30 Ekim 2009 Cuma

Mük

Mük, uzun süredir solaryuma gidiyormuş. Her gün gördüğüm için farkına varmamışım ama geçen gün solaryumda uyuyakaldığı için birkaç gün daha fazla koyulaştığı için bronzlaştığını yakalayabiliyorum.
- Ofis ışıklarına bronzlaştırma etkisi mi koymuşlar? Ofisten hiç çıkmadığın halde nasıl bu kadar bronz kalabiliyorsun? Diye sorduğumda bana hikayenin tamamını anlatıyor.

İnsanlar, sevgilileri olmadığı zaman bireysel aktivitelere daha çok zaman ayırıyor galiba diye bir not düşüyorum CofThoughts isimli text dosyama. Benim bunu yazdığımı görünce bana 'senin ne zaman sevgilin olmuştu en son?' diye soruyor. Aklınca beni zora sokuyor.
İşte bu yüzden bireysel aktivitelerde bu kadar iyiyim yavrum. Beni bir çöle bırak, bir kere sıkıldım dersem, bedevilerle uzun eşek oynayacağıma dair söz veriyorum.

28 Ekim 2009 Çarşamba

creative director meselesi

Boyalı BB'ye bir ziyarette bulunayım diyorum. Hani haberlerdeki gibi 'çeşitli temaslarda bulunmak üzere üst kata çıkan JC...' cümlesi çınlıyor zihnimde. Elinde Starbucks bardakları ile yanımdan geçen kızlara selam veriyorum. Frappe alan kızlar eğer etek giymişlerse, muayyen günlerindedir diye düşünürüm hep. Bu düşünceye neden kapıldım bilmiyorum ama.

BB'ciğim asistanı ile brainstorming seansına girmiş. 'Rahatsız etmeyin' yazısının üzerine cebimden çıkarttığım 'sigara içilmez' sticker'ını yapıştırarak içeriye dalıyorum.

Sessiz bir adam olduğum için 'kapıda ne yazıyordu?' diye tepki göstermeden içeriye girmeme izin veriyorlar. Sonra kupalarındaki bitkisel çaylarına sarılıp, hep bir ağızdan 'Naber JC?' diye soruyorlar.

- İyidir kızlar, sizi sormalı. Yardıma ihtiyacınız var mı?
- Aslında var, diyor BB. Kreatif grup ile ilgili neler yapabiliriz, onu düşünüyorduk. Zira arkadaşlar son günlerde biraz rahatsız olduklarını dile getirdiler. Diye tamamlıyor cümlesini BB.
- Onlara güzel bir kreatif direktör bulman, çocukları biraz neşelendirebilir. Diyorum. Sonra ekliyorum: İstersen ben sana gidip şehrin en iyi kreatif direktörünü getirebilirim.

Boyalı BB, kendi arazisine girildiği için biraz rahatsız oluyor ama 'pozitif enerji' diye mırıldanarak bunu da atlatıyor.

Boyalı BB muhtemelen benim neden böyle tuhaf bir meslek dalında olduğumu düşünerek yüzüme bakıyor. Asistanı, Boyalı BB ile ikimizin arasında herhangi bir şey olduğuna dair bir sinyal yakalayabilir miyim acaba bakışları ile bize bakıyor.
İnsan Kaynakları, neyin yanlış gittiğini ondan bundan çok daha iyi bildiği halde, neden bunu düzeltmek için kendi arasında brainstorming yapar ki? Ben de bunu anlamaya çalışıyorum şu anda.

Öyle bir sahne işte.

26 Ekim 2009 Pazartesi

para

Takım elbisesiler ile ajansın uzun saçlı eski çalışanlarından biri ayaküstü laflıyorlarken yanlarından geçiyorum:
- Bu ajans para kazanmayı unuttu artık. Diyor bizim uzun saçlı.
- Haklısınız, diyor takım elbiselilerden biri. Bu yaratıcı saçmalıkları eskide kaldı artık.

Nasıl tuhaf diyalogları yakalıyorum böyle diyerek kendimi okşuyorum, çaktırmadan. Zira bu sahneyi AG Sürtüğünün görmesini istemem. Siz de istemezsiniz. Emin olun.

23 Ekim 2009 Cuma

AG

AG sürtüğünden bahsedeyim size biraz. Bu kız, meslek hayatına reklam yazarı olarak başlıyor. Nasıl beceriyor veya beceriliyorsa artık, zamanında en sağlam ajanslardan birinin kapısından içeri giriyor. Canım cicim ayları boyunca bol bol ajans içindeki evli erkekler tarafından okşandıktan sonra (evli olmayan erkeklere sıra gelmeden önce bu kızları evli adamlar paylaştığı için evli olmayan erkekler genelde ajans dışında okşayacak kız ararlar) kaybedilen dolarların ardından yaşanan deprem ile kendisini kapı önüne çok yakın bir masada buluyor. Tam o sırada, büyük müşterilerden birine gidilmesi gereken günlerden birinde giymiş olduğu mini etek (90'lar) sayesinde bu kızı da müş-tem asistanı olarak tutup müşteriye götürmeye karar veriyorlar. (O gün asistan hasta mıymış neymiş, gelememiş ajansa...)

Ondan sonrası bizim kızın müşteriyi etkilemesi ve 'kim bu arkadaş' sorusu ile devam ediyor ve bu şanslı günün ardından, ajanstan postalanmak yerine müştem kadrosunda afişet olarak kullanılması öngörülüyor.

Birkaç ay kadar sonra daha da iyisi oluyor, kaçmak üzere olan tüm müşterileri bu kız, allem edip kallem edip (mata hari usülü) ajansta tutmasına rağmen patron bunu fark etmiyor. Bizim kızımız da 'vay siz misiniz benim yaptıklarımı görmeyen' diyerek müşterileri alıp kaçıyor. Nereye? O sıralarda yeni kurulmakta olan ve kimsenin eleman olarak bile çalışmak istemediği 'tuhaf, yabancı ortaklı bir ajansa'.
AG sürtüğünün hikayesi işte orada başlıyor ve ardından bizim milf bozması MLFO network'üne eşşek yüküyle transfer parası alarak geldiği güne kadar sürüyor.

Şu anda olgunluk günlerini sürüyor. Bu yüzden eski günlerinin büyük bir kısmını gözlerimle görmediğim için şükrediyorum. Hele ki bir akşam ajans içerisinde üçlü yaptıklarının müşteriden uzun süre gizlenmeye çalışması vardı ki... (Müşteri biraz tutucu olduğu için, bu bilgi rahatsız eder diye düşünülüp, 90'ların gücünün ardında saklanmıştı. Neyse ki şimdi internet var. Daha gruptan kimse boşalmadan bu bilgi dışarı sızar, söyliyim size.)

Daha çok bilgi sızdırmak için buradayım sanmayın. Ben daha çok bu bilgileri gizleme görevimi yerine getirerek işbitiricilik görevimi yerine getiriyorum. Bu arada ajansa hala bir creative director bulamadılar galiba.

20 Ekim 2009 Salı

Alaylılarla alay edilmez

Şimdi bu başlığı istediğiniz tarafından tutabilirsiniz. İster alaylılarla dalga geçilmez anlamından tutun, ister alaylılarla eğlenilmez anlamından yakalayın: Sizin yapacağınız bir tercih.
Bana gelince, ben tercih yapmam. İnsanların tercihlerine göre karar vermeye çalışırım. Meseleyi çok fazla derine indirmeyeyim.

Söyleyeceğim şey şudur ki: Okullular ve alaylılar adı verilen iki sınıf var bu dünyada. Fenerbahçe ve Galatasaray rekabetine benzer bir sidik yarışıdır bu ve dünyanın 4'te 3'ü sular ve pisuarlarla doludur / yani bu sidik yarışının asla bitmeyeceğini söylemek istiyorum size.

Eğer karşınızdaki art direktör size afilli laflar ediyorsa, bu okullu görünmeye çalışan bir alaylı da olabilir ya da tamamen gerizekalı bir okulludur. Okulluları da küçümsemeyin sayın alaylılar, çünkü golü yediğinizde sizinle alay edecek olanlar da yine onlardır. Şimdi de okullulara gelelim: Alaylı diye kimseyi hafife almayın, sizinle alay edecek kişilerin alaylı olması oldukça 'ironik' bir durum olur.

Ben ne miyim? Hem okullu hem alaylı. Anlaşıldı mı şimdi? Herkes işinin başına. Marş marş.

19 Ekim 2009 Pazartesi

baştan

Peki şimdi her şeye en baştan başlayalım:
Global bir reklam ajansının İstanbul bacağında işbitirici olarak çalışıyorum. Organizasyon şemasını veya payroll'u elinize alıp da böyle bir madde aramayın, bulamazsınız. Elbette sizin sandığınızdan çok daha fazla titr var bu dünyada ve bunların birçoğu popstarlar veya futbolcular kadar fazla bilinmiyor. Reklam gibi spesifik bir konudan bahsederken, içerideki insanların bile bunu bir raya oturtamadığı düşüncesine kapılmak istemiyorum. Sıfatlara bu kadar fazla takılmayın. Aksi taktirde en büyük kazığı 'sıfatsızlar'dan yersiniz. Hayat dersidir bu, bir kenarınıza yazın! Kafanızın bir köşesine değil.

Şurada insanlara böyle bir şeyi açıklamak zorunda kaldığım için de öncelikle kendime ve ardından askerliğini yapmakta olan arkadaşım eşşeke bir güzel küfrediyorum.

Yeterli mi?
Farkındayım, bu çok sık başımıza geliyor: Takımın genel oyununa odaklanmak yerine biz hep "Hasan'ın oyununa" odaklanıyoruz. Genetik bir şey bu. 'Eğitim' gibi kavramlarla açıklamaya çalışmayın, sizi çok fena eğitirim!

15 Ekim 2009 Perşembe

Ufff. Bu iyiydi.

CJ kılıklısını Estel'in yanında gördüğüm zaman cinler tepeme çıkıyor! Estel'i uyarmak geçiyor içimden ama sanırım AG sürtüğüne dair uyarım ters tepti. Ağzımı bile açamıyorum.

CJ kılıklısı vır vır vır bir şeyler anlatıp duruyor kıza. Uzaktan izliyorum. CJ'in yanından kurtulduğu anda yanına geliyorum Estel'in. Ağzından ilk çıkan cümle şu oluyor:
- Am.na kod.m.n çocuğu!

Oha! Bu kadar sertini de beklemiyordum! Videoyu Glamour kategorisinde diye takmıştım alete ama hardcore çıktı! İyi mi!

14 Ekim 2009 Çarşamba

gülmeyin diyorum size, salak salak gülmeyin

En gıcık olduğum şeylerden birini daha gördüm bugün: İki yakın arkadaşın (kız ya da erkek fark etmez) birlikte kalabalık bir yerde, kıkır kıkır gülerek ilerlemesi! Deliriyorum bu tipleri görünce. Eminim çok salak şeylere gülüyorlardır o sırada (herkesin salaklığı bir başka) ve muhtemelen arkadaşlıkları bir gün biterse o anları hatırlayıp yüzleri kızaracaktır.
İnanır mısınız? Umrumda bile değil! İsterse götleri kızarsın.
Salak salak gülmeden önce, iki kere değil, yirmi iki kere düşünmeleri gerekir. Salak salak gülmek çok pahalı olsun, gülümsemek bedava olsun ve teşvik verilsin. Her şeyi devletten beklemeyin: Arada bir vergiyi siz koyun, teşviği de siz verin!

13 Ekim 2009 Salı

aram iyi

Son zamanlarda kızların sigara içişine taktım. Çeşit çeşit sigara içme modelleri var. En çok taktir ettiklerim ise yürürken sigara içmelerine rağmen, sigaranın eline yakıştığı kızlar. Genellikle esmer ağırlıklı oluyor bunlar. Sarışınların bir şanssızlığı var: Ya hanım hanım oluyorlar ya da party girl. Arası yok! Haa bir de şu minicik çantaları omzuna asıp gezen memur kılıklı herifler sinirimi çok fazla bozuyor.

Mük'le aramız son günlerde yine iyi.
- Akşam sana geleyim mi? Diye soruyor sıcak bir şekilde.
- Gel, diyorum. Ama uslu oturacaksın. Diye ekliyorum.
O sırada arkamda Estel'in varlığını fark ediyorum.

İkimizin de (Mük ve ben) yüzünde bir tuhaflık belirmiş gibi. Estel bir ona bakıyor, bir bana bakıyor.
- Wow. Diyor sadece.

Sesi de çok tatlı bu kızın.
Peki ya yanlış anlaşılma?
Üçün ikisi farkında bile değil. Yarın anlarız veya Estel daha fazla kurcalamaya devam ederse: Kafamın içine edeyim! Ağzımdan çıkan laflara dikkat etmem gerektiği hissine hiçbir zaman bu kadar kapıldığımı hatırlamıyorum.

12 Ekim 2009 Pazartesi

acının farkında olmak

Şu sıralar piyasalarda iyice bir güvensizlik var. Ajanslar müşterileriyle olan ilişkilerinin sürdürülebilirliği konusunda kaygılılar. Bu durum da elbette, kendi eserleri. 'So no offense' derler yani. Bende de bir yuppilik mi başlıyor? Ah umrumda değil.
Elemanlarda da bir güvensizlik sezinliyorum. Artık tüm ajansları tüketmişler. Çalışmadıkları ajans neredeyse kalmamış.
Bana da bazen 'neden bu kadar az ajansta çalıştınız JC Bey' diye soruyorlar. Onlara öncelikle 'bana JC deyin lütfen ya da bana lütfen JC deyin' dedikten sonra 'çünkü bokun tadını anlamak için onu birkaç defa tatmanıza gerek yok. Bir kere ısırın ve tadına bakın' diyorum ve yüzlerini buruşturuyorlar. Nereden biliyorsunuz ki? Belki de tadını çok seveceksiniz? Kan emicileri seyrederken yüzünüzü buruşturuyor musunuz? E tabi, hepiniz kanın tadını biliyorsunuz da ondan buruşturmuyorsunuz. Er ya da geç, akan kanınızı emmiş ve tükürmemişsinizdir.
Balyaj'a bakıyorum yine. Koridorda leyla gibi geziniyor.
- Naber Balyaj? Diye soruyorum.
- İyidir JC, senden? Diye cevaplıyor.

'Acının farkındayım' diyesim geliyor ama... Tutuyorum ağzımı. Biraz sonra da aşık olduğu çocuğu görüyorum. Elinde bir viski bardağı ile geziniyor ve yan tarafındaki "kanki"siyle kıkır kıkır gülüşüyorlar bir şeye. Neye güldüklerini merak ediyorum ama bazen sosyal sorumluluğumu hatırlayarak her boka atlamıyorum.

Göreceğimi gördüm: Estel yerindeydi ve her zamanki gibi güzeldi. Sahi, ne oldu benim evde o gece?

10 Ekim 2009 Cumartesi

horny horny horny

Horny diye bir şarkı vardı bir zamanlar. Hani bir Türk yazmıştı. Bir anda aklıma o şarkı geliyor ve bu şarkıyı mırıldanarak koridorda ilerliyorum. Boyalı BB'yi görüyorum karşıdan. Üzerime doğru en sevimli gülümsemesi ile geliyor. Hangi şarkıyı mırıldandığımı duyduğu anda gülümsemesi çapkınlaşıyor.
- Yerim seni yerim. Diyorum.
Hiç bozuntuya vermeden bir anda bir liseli kız ifadesine bürünüyor.

Bayılıyorum, bu her kıvama girmeyi becerebilen insanlara. Çünkü bunu yapmayı herkes beceremiyor.
Peki herkesin beceremediği şeyleri beceren her insana bayılıyor muyum? Hayır.

9 Ekim 2009 Cuma

krizmıs song

Bir mektup alıyorum: "Ben bir reader'ım" yazıyor. Artık her haltı götümüzün (ve gözümüzün) kenarıyla okumaya alıştığımız için 'ben bir radarım' diye algılayıp 'güzel şarkı sözü olurdu' diyorum sesli bir şekilde.
Mük odamın ortasında bıraktığı ayakkabısını almak üzere içeriye girdiğinde bunu duyup:
- Ne güzel bir şarkı sözü olurdu? Diye soruyor. (Güzel bir şarkı sözü olabilecek şey ne? Anlamında.)
- Ben bir radarım. Diyorum.
- Çok tatlı bir radarsın. Diyor bana.
Üstüme alınıyorum ama meğersem o sözü içeriye girmekte olan Estel'e söylüyormuş. Estel çapkın çapkın sırıtınca Mük'e, 'uff' diyorum 'yine mi kızları kızlara kaptırıyorum?' Sonra bunun da güzel bir şarkı sözü olacağını düşünüp 'aa bundan da güzel şarkı sözü olur' diyorum.
Bu sefer Mük ile Estel aynı anda soruyorlar:
- Ne güzel bir şarkı sözü olur? (Güzel bir şarkı sözü olabilecek şey ne? Anlamında.)

Bu zincirleme bir şekilde devam edecek gibi görünüyor.

Krizmıs song'u dinlemek istiyorum. Kriz mriz güzel şarkı sözleri oluşturuyor. Melodilendirdikten sonra osuruk sesinin bile müzik olabileceğini savunurum her daim. Hem de güzel müzik.

8 Ekim 2009 Perşembe

estel ve a ve g

Estel'i AG konusunda uyarıyorum: 'Beni öldürsen bile, gidip AG sürtüğüne beni öldürdüğünü söyleme' diyerek anlatmayı tercih ediyorum.
Doğal olarak sohbet 'beni neden öldürmesi gerektiğine' geliyor.
Sohbetin buraya gelmesine gerek yok diyorum.
O sırada aklıma şu geliyor: Bir gece taksiye bindiğinde, şoför olarak beni görürse acaba neler düşünür?
Şu film aklıma geliyor sonra, AG o filmi gördükten sonra tutup da fahişeliğe başlar mı? Eyvah eyvah.
Ama CJ kılıklısının pipi büyütme ameliyatının masraflarını karşılamak için jigololuk yapmayı denediği vahşi gerçekler arasında. Pis herif.

7 Ekim 2009 Çarşamba

A ve G

AG sürtüğü odama geliyor. 'Parti yapıyorsun ve beni çağırmıyorsun' diyor. Lafı hiç üstüme almıyorum.
- Kendi kendine konuşup duruyorsun. En iyisi syktyr git AG, diyorum.
- Böyle davrandıkça sana karşı daha ilgi dolu oluyorum biliyorsun değil mi JC? Diyor.
- İnan bana, aksini denemek için cesaretim yok. Diyorum.
- Cesaretin olsa... Derken içeriye Mük dalıyor ve beni kurtarıyor.

Varsın böyle 'cesaretsiz' olayım.

6 Ekim 2009 Salı

karmaşa

Estel çok soğuk nevale gibi görünse de, akşam gerçek hali (samimi) ile karşımıza çıkıyor. Ben de zaten genelde soğuk nevaleleri beğenirim ya da beğeneceğim tutar. Neyse, burada başrol oyuncusu ben değilim, o yüzden konuyu değiştiriyorum.
Mük ile birlikte çok fazla vakit geçiremiyorlar zira Mük kızı ürkütmekten korkuyor. Akşam benim eve gidelim deyince Mük o yüzden seviniyor zira benim mekan daha az risk içeriyor.
Gecenin köründe ne olduğunu bilmiyorum, hatırlamıyorum. Kafamda kalan son karede Mük mutfak masasının üzerindeydi, Aloe Vera gitar çalıyordu, Estel de benim DVD arşivimi kurcalıyordu. Ben de kral tahtımdan tüm bu olanları seyrederken sigaramı tüttürüyordum.
Alkol kötü bir şey. Hatırlaman gereken anları hatırlamamana, hatırlamamaman gereken anları hatırlamana sebep oluyor. Halbuki keşke hep sarhoş olsaydık da, ayılmak için bir şeyler içseydik.

5 Ekim 2009 Pazartesi

estel'le maceralar

Mük akşam için Estel'i ayarlamış. Birlikte çıkalım diyor. Harika! Kız da kabul etmiş. Bizi daha yakından tanımak istiyormuş. Muhtemel çarpık senaryolar kafamdan geçiyor. Kızı biraz korkutalım derim ben. Mük ise tamamen duygusal yaklaşıyor.
Madam De Le Patronaj ise bu durumu kıskanmış.
Miranda'yla Madam De Le Patronaj'ı tutup AG'nin üstüne salmak lazım. İyi parçalarlar şu anda.

3 Ekim 2009 Cumartesi

taksi gecesi

Taksiye çıktığım ilk akşam. Saat 21.00 civarları. Benim semtten mümkün olduğu kadar uzaklaşıyorum. İçeride tuhaf bir koku var (güya site taksisi ama bu adamlar hep aynı). İlk müşteri Şişli civarında durmam için el yapıyor. Orta yaşlarda bir kadın. Önünde duruyorum. Biniyor. 'Göztepe' diyor önce. Ardından başlıyor muhabbete:
- Bu saatte trafik olmaz zannetmiştim ama... (önümüzde sadece bir iki araba duruyor o kadar. Bunun nesi trafik?)
- Ahlak kalmadı insanlarda... (Yaşı, benden birkaç yaş daha büyüktür en fazla; bu cümleyi kurmuyorken sen nasıl kuruyorsun?)
- En hızlı nereden gideceksek oradan gidelim... (Köprüye bağımlıyız sonunda, öyle değil mi?)
- Kızımın arkadaşları eve gelecekti. İşallah çok dağıtmamışlardır evi. (Sohbete girmek istiyorum ama bir türlü girebileceğim boyutta bir kapı olmuyordu. Hep küçük delikler açılıyordu şimdiye kadar. Bu biraz daha geniş sayılır, bari kolumu sokayım.)
- Benim oğlan da hep arkadaşlarını çağırıyor. Evi darmadağın ediyorlar. Diyorum. (Oh, uyduruklarıma başlayabilecek bir pol pozisyonu buldum sonunda.)
- Aaa kaç yaşında oğlunuz? Diye soruyor.
- 15 yaşında.
- Allah bağışlasın. (Beni çarpmasın da) Sizin de işiniz zor be kardeş. Sabah akşam direksiyon çevir dur.
- (Havaya girdim. Artık bir taksiciyim) Allaha şükür be abla. İdare ediyoruz işte. (Abla dediğim için olay çıkartmaz umarım. Sesi kalın geldiği için yaşı biraz ileri sandım sadece. Bir süre bekliyorum. Terslemiyor.) Siz ne işle meşgulsünüz? Diye soruyorum.
- PR'cıyım. Diyor. (Sonra ben anlamam diye düşünerek) halkla ilişkiler. Diye düzeltiyor.
- Hangi firma? Diye soruyorum.
- (Muhtemelen içinden salak diyor, nereden bileceksin PR firmalarını) vırtrıtızırt gibisinden bir şeyler mırıldanıyor.

Muhabbet hevesimi koparttığı için ben de bırakıyorum sohbeti.
İndikten sonra bir genç çift biniyor arabaya. Onları attıktan sonra bir yaşlı adam daha alıyorum taksiye. Gece yarısında da götürüp taksiyi durağa teslim ediyorum.

İlerleyen günlerde daha enteresan hale gelebilir bu iş ama şu anda bünyem kaldırmadı. Taksi muavini olsa yanıma AJ'i de alacağım ama... Acaba dolmuşçuluğu mu denesek? Ne dersin AJ?

2 Ekim 2009 Cuma

153,5 ticari araç

Ajanstaki takım elbiseli herifin adını hala öğrenemedim! Fakat bir özelliğini keşfettim: Her reklamcı binek otoya binerken bizimki ticari araç dedikleri zımbırtıya biniyor.
Sonra başka bir şey daha öğreniyorum ki, bizimkinin bu halinden haberdarmış içeriden bazıları ve bunun 'şirket imajını sarstığını' düşünüyorlarmış.
Takım elbiseli herif gözüme baya klas görünmeye başlıyor: Ticari araç ha! Süper.

1 Ekim 2009 Perşembe

reklam ve porno (çok döneriz çoook)

Büyük Patron der ki; her reklamcı bu işi bir gün bırakacağını hayal eder. Tıpkı porno yıldızları gibi.
Ben de üzerine ek yapayım: Bazen de yaşlansalar da bu işi yapacağım diye didinir dururlar. E tabi Milf kategorisini de zorlamamak gerek.

Size demiştim değil mi, bir ülkenin porno endüstrisi ne kadar ileriyse, reklam sektörü de o kadar ileridir.
Bu saatten sonra reklamcılığı ayağa kaldıracağız diye porno endüstrisini geliştirmek için uğraşmayın tabii: Bir tarafınıza kaçar.