum telefonu kapattıktan sonra.

- Seni akşamüstü bir cat-size paklar. Diye sesleniyor içeriden.


Estel dalıyor odaya ve 'naber' diye soruyor.


İçinde bulunduğumuz yüzyıla konsantrasyon çağı dememiz gerekiyor bence. Bir dakika önce ne yaptığımı bile unutmuş halde 'iyidir Estel, hiç p0rn seyreder misin' diye sorarak tamamen farklı bir ruh haline geçiyorum bile çoktan.

9 Şubat 2010 Salı

laptop fetişi

'Laptop fetişi' diye bir başlık atmışım ve saatlerdir tavanı seyrediyorum.

Bunu nereden mi biliyorum?

İnsanlar 'mükemmel asistanları' işte bu yüzden işe alıyor ve ben de zamanında bir tanesini almıştım. O söylüyor bana.


- Nihai yazar sen değilsin JC.

- Mükemmeli vermek istiyorum AJ'ye.

- Tatlım ben AJ'in de bunu yazabileceğinden şüpheliyim.

- Aa inan bana. P0rn filmden advertorial filmine kadar her şeyi yazar bu çocuk. Tamam belki ilk defa yazacak ama...

- Belki de yazmak için başka biri…


Mük haklı. Hikaye olacaksa ortada, onun kabasını çıkartmak yeterli. Ki, bu genre'nın izleyicileri hikayesizliğin içinde boğuldukları için osuruğa bile 'hikaye' deme cesaretini gösterebilecek kişiler.

Ben halen genre'nın gerekliliklerini yerine getirecek yenilikçi yaklaşımları alt alta sıralamakla uğraşıyorum.


- Akşam bana uğrasana Mük, şunu bir şekillendirelim.


Yüzünde gülücükler açmasını sağlayacak cümlenin bu olduğunu bilseydim en baştan söylerdim.

7 Şubat 2010 Pazar

uçaktaki fransızlar ve aramızdaki fransızlar

Kucağımda bilgisayarım ile uçaktayım. Yanımda gece yorgunu bir fıstık var.

- Nasıldı? Diye soruyorum daha fazla merak edemeyerek.

- Sanırım Fransız kızları tipim değil. Diyor.

- Herhangi bir Fransız ürününün tipin olacağı fikrine nasıl sıcak baktığını anlamış değilim. Diyorum.


Yanımızdaki kadın rahatsız oluyor.

- İyi ki dün Fransızlar ve onların beceriksiz ordusu hakkında Fransızın birine verdiğim vaazı görmediniz. Diyorum yüksek sesle.


Sonra yaşlı morukun rahatsız olduğu şeyin Mük'ün 'Fransız kızları tipim değil' demesinden ötürü başka bir 'konu' hakkında olabileceğini düşünüyorum.


İşin tersi, sebep ikisi de olabilir!

- İçimizdeki Fransızlar. Diye mırıldanıyorum.

6 Şubat 2010 Cumartesi

parti ve tren

Dönüş yoluna geçmeden önce gece partiye götürüldük. Bisküvi ile karnını doyuran bir insana göre oldukça iyi partiliyorum. Kenarda dikilerek ve içerideki insanları izleyerek dünyanın hiçbir şekilde farklı olmadığını görebildiğim için mutluluk yaşadım. Kısa süreli mutluluk birkaç Fransız hergelesinin içeriye girmesi ile dağıldı. Baktım, Mük kendisine bir Fransız çıtırı ayarlamış 'ben odadayım, sabaha görüşürüz' diyerek odaya çıktım. Bisküvilerimi yedim. Bir kısmını sabah için sakladım ve uyudum.


Rüyamda bir tünel görüyorum. Tünelde ilerliyorum. Sonda bir ışık hüzmesi var ama... Tam olarak ne olduğunu çözemiyorum: Tren miyim yoksa bir kamera mı.

5 Şubat 2010 Cuma

bisküvi dünyanın en önemli yiyeceğidir. düşünsenize, savaş çıksa ne yiyeceğiz!

Cebimi bisküvi doldurarak toplantının yapılacağı salona gidiyorum. Neyse ki Türkiye'den gelen sadece biz varmışız yoksa bizim beceriksizler Fransız kızlarına asılmayı beceremeyip, benim yanımdaki fıstığa asılmayı tercih ederlerdi.


- Çok gerginsin JC. Rahatla biraz. Diyor Mük.

- Fransız topraklarında yaz modumu sergilememi bekleme benden Mük. Bekleme benden.


Salondaki kahveleri alıp cebimdeki bisküvilerimle sabah kahvaltımı yapıyorum.

- Güne hazırım.


Abuk sabuk görüşmeler, konuşmalar. Halen burada ne işimiz olduğunu anlamış değilim. Yeni bir yarışma mı? Yeni bir festival mi? Yoksa ajansı mı satıyoruz? Ciddi bir şey olsaydı beni göndermezlerdi diye düşünerek arkama yaslanıyorum.


Peki ya kendimi rezil etmem için gönderildiysem buraya?

Neden olmasın.


Ah politika!

4 Şubat 2010 Perşembe

bisküvi

Bisküvi ile besleniyorum dünden beri. Bu lanet Fransız topraklarında, mutfakta hazırlanmış hiçbir şeyi ağzıma sokmam!

Mük ile girdiğimiz markette Fransız yapımı olmayan bisküvileri bulmak için de baya uzun bir zaman kaybettik. Amerikan atıştırmalıkları olmasa n'apardım bilmiyorum.


Midesiz Mük, neredeyse gittiğimiz her yerde bir şeylerin tadına bakıyor.


Sadece kahve ve bisküvi ile geçireceğim iki günün ilk saatleri oldukça kötü gidiyor.


Kafede kahve içerken ayağıma takılıp düşecek gibi olan Fransız tiplemesine de güzel bir küfür savuruyorum. Türkçe. Fransızca konuşmaya başlayınca da Fransız ordusuna söven İngilizce bir küfür ediyorum. Özet olarak 'zaten yürümeyi bilseydiniz, Almanlara domalmazdınız' gibisinden bir şeyler diyorum.


Pis Fransızlar.

3 Şubat 2010 Çarşamba

black suits are watching you

Havaalanındayız. Üzerimde gayet de Hawaii'ye gidermiş gibi çiçekli bir gömlek, bol bir şort, sandalet ve güneş gözlüğü var. Kafamdaki balıkçı şapkasını da unutmayayım. Amazon'dan 12 dolara almıştım.

Mük ise halen benim neden bu şekilde giyindiğime dair sorular soruyor.

Ona sadece 'sus' diyorum. Tadını çıkar. Birlikte çıktığımız ilk yurtdışı seyahati değil mi bu?

Evet.

O zaman? Kendini JC'nin global dolaşımına bırak!

Mük'ün ciddi giyimine bakarak arada bir ürkmüyor da değilim. Yoksa gayet reklam dışı bir iş için mi çıkıyoruz diye şüphelenmeye başlıyorum.


Birkaç saat sonra Paris'teyiz.

Uçağa bineceğimiz andan itibaren nereye gideceğimizi bildiğim için ağzıma gelen tüm Türkçe küfürleri sıralıyorum.

- Hangi zırtapoz tutuşturmuştu bu kağıdı senin eline Mük? Diye soruyorum ama söylediği ismin kim olduğuna dair hiçbir fikrim yok.

Sanırım şu ajansta yeni boy göstermeye başlayan takım elbiseli tayfasından bir tanesi.


- Peki madem o! Benim uzun zamandır dışarı çıkmadığımı nereden biliyor?


Bu heriflerin yeni çalışmaya başladıkları bir yerde ilk olarak diğer çalışanların sigorta, prim ve izin kayıtlarını ve bununla da yetinmeyip şirketin önceden yaptığı tüm sözleşmeleri incelediğinden şüpheleniyordum zaten hep.


Hani büyük birader takip edecekti bizi sadece? Bu heriflerin büyük oldukları tek yer; dünya kumaş tüketimi tablosunda kapladıkları yer.

2 Şubat 2010 Salı

Mük telefonda

Gece Mük arıyor:

- Hazırlanıyorsun değil mi JC'ciğim? Diye soruyor.

- Neye hazırlanıyor muyum? Diye soruyorum.

- Yarın sabah uçağımız var canım. Nereye gittiğini bilmeden çıkacağın bir yolculuk vardı hani.


Uzun bir sessizlik yaşıyoruz çünkü ben halen şu mekan sahiplerinin neden kendi mekanlarında manitalarıyla flörtöngözlük yaptıklarını düşünüyorum. Müşterilerin orada be kadın/adam!!!


- Oradasın JC. Nefes alıp verişini duyuyorum. Cümlesi ile düşüncelerim kesiliyor.

- Evet. Kiminle görüşüyordum? Diye soruyorum (tamamen hafıza tazelemek için)

- Ben Mük.

- Hah evet. Mükcüğüm lütfen bu akşam bana uğrayıp bavulumu da gideceğimiz yere göre hazırlar mısın acaba? Diyorum.


Uzun bir sessizlik yaşıyoruz yeniden.

- Bazen acaba seni çok mu ihmal ediyorum diye düşünüyordum JC. Diyor.

- Mümkündür. Ne yapman gerekiyordu da yapmadın?

- Mesela sana aynı zamanda bir bakıcı da lazım. Diyor.

- Geliyor musun, gelmiyor musun? Diyerek telefonu kapatıyorum. Elbette cevabı dinlemeden.


İşte ona bu yüzden 'Mükemmel Asistan' diyorum. Anlatabildim mi?

1 Şubat 2010 Pazartesi

pisuarlarda sadece erkek yıldızlar keşfedilir

Dün geceden beri aklımda şu dünkü kafe olayı var.

İnsanlardaki bu p0rn0 yıldızı güveni nereden geliyor bilmiyorum. Kendine güveni olması gereken insanlarda utangaçlık var, utangaçlık hissetmesi gereken insanlarda da porno yıldızı rahatlığı var.

Lütfen bu özgüveni nereden alıyorsanız fişinizi de yanınıza alarak oraya gidin (faturayı bulamıyor olsanız da gidin) ve onlara deyin ki:

- Lanet olsun ben bu lanet kıyafeti üzerimde taşıyamıyorum ve size fişi bulamıyor olmama rağmen size iade etmek istiyorum. Hangi lanet insana satmak isterseniz satın bu lanet p0rn0 yıldızı özgüveninizi.


İşte tam o sırada aklıma AG için harika bir kurs açma fikri geliyor: Kendinize 1 günde p0rn yıldızı özgüveni enjekte edin.


Pisuardayken aklıma bunun geliyor olması, bana şu özlü atasözünü de hatırlatıyor: Pisuar deyip geçme, nice p0rn yıldızı onun sayesinde keşfedilmiştir.

Bunların sadece erkek yıldızlar olduğunu düşünmek AG'ye çok koyacak. Challanger füzesini mi ateşlesem acaba?